İyi ne kötü ne: Boğa Boğa

Kusurlarıyla beraber, örneğine az rastladığımız türden, baştan sona soluksuz izlenen ve alttan alta bir meselesi de olan bu filmi “Boğa Boğa” izlemenizi tavsiye ediyor, mahkum olmadığımız bir haksızlıklar iklimindense mümkün mertebe "iyi tarafta" kalarak karanlığı yara yara çıkabilmemizi diliyorum.

Zehra Çelenk zcelenk@gazeteduvar.com.tr

Prömiyeri 42. İstanbul Film Festivali’nde gerçekleşen, “Ulusal Yarışma”da da favorilerimden olan “Boğa Boğa”, festivalden ödülsüz ayrıldı. Önceki yazımda değindiğim gibi, bu dalda ödül alan tüm filmler ödüllerini fazlasıyla hak ettiğinden, hiç sorun yok. Zaten buralarda “Netflix filmi” gibi festivaller açısından çok tartışmalı başka öğeler de giriyor devreye ki bambaşka yazıların konusu. Ben şahsen filmi Netflix Türkiye yapımları ortalamasının epey üstünde bulduğum gibi, ayrıca ve bir başına, film olarak da beğendim.

Boğa Boğa/ Kıvanç Tatlıtuğ, Funda Eryiğit, Hakan Günday ve Onur Saylak

Onur Saylak, Hakan Günday ikilisinin işleri arasında şu ana dek ısınamadığım tek yapım “Uysallar” oldu. İkilinin farklı ve özgün temalar, buluşlar yakalayıp bunları da olabildiğince iyi biçimde işleme becerisini, gerilimi hem senaryo hem de reji düzeyinde çok iyi kullanmalarını, hikayelerine (bazen bir tık boldlu, italikli mesajlar halinde de olsa) “toplumsal” olanı yedirme becerilerini beğeniyorum. Sıklıkla yüzeysel görünme riskini de göze alarak (ve bence bunu aşarak), bilerek “büyük”, abartılı hamleler yapmaları da artık imzalarına dahil bir şey oldu. Bu ikili imzanın pek ısınamadığım tek yanı, gayet cesur ve bu anlamda kendiliğinden konuşkan yapımları buna hiç ihtiyaç duymadığı halde hemen her defasında filmin/dizinin zaten layığıyla anlattıklarını bir de paragraflık “edebi metinler” halinde yerleştirme ihtiyacı duymaları. Boğa Boğa’da Assos’ta bir köye yerleşen (aslında saklanan) çiftin yörenin “Eyes Wide Shut” tipi sosyetesine takdim edildiği sahnedeki metin, bunun bir örneği mesela. Ama işte bütün “imzalar” böyledir, size yüzde 80’ini beğendiriyorsa kalan kısmın kusuru daha affedilebilir oluyor. Bir diğer zaafları da yerli dizi ve filmlerin ortak zaafı: Kadın karakterleri yeterince çok boyutlu ve derin biçimde işleyememek. Ki filme dair okuyabildiklerim arasında yaygın görüşün aksine ben Yalın (Kıvanç Tatlıtuğ) karşısında Beyza’nın (Funda Eryiğit), bazı önemli eksiklerine rağmen birçok filme oranla iyi işlendiğini düşünüyorum. Yine de son dönem kadın oyuncularımız arasında Yeşilçam türü “hem alaturka hem modern” bileşimli yüksek cazibesine eşlik eden yeteneğiyle Funda Eryiğit’in malzemesinin yeterince iyi değerlendirilemediğini düşünüyorum, genel olarak.

Funda Eryiğit, Kıvanç Tatlıtuğ / Boğa Boğa 

Filmin her manada başrolü, ismine tezat “yalın” bir tek hücresi bile olmayan, koyu gri karakteri canlandıran Kıvanç Tatlıtuğ’uysa ‘tuğmayın’ gitsin! Şahsen Kuzey Güney’den beri çok beğeniyorum. “Alemlerin en yakışıklı sarışını benim” demiyor, rollerine dört elle sarılıyor. Fiziğini hem koruyor hem de onun üstüne çıkıyor. Jön tipi zaten çok müsait olduğundan “iyi” karakterlerde mutlaka kurtarıyor ama “serseri/tekinsiz/“kötü” karakterlerde de iyi iş çıkarıyor. Yetenekli olduğu bence kesin, “ne kadar” kısmı tartışılabilir ama fiziğini de yeteneğini de aşmak, taş taş üstüne koyarak ilerlemek bence bir oyuncu için şahane bir bileşim. Böyle az starımız var. Bu yolda devam diyorum.

Ay Yapım’ın daima bir prodüksiyon, tasarım kalitesi vardır ama bu filmin onların da son dönem işleri arasında en beğendiklerimden biri olduğunu söylemeliyim. Çünkü senaryo ve reji ikna etmezse başka birşeycik edemiyor, kurmacanın kuralı bu.

Biraz filmden bahsedelim. (Haliyle bu noktadan itibaren epeyce spoiler da vereceğim.) Yalın ve Beyza, tahminen 30’larının ikinci yarısında, gayet iyi koşullarda yaşadıklarını anladığımız İstanbul’dan yatırım yöneticisi Yalın’ın karıştığı karmaşık bir dava nedeniyle bir Assos köyünün şömineli köşk evine sığınmış, görünürde bembeyaz bir çifttir. Yorgun ikilinin her açıdan bir “ikinci şans” peşinde olduğunu anlarız. Hem başındaki davanın yarattığı içsel karmaşa hem de görünürde düz hatta yer yer çocuksu/sarsak karakteri nedeniyle bu çiftin baskın kişisi Yalın değildir. Tutkulu sevişme sahnelerindeki “roller” aracılığıyla da kolaylıkla anladığımız gibi ne istediğini daha iyi bilen, güçlü taraf Beyza’dır.

