Bugün Eglantyne’in mirası olan ve Uluslararası Kızıl Haç Komitesi’nden sonra dünyanın en eski ikinci insani yardım örgütü ve tamamen çocuk hakları konusunda çalışan en büyük kurumu olan Save the Children, milyonlarca çocuğa birçok proje ve program çerçevesinde ulaşmaya devam ediyor. Save the Children, halihazırda 120 ülkede faal durumda.
Bazen insan tüm kördüğümleri tek başına çözemez. Açlık, savaş, yıkımlar, göç ve daha nice akut soruna kimi zaman bir “iyilik perisi”nin, bir kahramanın, çağının ötesinde yürüyen şefkatli ve sebatkar bir aktivistin kilometrelerce öteden elinin değmesi, kilitli kapıların anahtarını bulması gerekir.
Çocuk hakları denildiğinde akla gelen ilk “iyilik perilerinden” biri de, hiç kuşkusuz, geçtiğimiz Perşembe günü, dünya çapında birçok çocuk ve hak savunucusunun 146.yaşgününü kutladığı Eglantyne Jebb. Yüz yılı aşkın süre boyunca aynı özlem, sevgi ve takdirle anılmak, çok az insana nasip olur.
25 Ağustos 1876’da, Birleşik Krallık’ta varlıklı bir ailede doğup 17 Aralık 1928’de İsviçre’de tiroit sorunları nedeniyle hayata gözlerini yuman İngiliz sosyal reformcu, eğitimci, hayırsever, sosyal aktivist ve ekonomist olan Eglantyne, birçok değerli “şapkasının” yanı sıra çocuk haklarıyla ilgilenenler için bir idol sayılıyor. Kendisi “Save the Children’ın” da kurucusu.
“Tüm dünyanın anlayacağı tek uluslararası dil, bir çocuğun çığlığıdır” diyen Eglantyne yüzyılı aşkın süre önce, tüm çocukların haklara sahip olduğunu ve bu hakların uluslararası hukuk düzleminde tanınması gerektiğini, çağının çok ötesinde bir cesaretle ifade eden ve bu sözlerini de eyleme döken bir hak savunucusu.
Her ne kadar zengin bir aileden gelse de halkların zengin ve yoksul şeklinde bölünmesine karşı çıkan Eglantyne’in aktivizmi ailesinden geliyor: Annesi Eglantyne Louisa Jebb, o dönem İngiltere’sinde üretimin giderek daha mekanik bir hal alması ve kentleşme sonucunda tehdit altına giren geleneksel el sanatlarını korumak adına kırsal kesimdeki gençlerin arasında sanat ve zanaatı yaymak ve bu alanda okulları fonlamak üzere “Home Arts and Industries Association” adlı derneği kurmuştur.
Kız kardeşi Louisa ise, Birinci Dünya Savaşı sırasında kadınların askere alınan erkeklerin yerine tarım alanında çalışmaları için Women’s Land Army’nin kuruluşuna yardım eder.
Diğer kız kardeşi Dorothy Buxton, İşçi Partisi’nden bir politikacıyla evlidir ve Kadınların Uluslararası Barış ve Özgürlük Ligi’ne katılır, Birinci Dünya Savaşı sırasında yabancı basını sıkı bir şekilde takip eder. O sırada, Almanya ve Avusturya gibi düşman ülkelerde açlıkla sınanan çocukların gazetelerdeki fotoğraflarını görmeleri ise iki kız kardeşi vicdanlarının ta orta yerinden vurur.
İlk başta, Oxford bünyesinde kadınların girebildiği ilk kolej olarak kurulan Lady Margaret Hall’da tarih alanında ilkokul öğretmeni olmak üzere eğitim gördükten ve arkasından bir okulda bir yıllık deneyiminin ardından bu mesleğin kendisine uygun olmadığını düşünür Eglantyne. Protest kişiliği, henüz okul sıralarında kendini gösterir. Lady Margaret Hall’da yatılı kaldığı sırada, odasındaki halı dahil tüm mobilyaları kaldırır. Geriye sadece bir yatak, bir masa ve bir lavabo bırakır. Çünkü ona göre “lüks ve harcamayla ilgili tüm meseleler çok zordur”.
