Sessizliğin soluklanabildiği ender sokaklardan birinde yaşıyorum. Bu sakin sokaktaki metruk bir eve sığınmasına olumsuz gözle bakılmamış bir kişinin, yıllar içinde yoldan geçenlere içecek satışının yapıldığı bir ticarethane kurması ve her gün saatlerce yüksek sesli müzik yayını yapması kimsenin hoşuna gitmedi. Kendisini uyaran mahalleliye karşı takındığı kaba, küfürbaz, arsız tavır polise haber verilmesi ile son buldu. Bu adama, mahallelinin “hep iyi” davrandığı yönünde yapılan bir yoruma polis memuru şu efsane yanıtı verdi:
“Belli oluyor. İyilik görmemiş olsa haddini aşmakta bu kadar ölçüsüz davranamaz, çekinirdi.”
İyiliğimizin, kötülük ile yanıtlandığı örnekler boldur hepimizin yaşantısında. “Cehenneme giden yolun taşları iyilikle örülmüştür” gibi özlü sözler vardır. Niçin böyledir? Yazıyı, sonuna kadar okuyacak vakti olmayanlara hızlı yanıt: Uzunca bir süre, sevginin önüne yasayı koyun. Binlerce yıllık insanlık birikimini “mavi veya kırmızı” hapı içerek kavramaya çalışanlar gitti, baş başa kaldık. Size iyi bir haberim var: iyi olmak kolay ama zor.
İyi, iyi olma belirlenimini iradeden/istenç alır. İrade, bütününde evrenin ereği ile bir ve aynı ereği taşır; varoluşun ereği iradenin ereğidir. İyi “tüm bilinçlerin” değişmez sabit özüdür. Hemen örneklendirelim: Oğlunun askerde şehit olmaması için dua eden bir anne, kendisi için iyi olanı istemektedir. Kendi oğlu ölmezse, başkasının oğlu onun yerine ölecektir. Bu masum duaya oturan ana, tüm bilinçler için sabit bir öz olarak İyi’yi istemek yerine; tekil bilincin kendi çıkarlarını ön planda tutan isteklerinin, boş ve devinimsiz kötülük aşamasında takılıp kalmıştır. Sert bir örnek oldu, işte iyi olmanın zorluğu burada. İyilik, “yumoş” bir hâl değil; aksine, Zülfikâr’ın diyalektiğidir; ucunun ikili çatal imgesinde, örtülü bir simgedir.
Çevresindekilere sürekli olarak iyilik yapan insanlar vardır; özellikle kendisine benzeyenlere yapılmaktadır bu iyilik. İyilik yapmak başkalarının yaşantısını kontrol edebilme olanağını doğuracağı için; tercihli iyilikte cesaret, eksik olandır.
Benimle çok iyi olan bir insana, başkaları ile nasıl olduğundan bağımsız bir karne vermek etik midir? Hızla özetlediğim tercihli iyilik hâli, fayda olgusunu barındırır; bu nedenle de kötülükten net bir biçimde ayrılmış değildir.
İyilik bir tamlık durumudur, haz duygusunun olumlanması demek değildir. Kötü, evrimini henüz tamamlamamış, kemaline henüz ulaşamamış yarım iyilik hâlidir. İrade/istenç kötü olanı isteyemez, kendisi için iyi olanı ister. Kötü olan da, kendisi için iyi olanı ister. Felsefi olarak kötülük ilk etapta iyilik ile bağıntılıdır. İçsel, zorunlu bağlantıları nedeni ile kötülük var olmak zorundadır; yoksa iyilikten söz edilemezdi.