İkilinin diyalogları ve parça parça izlediğimiz TV haberleriyle serimlediği gerçekler konusunda çok ketum davranıyor senaryo. Bunun bir eksiklik değil, filmin geriliminin gayet bilinçli, önemli bir parçası olduğunu düşünüyorum. Bir anlaşma yaparak ve belli ki paydaşlarını “ele vererek” bir süre ortadan kaybolmak zorunda kalmış Yalın, kendini olmadık işlerin içinde bulmuş aslen sıradan hatta iyi bir adam ve “kurban” mıdır yoksa şeytanın sağ bacağı mı? Bu tür bir zenginliğin de,  Çiftlikbank tipi bir dolandırıcılığın da saf adamın işi olmayacağı kesindir de acaba ne kadar suçludur? Oyunu mu kurmuş yoksa bir noktada oyuna mı getirilmiştir? vs. Bu kısımlar bilerek müphem bırakılırken olayları, kendini (ve eşini) giderek vahşileşen olaylar karşısında “boğa boğa” savunmak zorunda kalan Yalın’ın bakış açısından gördüğümüzden bu koyu gri karakterle giderek özdeşleşiriz. Sığındıkları bu köy dahil ülkede pek çok kişinin canını yakmış bir dolandırıcılığın bizzat tasarımcısı olduğunu anladığımızda da değişmez artık bu durum.

Kıvanç Tatlıtuğ / Boğa Boğa

Beldenin ikiyüzlü zenginleri daima gücün ve paranın yanında yer alarak çifte sahip çıksa da Yalın evden dışarı adımını attığı anda onun yüzünden her şeyini kaybetmiş bir vatandaş tarafından mümkün her yolla katledilme tehlikesi altındadır. Jandarmanın da gayet rahatça ifade ettiği gibi onu koruyacak hiç kimse yoktur burada, ölüm her an ensesindedir. Bu kendi psikolojisiyle bile başa çıkabileceğinden emin olmadığımız, buhranlar içindeki adamı, tek tek tüm tehlikeleri bertaraf ederken görürüz akabinde. Kürekle, taşla, elle, “boğa boğa” bütün rakiplerini alt eder ve cesetlerini de geçici olarak ortadan kaldırır. İki cümlesinden biri “Yalın bak bana ne olursa olsun bana bir daha asla yalan söyleme” olan karısı Beyza’ya da hiçbir şeyi anlatmaz, tek suç ortaklığı seyirciyle kurulur.

Javier Bardem türü “cazip kötü”yü o kötülükten ürkerek ve büyülenerek izletmek kolay, aslen iyi/sıradan adam olmadığını anladığımız noktadaysa bu tür koyu gri bir karakterle seyirci arasında özdeşlik kurmak çok zordur. Bu türün şahikası Ripley karakteridir ki eşsiz Highsmith kaleminin yanı sıra o hikayedeki alt orta sınıfın söke söke, gerekirse kimlik değiştirerek sınıf atlamasının cazibesi çok önemli bir noktadır. Burada Yalın’la özdeşlik kurmayı filmin yukarıda anlattığım, hem senaryo hem reji hem de oyunculuk düzeyindeki başarısına borçluyuz.

Kıvanç Tatlıtuğ / Boğa Boğa

Deniz yoluyla mülteci kaçakçılığı üzerinden de toplumsal meselelere ve bu arada “Daha”ya selamları var filmin.  “Göz yumma”nın maalesef yerleşik bir adalet hissi nedeniyle değil sadece kazanan tarafta olup olmamakla ilgili olması ve bu konudaki toplumsal ikiyüzlülük de çarpıcı final sahnesinde anlatılıyor. Bu desen değişmedikçe, adaletin ve hakkaniyetin değil sadece kendi hakkının peşinde koştukça evet “Yalınlar her yerde yaşar/ Yalın’ın kötü günü olmaz” dedirtiyor film, bunu da gayet tutarlı biçimde yapıyor. Yine de gönül isterdi ki evet belki insan malzemesi belli ama finalde olan biteni izleyen köpüş dışında da “itiraz eden”, en azından masaya oturmama onurunu gösteren bir tek karakter bulunsun. Bu politik umut da, kötülüğün sıradanlığı kadar gerçekçi çünkü.

Filmin temelde en “dürüst” karakteri olduğunu final sekansındaki ters köşeyle anladığımız Beyza’nın aslında baştan iyi kurulmuş motivasyonlarına da keşke daha iyi vakıf olabilseydik ve bu karakter daha iyi derinleşebilseydi.

Bu kusurlarıyla beraber, örneğine az rastladığımız türden, baştan sona soluksuz izlenen ve alttan alta bir meselesi de olan bir film bu. “Boğa Boğa” izlemenizi tavsiye ediyor, mahkum olmadığımız bir haksızlıklar iklimindense mümkün mertebe iyi tarafta kalarak karanlığı yara yara çıkabilmemizi diliyorum. 

Tüm yazılarını göster