İki dereceli seçime 23 Ocak 1912’de Elazığ’da başlandı. İttihatçılar, “siyasal iktidarın tüm olanaklarını kullanarak seçimi kazanmanın yollarını” aradı. 1912 seçimi, meydana gelen olaylar yüzünden ‘sopalı seçim’ olarak anıldı. Muhalefetin çalışması sıkıyönetimle olabildiğince engellenmekle kalınmadı kimi muhalefet önderleri de tutuklandı. 1912 ‘sopalı seçim’ sonrasında Osmanlı’nın sorunları katlanarak büyüdü, mali-idari krizi derinleşti…
Osmanlı’da milletvekili seçiminin ilki 1877’de yapıldı. Sonuncu yani altıncısı da 1919 sonbaharındaydı.
Seçimler iki dereceliydi. Önce ikinci seçmenler ve sonra onların oylarıyla da milletvekili seçilirdi. Cumhuriyet yıllarında da iki dereceli seçime devam edildi.
Anadolu’da iktidar odağı Ankara’nın egemenliğinde seçimin ilki Mart-Nisan 1920’de yapıldı.
Cumhuriyet’te ilk kez tek dereceli seçim 1946’da yapıldı ve öyle devam edildi.
1877’den 2023’e koşullar, seçme ve seçilme hakkı açısından adil miydi?
En çok hatırlananı, 111 yıl önce İttihatçıların iktidarında 1912’deki ‘sopalı seçim’ idi. Ve 1946 seçimi de unutulmayandı.
14 Mayıs 2023’teki seçimde şahitliğimiz daha canlı, neler yaşandı neler? Her seçmende oyunun korunması kaygısının varlığı bile yetmez mi?
1912’den 2023’e seçme ve seçilme koşullarında değişiklikler yapıldı.
1908’de seçme ve seçilme koşulları: 1- Her sancak (liva) bir seçim çevresidir. 2- 50 bin erkek nüfus için bir milletvekili seçilecek. 3- 25 yaşını dolduran ve devlete vergi veren erkek, oy kullanma hakkına sahiptir. 4- Seçimler iki derecelidir. 500 birinci seçmen, 1 ikinci seçmeni ve ikinci seçmenler de milletvekilini seçecektir 5- Milletvekili seçilme yaşı 30’dur. 1920’de TBMM için yapılan seçimde, 25 yaşında ve vergi yükümlüsü olan/olmayan her erkek oy kullanma hakkına sahipti. 1923 seçimi öncesinde kanun değiştirildi: Her 200 seçmene 1 ikinci seçmen esasına geçildi, oy kullanma yaşı 18’e indirildi. Kadınlar, seçme ve seçilme hakkını 5 Aralık 1934 tarihli kanunla kullanmaya başladı ve oy kullanma yaşı 22’ye yükseltildi, her 400 seçmene 1 ikinci seçmen esasına geçildi. 1919 sonbaharı ve sonrasında seçilme hakkını kullanan, İslam nüfustu; ancak 1935’te Ermeni Berç Keresteciyan/Türker, Afyon milletvekili seçildi. Tek dereceli seçim ilk kez 1946’da yapıldı ve devam edildi.[1]
11 ARALIK 1911 ARA SEÇİMİ
1908 Devrimi sonrasında yapılan seçimle oluşan meclis, 17 Aralık 1908’de açıldı. 1876 Anayasası’na göre boşalan mebus için seçim yapılıyor ve böylece temsiliyetteki eksiklik gideriliyordu.
Kenan Olgun, 1908-1912 yılları arasında Meclis-i Mebusan ara seçimlerini araştırdı. Anayasa’ya göre mebusun/milletvekilinin ölümü, istifası veya başka bir göreve tayini halinde seçim yapılıyordu. 1908-1912 döneminde boşalan 44 milletvekillikten 43’ünde seçim yapıldı. İstanbul Milletvekili Rıfat Paşa’nın Paris’e elçi olarak atanması nedeniyle 11 Aralık 1911’de yapılan seçimi Hürriyet ve İtilaf Fırkası adayı, Şehrah gazetesi yazı işleri müdürü Tahir Hayrettin kazandı. Tahir Hayrettin 196 oy ve İttihat ve Terakki’nin adayı Mehmet Memduh da 195 oy aldı. İttihat ve Terakki adayı bir oyla seçimi kaybetti.
