'İyi Adam'ın sütle imtihanı
İnsanın mayasındaki iyi ile kötünün çatışmasını ustalıkla işleyen İyi Adamın On Günü romanı, iyilikle kötülüğün savaşında yenilenin, geriletilenin pes etmeyip her seferinde filizlenen, yenilenen döngüsünü anlatıyor
Hüseyin Bul
İyi Adamın On Günü romanı Mehmet Eroğlu’nun okuyucularını test etme, ters köşeye yatırma ya da büyüyen dünyanın büyürken çok hızlı bir şekilde kirlenişinin, kontrol edilemeyişinin sonucunda raydan çıkan insanların omuz verdikleri bu büyümeye kayıtsız kalmayışının romanı diyebiliriz. Bu roman için çok şey denilebilir ama sanıyorum en özeti şu olabilir: Mehmet Eroğlu İyi Adamın On Günü'nde karakter nasıl yaratılır dersi vermiş desek fazla söylemiş olmayız ama yargımızda bir eksiklik olacağı kesin.
Romanı ben anlatıcıyla sırtlayıp sürükleyen eski avukat Sadık, okuyucuya ilk etapta tembel ve üşengeç biri izlenimi veren, kararsız kaldığında zihnini sigarayla açan ve bunu sıkça yapan, üşüyen (bunun sebebini okuyucuya bırakan) gitmediği yerler hakkında dergilere gezi yazıları yazan kırk iki yaşında, çevresinde iyi adam olarak anılan biri. Birçok hamlesini, tepkisini ve takınacağı tavrını içinden sayarak hayata geçiren Sadık’ın bu alışkanlığının kaynağını romanın sonlarına kadar anlamanın imkânı neredeyse yok gibi. Bu alışkanlığını ilk etapta içinden sabır dileyen biri gibi yorumlamak olası, fakat işin rengi roman ilerledikçe ortaya çıkıyor.
Bir davada yaptığı usulsüzlükten dolayı barodan atılan ve cezaevine girdikten sonra romanın bir içim suyu, eski eşi tarafından terk edilen Sadık’ın etrafındaki dört kadından biridir Rezzan. Romandaki kadın karakterlerin ortak özellikleri ucundan kıyısından da olsa bir şekilde Sadık’tan faydalanmalarıdır, çünkü Sadık romanda sık sık vurgu yaptığı Dostoyevski karakterlerinden enayi derecesinden saf olan budala diye hitap edilen Mişkin kadar iyi birisidir. Sadık’ın hayatındaki her sınıftan ve kademedeki kadınların diğer bir ortak yanları da mutlu olmamaları ve öyle ya da böyle Sadık’la hayatlarını rayına koymalarıdır, Sadık’la tamamlanmalarıdır. Her biri kendi alanında hırpalanmış ve mutsuz dört kadın. Sadık’ın tabiriyle hayat planlayıcıdır. Bu kadınlar; Sadık’ın hayatını kendine yontarak planlarlar.
Yazarın önceki romanlarıyla ayrı bir kategoriye girecek bu polisiye romanda dedektif gibi çalışan eski bir avukat, yeraltı dünyasında nam salmış galerici çam yarması “Abi” , ensest ilişkiler, koşuşturmalar, kovalamacalar, kayıplar, cinayetler ve elbette ki bütün bunların bir paydada buluştuğu suç var, adaletsizlik var, cinayet var, insafsızlık ve gaddarlık var. Kahramanların her birinin ayrı bir hayali, rüyası varken başkahramanın hayalleri Paris, gerçekleri Fulya sokaklarıdır.
TOPLUMDAKİ NAMUS KAVRAMINA BAKIŞ AÇISI
Rüya demişken, insan gitmediği, görmediği, bilmediği yerlerin rüyasını görebilir mi? Bunun için Freud’a başvurmanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Başkarakterimizin üşümesinin altında, gördüğü bu rüyaların etkisi olabilir. Özellikle karakter tahlili üzerinden çözümlemeye çalıştığım İyi Adamın On Günü romanında kadınlara hayatı tasarlayıp kurgulayan rolleri verilirken erkekler daha çok figüran rollerde. Ergenlerin özellikle çift isim kullanmalarını ise, ebeveynlerinin çocuklarının kaderini belirleme isteklerine, eylemlerine çocukların bir başkaldırı şeklinde okumak mümkün. Kendini koyma, ebeveyne, sunulana bir isyan, kendini ispat etme, geleceğine el koyma, yön verme, kontrol etmeye çalışmayla birlikte değişen konjonktüre ayak uydurmayı da barındırıyor.
İnsanın mayasındaki iyi ile kötünün çatışmasını ustalıkla işleyen İyi Adamın On Günü romanı, iyilikle kötülüğün savaşında yenilenin, geriletilenin pes etmeyip her seferinde filizlenen, yenilenen döngüsünü anlatıyor aslında. Hangisinin geriletildiğini de sanıyorum yazarın bakış açısı belirliyor, ne kadar kurgu olsa da.
Yazarın 'iyi insanlar süt içer' demeye getirdiği romanda toplumdaki baskın namus kavramına da eleştirel baktığını her cümlede anlasak da, beden ruhtan çok daha masumdur dediğinde özetlediğini, üzerine söz söylemememiz gerektiğini son tahlilde tekrar hatırlatır.