İYİ Parti 25 Ekim 2017’de kurulduğunda, partinin, Türkiye siyasetindeki tabela partilerinden biri olmayacağı, az ya da çok bir “özgül ağırlığı”nın, toplumsal bir karşılığının olacağı belliydi; öyle de oldu. İYİ Parti, AKP’nin yok ederek dönüştürdüğü “merkez” sağ”ı (Cumhuriyet değerleriyle barışık, anti komünist, hiç değilse ABD dümen suyunda olma anlamında liberal) yeniden kurma iddiasıyla ortaya çıkmıştı. Parti, MHP’nin aynadaki karşılığı olmayacak, merkez sağı (hadi bu sefer de “merkez sağı” Özal’ın 4 eğilimi ile özetleyelim; Özal’ın 4 eğiliminde de olmayan ama olduğu varsayılan, varmışımsı gibi yapılan bir sosyal demokrat eğilim vardı ama aslında merkez sağ geri kalan şu üç eğilimden oluşuyordu: AP-MHP-MSP eğilimleri; aman dikkat “partileri” yazmadım bu 3 partide şekillenen sağın “üç hali” demek istedim. Merkez sağı bu üç eğilimle de tanımlamak yanlış olmaz.) çatısı altında toplayacaktı.
Bir “kadın”, bir “hoca” olarak “Dramalı dobra abla”nın 1996-1997'deki İçişleri Bakanlığı sırasındaki faili meçhulleri unutmuştuk bile. Hepimiz/hepiniz bir kredi açmadı(k)nız mı the Abla’ya: Merkez sağın yeni temsilcisi olacak, bir nevi ahir zaman Demirel’i, çağdaş Özal’ı, reenkarne Menderes’i olacaktı; bu bile AKP’nin iktidarını sarsmaya yetecekti. Merkez sağ Akşener’in etrafında toplanacak, sağ-cumhuriyetçi Meral Hanım, AKP’den ama asıl da MHP’den umudu kesmiş kitlelerle bir iktidar alternatifi yaratacaktı...
KÖTÜ
İYİ Parti bocaladı: İlk olarak MHP’nin “ayna-aksi”mi yoksa merkez sağın temsilcisi mi olduğuna karar veremedi. Parti hem merkez sağın dinamik temsilcisi olamadı hem de çakma-MHP olma sıfatını aşamadı. Akşener hem masadan kalktığı mart ayı başında hem de geçtiğimiz haftaki Kurultayda “kararlı-sert” lider imajını “zavallı-sinirli” genel başkana çevirdi. Elleri bile titreyen, sözlerini zor toplayan, sinirlerini zaptedemeyen bir (yok “lider” diyemem,) kadıncağız vardı karşımızda. Bağırdı, çağırdı, elindeki çuvaldan çıkardığı belgeleri, elleri titreyerek masanın üstüne döktü. Tıpkı geçtiğimiz mart ayında ağzından çıkanı kulakları duymayan, “laf anlamaz ormancı çeker kafayı” tadındaki (hadi karşımızda önce bir “hoca” sonra da bir “kadın” var) bir “lider” var. Lakin yine tekrar edeyim: Akşener hem mart ayındaki masadan kalkışında hem de dünkü kurultayda sakin, kararlı bir “lider” profili çizemedi. “Millete dönmek” sözünün dışında hiçbir şey söylemedi; CHP’ye çattı, Erdoğan’a çattı, partiden ayrılanlara çattı, ayrılmayanlara çattı, kendisini eleştirenlere çattı... Vurdu, kırdı, döktü. Sahi, nedir “millete dönmek” millete nasıl dönülür, belagatten başka nedir “millete dönmek”? Hiçbir şey, hiçbirşey, hiçbirşey...
ÇİRKİN
Geçtiğimiz haftaki 3. Kurultay kanımca tam bir fiyaskoydu. Akşener kendisini uyaran herkesi tehdit etti: Ona göre partiyi eleştiren herkes, kendisine ve İYİ Parti’ye ayar çekmeye çalışan provakatörler. Kendisini eleştiren tüm medyayı ve partililerini şöyle hedef aldı Meral Hoca: “...bana yar olmayan kara toprağın diyen, partimizi yerle bir eden, partimizi yandaş televizyonlarda, bizimle ilgili ahlaksız görüşleri olan yerlerde... partimizi her türlü iftiranın karşısında bıraktınız... Diyorsunuz ki bana yar olmayan kara toprağın... Siz kim Türk milliyetçiliği kim, siz kim Türkiye kim, siz kim Türklük kim, saygısızlar!" Meral Hoca bundan sonra artık temelli itidalini kaybetti.
Değerli hocam, saygıdeğer hanımefendi, kusuruma bakmayın, benim/bizim gibi “İYİ Parti’yi eleştirmekten bir çıkarı olmayan” bir siyasal beklentisi olmayan, İYİ partiyi eleştirerek parti içinde bir yere gelmeye çalışmayan insanlardan yararlanmak zorundasınız; efendim anlatabiliyor muyum “zo-run-da-sı-nız”. Akademisyenlerin, sizi eleştiren bilim insanlarının, yazarların, gazetecilerin sizin hasmınız olmadığını anlamak zorundasınız; bunu bir akademisyen olarak söylemek istiyorum. Bizleri tehdit etmekle, ağzınızdan köpükler savurmakla varabileceğiniz bir yer yok; samimiyetle yok.
Gerçek akademisyen “muhaliftir” iktidarın muhalifi değil, herkesin, muhalifidir. Çünkü muhalif olmak, skeptizm, bir entelektürel düşünme biçimidir; siz de bir tarih hocası olarak bunu biliyorsunuzdur. Biz AKP iktidarının da, sizin de, CHP yönetiminin de, TİP yöneticilerinin de, MHP’nin de… hepsinin “muhalifiyiz”. Çünkü elinize eleştiriyi almazsanız, bilim yapamazsınız. Eleştiri kuru bir siyasi iktidar eleştirisi değildir. Hani gençlik -Z Kuşağı- diyor ya Meral Hocam “alayına isyan” demeden, belki tam da Mandıra Filozofu Mustaaali gibi değilse de akademik anlamda “her şeye karşıyım kardeşim!” demeden bilim yapılmaz. Siz de bir bilim-ablamız olarak elbette bunu biliyorsunuzdur.
Sakinleşin sevgili hocam. Kimse sizin “düşmanınız” değil. Size muhalif olup İYİ Parti genel Başkanlığı’nı zapt etmeye çalışmıyor da. Eleştiri entelektüel bir tavır; sosyal bilimlerin (ve dolayısıyla da siyasetin) bizzat kendisidir. Sorun eleştirilmek değil, pohpohlanmaktır.
İYİ Parti lideri olarak ne yaparsınız, ne yapamazsınız umurumda değil ama akademinin eski bir üyesi olarak tahammülsüzlüğünüz umurumda; sizi eleştirenleri yerle bir etmeniz bir işinize yaramaz. Tarihçisiniz Hocam; tarihi tarihçilerin yazdığını benden iyi bildiğinize eminim. Tarih, bu Kurultaydaki tavrınızı, tahammülsüzlüğünüzü, kontrolsüz sinirinizi, kontrol sorununuzu da yazacaktır.