Seçimin galibi Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Tarık Zafer Tunaya’nın çalışmasına göre, 21 Kasım 1911’de kurulmuştu.[2] Seçimi, 20 gün önce kurulan Hürriyet ve İtilaf Fırkası, yılların ve iktidardaki İttihat ve Terakki’ye karşı kazanmıştı. Bunu kendisi için risk olarak değerlendiren İttihat ve Terakki, erken seçim düğmesine bastı.
18 OCAK 1912’DE MECLİS FESHEDİLDİ
11 Aralık’taki seçimi kaybeden İttihatçılar, genel durum değerlendirmesi sonrasında hareketi geçti. Hedeflenense Abdülhamid’in yaptığı gibi demokrasiydi. Oysa İttihatçılar, iki yıl öncesinde anayasada demokrasi lehine değişiklikler yapmıştı.
Cem Eroğul, anayasadaki 1909 değişikliğini önemli bir değişim olarak değerlendirdi: “1909 anayasa değişikliği sayesinde, devlet yönetiminin uyacağı kurallar ve yönetilenlerin yararlanacağı anayasal güvenceler açısından, Osmanlı İmparatorluğu ilk kez Batılı bir duruma geldi. Ne var ki, bu yeni düzeni ne tam anlamıyla kurmak ne de yaşatmak olanağı bulunabildi.”[3]
1909’da anayasanın değiştirilen maddelerinden biri de 35’inci maddeydi. 1876 Anayasası’nda bu maddeye göre, hükümet ile meclis arasındaki anlaşmazlıkta hükümetin kararında ısrar etmesi ve meclisin bu kararı reddetmesi halinde padişahın meclisi feshedebileceğini öngörüyordu. 1909’daki değişiklikle, yürütmenin asıl silahı olan fesih hakkı kısıtlandı ve parlamenter sistemin bir gereği olarak fesih yetkisi padişahın tek başına kullanamayacağı bir yetkiye dönüştü. İki yıl sonra İttihat ve Terakki, 1876’daki hükme dönmek istiyordu.[4]
Abdülhamid’i devirdikten sonra tepki olarak, 1909 anayasa değişikliğinde iyice güçleştirilmiş olan fesih düzenlemesi, yani anayasanın 35’inci maddesi yine gündemdeydi. İttihatçılar, seçimi kaybettikten beş gün sonra 16 Aralık’ta maddenin yeniden değişikliği için harekete geçti. Maddenin eski haline getirilmesi istenmekteydi. Böylece meclisin feshi sarayla kolayca yapılabilecekti.
“Öneriyle, maddenin eski haline dönülerek hükümetle meclis arasında anlaşmazlık çıktığında, padişahın ya hükümeti değiştirmesi ya da meclisi feshetmesi yolu açılmak isteniyor.” Dersim Mebusu Lütfi Fikri, net konuşmuştu: Meclisi feshedeceğim, ama anayasa maddesi var. “Bunu [35’inci maddeyi] kolayca değiştirin ki, ben sizi [meclisi] kolayca feshedeyim.” Bütün mesele bundan ibarettir. Lütfi Fikri’nin beyanıyla yoğunlaşan tartışma günlerce sürdü ve ayrıca Âyan’la ilgili olan 7’nci madde de değişiklik kapsamına alındı. 13 Ocak 1912’de yapılan oylamada gerekli oy sağlanamadığı için öneri reddedildi. İki gün sonra Âyan’a, fesih için onay isteyen padişah yazısı geldi. Kapalı görüşmenin ardından fesih onaylandı ve 18 Ocak 1912’de okunan irade-i seniyeyle Meclis-i Mebusan feshedildi.[5]
Muhalefetin anayasanın 7’nci ve 35’inci maddelerinin değiştirilmesine karşı politikası da bugünün Millet İttifakı gibiydi: “35’inci madde nedir bilir misiniz? 35’inci madde demek oruçla namaz demektir. Oruç otuz gün, namaz da beş vakit, etti 35’inci madde!"[6]
Bugün de 1911-1912 muhalefet politikasının benzerine şahitlik ettik, vay halimize. Muhalefet bloku Millet İttifakı, AKP’nin 21 yıldır iktidar olduğunu unutarak, AKP lideri Erdoğan’ın “mağdur oldum” diyeceği gerekçesiyle 3’üncü kez aday olmasına karşı çıkmadı ve sonucunu da yaşamaya başladık.