Cambridge'e taşındığı sırada tanıştığı iktisat öğretmeni Mary Mashall’ın yönlendirmesiyle hayırseverlik işlerine çağdaş bilimsel bir yön getirmeyi hedefleyen “Charity Organisation Society” adlı topluluğa katılır ve Cambridge’in toplumsal dokusuna dair yaptığı bir araştırma, 1906'da bu konuda bir kitap yayımlamasına yol açar. Kitapta, gençlere gönüllü sosyal çalışmalarda yer almalarını ve karanlığa bir mum da kendilerinin yakmalarını öğütler.
Bir yandan Birinci Dünya Savaşı devam ederken, Makedonya Yardım Fonu adına Balkanlar’a seyahat yapar; bir tas çorba için saatlerce soğukta sıra bekleyen çocukların durumunu görünce içinden binlerce parça kopar.
Bir yandan da Almanya ile Avusturya-Macaristan ekonomileri savaşın ve ablukanın ağırlığı altında çökmek üzereyken bu ülkelerdeki çocukların yaşadığı kronik açlık karşısında büyük endişe duyar.
Bu esnada, İngiliz hükümetinin ablukayı bitirmesi için bir baskı grubu olarak Açlıkla Savaş Konseyi 1919 yılında kurulmuştur ve o sırada her hafta sadece Almanya’da 800 çocuğun açlıktan ölmesine ses çıkarmamayı vicdanına sığdıramayan Eglantyne de derhal bu gruba katılarak Trafalgar Meydanı’nda “Ablukamız sonucu milyonlarca çocuk açlığın pençesinde” yazılı broşürler dağıtırken, özünde çocukların insan haklarının ihlali olarak gördüğü bu duruma karşı yaptığı itirazı tutuklanmasına dek varır.
Ancak yargıç karşısına çıktığında, Eglantyne bu itirazını o kadar güçlü şekilde savunur ki, yargıç da ikna olur ve onun için biçilen para cezasını kendi cebinden öder.
Eglantyne, gerektiğinde yasaları bile delecek kadar davasına bağlı, tarihin gidişatında ciddi bir değişim yaratabilecek güçte, tutkulu bir hak savunucusudur.
Bir yandan da iki kız kardeş, salt meydanlarda broşür dağıtmanın pek bir yararı olmayacağına ikna olur. Aynı yıl Londra’da Royal Albert Hall’de, Alman ve Avusturyalı çocuklar için İngiliz halkından para toplamak üzere “Çocukları Kurtarın Fonu”nu (Save the Children Fund) kurarlar. Burada yaptığı efsanevi konuşmasında şöyle der: “Biz, normal insanlar açısından, çocukların açlıktan ölmesini izlemek, ama onları kurtarmak için herhangi bir çaba sarf etmemek olanaksızdır. Bizim tek bir amacımız var: mümkün olduğunca fazla çocuk kurtarmak. Tek bir kuralımız var: hangi ülkeden ve hangi dinden olursa olsun onlara yardım etmek.”
Eglantyne ve kız kardeşi Dorothy’nin kurduğu fonun “siftahı”, Eglantyne’in hapis cezası karşılığında yargıcın onun adına yaptığı ödemedir.
Fon, davasına olan bağlılığı ve tutkusu sebebiyle “Beyaz Alev” diye anılan Eglantyne’in “çocukları kurtarın” çağrısı ve The Times’a verdikleri sayfalarca ilanlar, açlık içindeki çocuklara dair çektikleri ve sinema salonlarında gösterilen kısa filmler sayesinde o kadar başarılı olur ki, o ve kardeşi Dorothy 1920 yılında Cenevre’de “InternationalSave the Children Union”ın (Uluslararası Çocukları Kurtarın Birliği) temellerini atar.
Eglantyne’e göre, çocuklara yapılan uluslararası yardım, herkesin yararınadır; çünkü böylelikle halklar ortak bir eylem etrafında bir araya gelir ve birlikte çalışmanın yollarını öğrenmek için bir şans bulurlar.
Zaman içerisinde sınırlarını genişleten Save the Children, Rusya’da gıda eksikliğinden ölen yüz binlerce çocuğa tonlarca yiyecek ve tıbbi erzak iletilmesi için bir kargo gemisi göndermekten tutun da, Afrika ve Asya’daki çocukların refahını artırmaya dönük sayısız girişimde bulunur.