İyiden sağlanan çıkar ya da hazzın, yarar düşüncesinden bağımsız olamayacağını vurgulayan Kant, iyi derken Ussal bir çıkarım olarak, salt kavram olarak hoşa giden İyi kavramından söz eder. Bilge bir tutum içinde olmaya özenmek bu nedenle önemlidir. Descartes, Prenses Elizabeth’e yazdığı mektupta bilgelik için iki şeyin gerekli olduğundan söz eder: anlayış ve bu anlayışı daima takip etmeye hazır irade. Spinoza ise; zenginlik, ün ve zevkin genellikle summum bonum (en yüksek iyi) olarak değerlendirildiği ve bunun zihinimizin tuzağı olduğu konusunda bizi uyarır: “Bu üçü ile zihin öylesine meşgul olur ki, artık herhangi bir iyiyi düşünemez olur.” Konuyu derinliğinde kavramak isteyenlere Platon’un “Philebos” isimli diyaloğunu okumalarını öneririm.
İradenin istediği iyinin, vicdan/duyunç filtresinde doğru olarak tanımlanması, tine/ruh güzel olarak yansır. Yani akılda iyi-kötü olarak belirlenen (felsefe), eylemde doğru-yanlış (bilim), ruhta ise güzel-çirkin (sanat) olarak algılanacaktır.
Tasavvufi uygulamalarda, kişinin kendisine iyi kavramını konu etmesi, tevhide giden ilk basamağa erişmiş olduğunu gösterir. Tevhidi Efal, kişinin fiillerini birliğe getirme çalışmasıdır; bu, aşkın bir ilkenin çatısı altında toplanmaya rıza göstermektir. Tikelin ancak tümel altında anlamlı olduğunun kabul edilmesidir. Temel ilkesi “hayr” ilkesidir. Bir sonraki basamak Tevhidi Sıfat’tır. Bu aşama düşüncede “doğruluk” ilkesi üzerinde temellenir. Son aşama olan Tevhidi Zât, güzelin bir sonuç olarak ortaya çıktığı aşamadır.
Tevhidi Efal’e yaraşan bir örneği, J.J. Rousseau’nun “Yalnız Gezerin Hayalleri” isimli kitabından verelim: “Dün ve bugün vardığım müşahedeler kanaatimi o derece teyit ediyor ki, şimdiye dek ancak insanların kötülüğünden doğduğuna hükmettiğim halleri, Tanrı’nın hikmeti belli olmaz emirlerinden biri diye görmekten kendimi alamıyorum.”
İyi, doğru ve güzel birbirinden ayrılmayan üç ilkedirler. Güzel’in hakiki ve özgür olması, hakikatin kendisini, hakikat olarak bir kez daha yaratmasıdır.
Hannah Arendt’in şu müthiş özeleştirisini hatırlamakta fayda var: “Herkes yanıldığımı kanıtlamaya çalışıyor ama hiç kimse gerçek hatamı fark etmedi: Kötülük hem sıradan hem de radikal olamaz. Kötülük sadece aşırı olabilir. Asla radikal olamaz. Sadece iyilik içten ve radikal olabilir.”
İyi olmaya çabalamak, semptomları yorgunluk, tükenmişlik olan bir hastalıktır. İnsan sâde ve basitçe iyidir Zât’en. Bilgelerin “Zorluğu, kolaylığındandır” dediği yer. Çalışmak, bir konu üzerinde dikkatleri yoğunlaştırma becerisidir; akıl gerektirir, azim gerektirir. Akıl faal olduğunda kötülükten uzaklaşır. Çağımızdaki yaygın kötülük, tembelliktir.
Her yazımda, sabit bir noktaya ayak basmalı, sağlam bir köke yapışmalı deyip duruyorum. Bu çalışmalarda ne kadar yol aldığımıza bir turnusol kağıdı olarak, İsmail Emre’nin şu sözünü bırakarak bitireyim: “Yol almak istersen: Sana yapılan kötülükleri ve yaptığın iyilikleri unut, sana yapılan iyilikleri ve yaptığın kötülükleri hatırla.” İyi ve kötünün sayfalarca yazılabilecek diyalektiğinin bilgece bir özeti.