1912’ye dönersek, Anayasada değişiklik yapılamasa da sarayla iş birliği sayesinde padişahın meclisi feshiyle, yılın sonunda yapılacak seçim erkene alındı.
‘SOPALI SEÇİM’
1912 seçimi, Osmanlı’nın ilk erken seçimiydi. İttihatçılar işine geldiği gibi padişaha kararı imzalatmıştı. İttihatçılar devamını da getirdi, seçim günü fiilen sandık başında harekete geçti.
TBMM Vakfı kitabında da dikkat çekilen sandık başında olanlardı. İki dereceli seçime 23 Ocak 1912’de Elazığ’da başlandı. İttihatçılar, “siyasal iktidarın tüm olanaklarını kullanarak seçimi kazanmanın yollarını” aradı. 1912 seçimi, meydana gelen olaylar yüzünden ‘sopalı seçim’ olarak anıldı. Muhalefetin çalışması sıkıyönetimle olabildiğince engellenmekle kalınmadı kimi muhalefet önderleri de tutuklandı. Örneğin Rıza Tevfik, Büyükada’da verdiği konferans nedeniyle tutuklanmış ve dövülmüştü. Oysa İttihat ve Terakki adına konferans veren Cavid’i büyük kalabalıklar karşılamıştı. İttihat ve Terakki yanlısı yöneticiler yandaşlarını seçtirmek için olağanüstü çaba harcadı. Yanya valisinin, Nazım paşanın, Mehmet Ali paşanın, Cavid paşanın davranışı bunun açık örnekleriydi. Seçim sonuçlarına itirazlar olmuşsa da gereği yapılmamıştır.[7]
1912 seçimini araştıran Bahar Öngüç’e göre, Trabzon’da, Giresun’da, Ordu’da, Gümüşhane’de vali, kaymakam ve diğer yetkililer, seçimi İttihatçılara kazandırma gayretinde olmuştu: “Cemiyet [İttihat ve Terakki], mutlak iktidarını pekiştirmek için meclisin feshini kurgulayıp hayata geçirmiş, iktidarı elinde bulundurmanın avantajlarını kullanarak geçici kanunlar çıkartıp kilit idari kadrolarda birtakım değişiklikler yapmış, dönemin anayasası ve seçim kanunlarında koruma altına alınmış olan siyasal hak ve özgürlüklere oldukça sert sınırlandırmalar getirmiş ve 1912 seçimleri için kendisi lehine uygun zemini yaratmıştır. Demokrasi, özgürlük ve eşitlik söylemleriyle yola çıkan İttihat ve Terakki’nin […] tüm bunları yaparken ‘ülkenin çıkarlarını’ öne sürerek eylemlerini haklı ve meşru göstermesi yeni bir istibdat döneminin habercisi olmuştur. Öte yandan İttihat ve Terakki’nin Osmanlıcılık fikrini bir araç olarak kullanarak Türkçülük üzerine bir aksiyon izlemesi etnik, dinsel ve dilsel anlamda heterojen bir yapıya sahip olan Osmanlı toplumunun kendi içerisinde cepheleşmesine sebep olmuştur. Böylece seçim öncesi süreç fesada uğratılmış gerek muhalefetin mebus adaylarına gerekse seçmene yönelen baskıcı ve zora dayalı uygulamalar 1912 seçimlerinde ayyuka çıkmış ve ‘dayaklı ve sopalı seçimler’in demokrasi tarihindeki yerini almasına sebep olmuştur.”[8]
Sopa operasyonunda hedefe ulaşıldığını Tarık Zafer Tunaya’dan okuyoruz: “1912 yılı sonunda yapılan, ‘dayaklı ve sopalı’ seçim olarak adlandırılmış olan bu seçimde, muhalefet çok küçük gruba indirgenmiş ve bir bakıma parlamento dışı bırakılmıştır. 270 İttihatçı üye [milletvekili] karşısında, muhalefetlerin sayısı 15’i ancak bulmuştur.”[9]
İhsan Güneş de 1912 erken seçiminde muhalefetin Eskişehir özelinde Seyitgazi’de, Özdenek’te, Tandır’da, Taşköprü’de, Kırka’da ve daha başka yerlerde neler yaptığını araştırdı. Eskişehir’de sandık başında olay çıkaranlar da Hürriyet ve İtilaf taraftarlarıdır. Tanin gazetesi, Hürriyet ve İtilaf’ın çalışmalarını Eskişehir’in bilinen eşraflarından Zeytunzadelerin organize ettiğini iddia etti.[10]
1912 erken seçiminde seçme ve seçilme hakkı ihlal edildiyse, bu halde seçime meşru diyebilir miyiz?