1930’ların başında, Etiyopya’da bir “çocuk refahı merkezi” açarak Afrika’daki ilk programlarını başlatır; ardından ülkenin 1935 yılında İtalyan işgaline girmesiyle birlikte İngilizlerin hakimiyetindeki Somaliland’deki mültecilere yardım etmeye başlar.
Arkasından, Malaya’daki (günümüzde Malezya) öksüz ve yetimlere eğitim ve güvenli yaşama imkânı sağlayan projelerden, Asya’daki çocuklara yardım edilmesine, Kore savaşı sırasında örselenmiş çocuklara süt merkezi, sağlık kliniği ve oyun alanları kurulmasına ve İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminin ardından Fransa, Yugoslavya, Polonya ve Yunanistan’ın harap bölgelerindeki mülteciler ve yerlerinden edilmiş çocuklarla çalışılmasına dek sayısız girişim gelir.
Eglantyne, 40’lı yaşlarının sonuna doğru, bir yandan da “çocuk hakları” alanına yönelir ve elinde kendi tasarladığı bir çocuk hakları belgesiyle istikametini Cenevre’ye çevirir.
1923 yılında açıklanan ve “Çocuk Hakları Beyannamesi” başlığını taşıyan beş maddelik bu kısacık belgede, çocukların haklarının tanınması ve uygulanmasında işbirliğinde bulunulmasını önemsediği uluslararası topluluğun görevlerini tane tane anlatır: Aç olan çocuğun beslenmesi, hasta olan çocuğun tedavi edilmesi, zekâ geriliği olan çocuğa yardım eli uzatılması, suça sürüklenen çocuğun sisteme geri kazandırılması, öksüz kalan çocuğa kol kanat gerilmesi gerekir.
Kısaca, çocuk hakları fikri evrenselleşir.
“Dünyadaki çocuklara asgari bir özen gösterilmelidir” ana fikrine dayanan bu Belge, 1924 yılında Milletler Cemiyeti tarafından Çocuk Hakları Bildirgesi olarak kabul edilip 1989 yılında da çocuk haklarının yasal zemine kavuşturulmasında bir miat olan Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin ilham kaynağı olur.
Bugün Eglantyne’in mirası olan ve Uluslararası Kızıl Haç Komitesi’nden sonra dünyanın en eski ikinci insani yardım örgütü ve tamamen çocuk hakları konusunda çalışan en büyük kurumu olan Save the Children, milyonlarca çocuğa birçok proje ve program çerçevesinde ulaşmaya devam ediyor. Save the Children, halihazırda 120 ülkede faal durumda. 1 Ağustos’ta, doğum yeri olan Ellesmere’de, üzerinde Eglantyne’in “İnsanoğlu çocuklara verebileceği en iyi şeyi borçludur” şeklindeki sözü kazılmış olan taş bir heykelin açılışı yapıldı.
Kraliçe II. Elizabeth ve Prens Philip'in tek kızı olan Prenses Anne’ın da 1970’lerin başında başkanlığını yürüttüğü Kuruluş, 1980’li yıllardan beri anne ve çocuk ölümlerini azaltmak için küresel bir seferberlik yürütüyor; bu konuda eğitim, önleme ve tedavi projeleri devam ediyor. Öyle ki, 1990-2011 arasında beş yaşından küçük çocuk ölümleri, 12 milyondan 7 milyonun altına indi.
Save the Children tarafından Afrika’da gıda kıtlığı çeken çocuklara besin yardımı yapılıyor; dünyada beş çocuktan birinin çatışmalardan etkilenen bölgelerde yaşadığı gerçeğinden hareketle, Suriye iç savaşında mağdur olan, yerlerinden edilen, mülteci olan çocuklar özelinde projeler yürütülüyor; Ebola salgınının, şiddetli depremlerin ve tsunamilerin mağduru olan çocukların “iyilik perisi” oluyor; çocuk yaşta evlilikler ve mültecilerin eğitimi alanlarında kampanyalar yürütüyor.