1912 ‘sopalı seçim’ sonrasında Osmanlı’nın sorunları katlanarak büyüdü, mali-idari krizi derinleşti… Meclis çalışmalara başlasa da yılı dolmadan, Makedonya meselesinin Balkan Savaşı’yla çözümüyle Osmanlı, Balkanlardan tasfiye edildi ve devamında İttihatçılar 23 Ocak 1913’te darbe yaptı.
111 YIL SONRA DA ADİL MİYDİ?
111 yıl sonraki 14 Mayıs 2023’teki seçimi nasıl değerlendirmeliyiz?
Erken denilen seçim, hangi gerekçeyle bir ay öncesine alındı? Seçim, niye 18 Haziran’da değil de 34 gün önce 14 Mayıs’ta yapıldı?
Recep Tayyip Erdoğan, 3’üncü kez nasıl aday olabildi?
Yüksek Seçim Kurulu (YSK), niye iki kez verdiği mazbatayı yok sayıp, üçüncü kez aday olmasına “evet” dedi?
Anayasada madde her Türkçe okuyanın anlayacağı kadar açıktı: “Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir” (madde 101).
YSK, maddeyi okuduysa, Erdoğan’ın 3’üncü kez aday olmasını nasıl onayladı?
Bakanlar da milletvekili adayıydı. YSK, bakanları kamu görevlisi saymayıp, nasıl “istifa etmelerine gerek yok” diyebildi? Kamu görevlisi değilse, neydi?
Oysa milletvekili adayı olan kamu görevlisinin istifası koşulu, mevzuatın bir hükmü değil miydi?
14 Mayıs seçim propagandasında, Erdoğan ve bakanlar, hatta AKP bile, devletin parası dâhil her türlü imkanını kullanmadı mı?
Bu muydu, adil seçim? Karikatür gibi.
Adalet deyince, 2008’deki Deniz Feneri Davası’nın kapatılmasında neler yapıldığını hatırlar mısınız? Almanya’da ceza verilen dosya, Türkiye’de takipsizlikle sonuçlandırılmıştı.
Nitekim 2008 öncesinde Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminden AKBİL gibi dosyaların raflarda tozlandığını da hatırlayalım.[11]
Erdoğan rejiminin son örneklerindendi; 29 kanalda birden konuşmadı mı? Mecburen reklamlar gibi.
Kılıçdaroğlu’yla ilgili montaj kaset servis edilmedi mi? Miting meydanlarında gösterilmedi mi?
Montajı açıklayan da bizzat Erdoğan’dı: “Ama montaj, ama şu, ama bu…”
Erdoğan’ın beyanı bir soruya cevabendi. Böylece Saray kalemi Abdülkadir Selvi, hayatının tek gazetecilik örneğini bize televizyonda gösterdi.
Erdoğan’ın meydanlarda gösterdiği ve televizyonlarda yayımladığı kasette, Kılıçdaroğlu ve PKK yöneticileri birlikteydi. Eski Bakan Soylu ve RTÜK, kulağını tıkadığı ve gözünü kapattığı için kaseti görmedi. Erdoğan için benzer montaj hazırlansaydı, yapanın ve yayımlayanın başına neler gelirdi neler?
Servis işinin bir unsuru da afişlerdi. Nevşehir Belediyesi çalışanları, Millet İttifakı adına sahte içeriklerin yazılı olduğu afişleri astı. Afişlerde, “Bizim için YPG terör örgütü değildir, Selahattin Demirtaş serbest kalacak” ve “İyi düşün, doğru karar ver” yazıyordu. Ve öğrendik, bu da ‘merkezi’ faaliyetti. Nevşehir’in AKP’li yöneticisi afişlerin AKP Genel Merkezi’nden geldiğini itiraf etti. Vali nerede? Polis nerede?
Unsuruna göre, gerekirse polis de yargı da harekete geçebiliyor. Sultangazi’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan lehine tezahürat yaptığı gerekçesiyle bir çocuğa ekmek vermediği ve çocuğun yakınlarını da bıçakla tehdit ettiği iddia edilen fırın sahibi K.Y. tutuklanmıştı.
Hatta saray kapısında bile “selo’ya idam” sloganı atılmadı mı, attırılmadı mı?
Ve HDP’yi kapatma davası da belediyeleri kayyumla işgalin ve TBMM’yi işlevsiz kılmanın yanı sıra Kürtlerle saf tutan tüm demokrat ahaliyi imhanın operasyonuna dönüştürülmedi mi?
Bunların ötesinde hangi seçmen, oyunun doğru yazılıp yazılmadığının kaygısını yaşamıyor ki?
Seçim koşulları bu kadar adildi!
111 yıl önceki seçimde bu denli ince araç imkânı yoktu. O zaman da sopa kullanılmıştı.
Kılıçdaroğlu’nun ve birlikte olduğu partilerin, Erdoğan’ın üçüncü kez aday olmasına itiraz etmeyeceklerini aylar öncesinden açıklaması, adil koşullarda yarış olamayacağını baştan kabullenmek ve teslim olmak değilse, neydi?
HDP/Yeşil Sol’dan CHP’ye tüm muhalefet, seçimin adil olmadığını ve sonucun da meşru olmayacağını görünür kılamadı mı, yoksa kılmadı mı?
Seçim süreci sonucunda “Türk milliyetçiliği yükseldi” tartışması, mevcudun analizinde yetersizdir. Irkçılıkta dışarıya ve özellikle Hitler iktidarında Yahudilere yapılanlara bakanlar, aslında şahitlik ettiği ‘yerli ve milli ırkçılığı’ görmüyor!
NOTLAR:
[1] Türk Parlamento Tarihi (1919-1923), cilt: 1, TBMM Vakfı, Ankara-1994, s. 38-39; Ahmet Demirel, Tek Partinin İktidarı (1923-1946), İletişim Yayınları, İstanbul-2014, s. 17-18., 447.
[2] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, cilt: 1, İletişim Yayınları, İstanbul-1998, s. 294.
[3] Cem Eroğul, 1908 Devrimi’ni İzleyen Anayasa Değişiklikleri, Sina Akşin, Sarp Balcı, Barış Ünlü, 100. Yılında Jön Türk Devrimi içinde, T. İş Bankası Yayını, İstanbul-2010, s. 100.
[4] Bahar Öngüç, 1912 Seçimleri: Demokratik Seçim İlkeleri Işığında Kısa Bir İnceleme, Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, cilt: 7, sayı: 2, Temmuz 2021, s. 317.
[5] Cem Eroğul, age, s. 105-106.
[6] Hüseyin Cahit’ten aktaran, Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, cilt: 3, İletişim Yayınları, İstanbul-2000, s. 494.
[7] Türk Parlamento Tarihi, I. ve II. Meşrutiyet, cilt: 1, TBMM Vakfı Yayınları No: 14, Ankara-1997, s. 258-262.
[8] Bahar Öngüç, agm, s. 319, 321.
[9] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, cilt: 3, İletişim Yayınları, İstanbul-2000, s. 209.
[10] İhsan Güneş, 1912 Seçimleri ve Eskişehir’de Meydana Gelen Olaylar, BELLETEN, Ağustos 1992, cilt: 56, sayı: 216, s. 459-482.
[11] Mehmet Bölük, El Tayyip, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul-2003.