Anlamlı bir yaşamın temel ölçütü olan “toplumsal yarar” üretme hedefiyle çalışma yürüttükleri ülkelerin temel sorunlarına odaklanan Save the Children’ın 2013 yılından beri aktif olan Türkiye şubesi ise, Türkiye’nin Umut Nesli kampanyasıyla çocukları iklim krizi hakkında bilgilendiren bir kampanya yürütüyor; Kızılay ile işbirliği halinde afetlere hazırlık eğitimleri veriyor; İstanbul’un Esenyurt semtinde ve Antakya’da çocuk koruma, akran zorbalığı, psiko-sosyal destek alanlarında proje yürütüyor.
Kuruluş, 7-11 yaş grubunda akran zorbalığı konusunda Türkçe, Arapça, Farsça ve İngilizce olarak çocuklarla birlikte tasarlanan Evrenler Arası Macera adlı hem dijital hem de kutu oyunu şeklinde kullanılabilen bir oyunuyla birçok prestijli ödülün sahibi oldu ve 2021 yılı sonuna kadar devam eden bu projeyle Türkiye’de birçok ilkokula ve STK’lara çocuk koruma, akran arabuluculuğu, uyuşmazlık çözümü gibi alanlarda eğitim verdi. Şu anda da aynı oyunun engellilere yönelik akran zorbalığı özelinde yeni bir versiyonu yapım aşamasında.
Dünyadaki mülteci çocuklar kervanına Afganlar ve Suriyelilerden sonra Ukraynalılar da eklenirken, Eglantyne’in “haklı veya haksız, facia veya muzaffer, tüm savaşlar çocuklara karşı yapılır” sözü -ki bu söz Save the Children’ın Afganistan ofisi duvarını da süslüyor- giderek daha büyük bir geçerlilik kazanıyor. Çocukların hayalleri adeta dev silgilerle siliniyor.
Bir yandan yapay zeka, robotik teknolojiler, Mars’ın yüzeyine çıkış gibi “yüce” ideallerin peşinden giderken yüzyıllardır türlü biçimlerde sürdürülen savaşlar, çocukların en temel haklarından mahrum bırakıldıkları ve çocukluklarını yitirdikleri bir ortamı hazırlıyor.
Ülkeler-arasında verilen savaşlara, ülke içinde çocukları temel insan haklarından mahrum bırakan mücadeleler eşlik ediyor. Şüpheli çocuk ölümlerinden, cezasız kalan çocuk istismarlarına, madenlerde veya inşaatlarda çalıştırılan çocuklara, mevsimsel tarım işçisi çocuklara, sözde muhafazakâr değerlerin kutsanması adına erken yaşta kendisinden onlarca yaş büyük adamlarla evlendirilen çocuklara dek herkes kendi evreninde müthiş bir yaşam mücadelesi veriyor.
Ancak Stefan Zweig’e kulak verirsek, “Birisi barışı başlatmalı, tıpkı savaşı başlattığı gibi.” Ve tıpkı Eglantyne Jebb örneğinde olduğu gibi, bu ve benzeri sosyal aktivizm ve hak savunuculuğu girişimlerindeki asıl mesele, gelecek nesillerin bizim hakkımızda ne düşüneceği…
Bizi dar görüşlü, bencil, günü kurtaran ve dünya kaynaklarını kişisel çıkarları için tüketen bireyler olarak mı anımsayacaklar, yoksa -küçük veya büyük çapta olsun fark etmez- kendi çevresinde değişimin öncüsü olan ve dünyayı daha yaşanılası bir yer haline getirecek adımları atan bireyler olarak mı?
Örneğin çocuğun kolunun, göğsünün açık olmasını “pedofiliyi körükleyen bir gerekçe” olarak sunan bir imamın karşısında sus pus durulacak mı, yoksa tüm sivil toplum var gücüyle itiraz edip cinsel istismarı meşrulaştıran bu söylemin güya normalleştirilmesine dur diyebilecek mi? Çocuk hakları başta olmak üzere temel haklar söz konusu olduğunda kapalı bir toplum mu olacağız, yoksa insanca ve refah içerisinde yaşam hayalini gerçekleştirmek için iflah olmaz bir mücadele ruhunu diri mi tutacağız?
Tercih bizim…
İyi ki doğmuşsun Eglantyne. İyi ki varsın Save the Children. İyi ki var oluş mücadelenizde yalnız değilsiniz dünya çocukları…