'İyi Parti' bekleme odasında

Parti programı, kurucular kurulu, salondaki atmosfer, medya ilgisi ve Akşener'in konuşması başlıkları arasında, İyi Parti'yi en fazla anlatanın yine Akşener'in konuşması olduğu söylenebilir. Ama en çarpıcı olan 16 Nisan'ın 1946 seçimlerine, Erdoğan'ın durumunu da postmodern milli şefliğe benzetilmesiydi. Erdoğan'ın giderek koyulaştırdığı kişiselleşmiş iktidarının "milli irade" ile oluşturduğu tezat, AKP'nin yumuşak karnı olarak tespit edilmiş görünüyor.

Kemal Can kcan@gazeteduvar.com.tr

25 Ekim 2017 tarihinde, Türkiye yeni bir siyasi partiyle daha tanıştı: İyi Parti. Meral Akşener, MHP içi muhalefet olarak başladığı ve yaklaşık iki yıl süren hareketli bir sürecin sonunda partisini kurarak yeni bir yola girdi. Kurucular kurulu ve programı açıklanan yeni partinin siyasi etkileri konusundaki iddialar, spekülasyonlar, beklentiler ve belki de endişeler, hayli geniş bir çevre tarafından dikkatle izleniyor. Bu partiye oy vermesi pek beklenmeyecek çok farklı muhalif odaklardan, yurtdışındaki politik gözlemcilere kadar geniş bir yelpazedeki aşırı ilgi, bu gelişmeden iktidarı sarsabilecek bir sonuç beklenebilir mi sorusuna odaklanıyor. Bu yüzden, yeni bir siyasi parti için sorulması beklenen ilk soru "ne söylüyor" olması gerekirken, İyi Parti için ilk soru; "ne yapabilir" oluyor.

Açıklanan parti programı, kurucular kurulu listesi ve Akşener'in konuşması da kaçınılmaz olarak gösterebileceği performans açısından değerlendiriliyor. Bu çerçevede, Ankara'daki kuruluş etkinliğinde, birkaç ay önceye göre beklentiyi aşan fazla işaret olmasa da, aksi yönde bir tablo olduğu da söylenemez. Ne patlama, ne fiyasko; ne gümbür gümbür gelen, ne fıslayıp sönen var; sadece ilginin de, soruların da bitmeyeceği bir eşik daha geçildi.

Öncelikle, hem ortaya çıkışı itibariyle hem de üzerine yerleştiği beklentiler dolayısıyla bu partinin mecburiyetlerin ürünü olduğunu akıldan çıkartmamak gerek. Akşener, böyle tercih ettiği ve buna çok hazırlandığı için bir parti kurmuş değil. Yaptığı konuşmada da söylediği gibi, "yol kapandığı için bu yolu açmak zorunda kaldı." Akşener'in MHP kongresinde lider adayı olmasının engellenmesi ve partiden dışlanarak kendine "yol" aramaya zorlanması, asıl olarak Erdoğan'ın siyasi ve hukuki desteğini almış Bahçeli'nin isteğiydi. Hatırlanırsa, Akşener'in meclis başkanlığı için aday olacağı kulislere yayılıp bunun cezası olarak listelerden silindiğinde, Bahçeli yine "dışarıyı" işaret etmişti. Olağanüstü kongre sürecinde de, sık sık "git partini kur" diyerek baskıyı devam ettirmişti.

En güçlü müttefiki ve kritik destekçisi haline gelen MHP'nin muhalefet bloğunda kalma olasılığından hoşlanmayan Tayyip Erdoğan'ın da tercihi aynı yöndeydi. 16 Nisan referandumunda Akşener'in başını çektiği MHP muhalefetinin "hayır" kampanyasına sağladığı katkıya rağmen, Bahçeli - Erdoğan ikilisinin bu kararlarından pişman olduklarına dair bir işaret yok. Çünkü 16 Nisan sonuçları gösterdi ki, tersi bir durumda her ikisi de kesin kaybetmiş olacaktı. Henüz kazanıp kazanmadıklarını bilmiyoruz.

Gelelim, Ankara'da yapılan kuruluş etkinliğinin gösterdiklerine. Parti programı, kurucular kurulu, salondaki atmosfer, medya ilgisi ve Akşener'in konuşması başlıkları arasında, İyi Parti'yi en fazla anlatanın yine Akşener'in konuşması olduğu söylenebilir. Pozisyonu ve beklentiyi korumak için kaleme alınmış konuşmaya küçük ipuçları ve semboller yerleştirilmişti. Kurucular kuruluna istendiği kadar yansımamış "merkez sağ parti" görüntüsü, konuşmanın "selamlama" kısımlarına ve siyasi tarih okumasına gömülmüştü. Milliyetçilik dahil hiçbir ideolojik etikete ismiyle yer verilmeden kolay tanınacak "merkez sağ" sembollere atıflar yapıldı. Ama en çarpıcı olan 16 Nisan'ın 1946 seçimlerine, Erdoğan'ın durumunu da postmodern milli şefliğe benzetilmesiydi.

Erdoğan'ın giderek koyulaştırdığı kişiselleşmiş iktidarının "milli irade" ile oluşturduğu tezat, AKP'nin yumuşak karnı olarak tespit edilmiş görünüyor. "15 Temmuz'da millet devleti sokaktan topladı" sözü de, bu zayıflığa yüklenme dozu hakkında bir fikir veriyor. Akşener, tıpkı MHP içinde Bahçeli'ye muhalefet ettiğinde olduğu gibi, çizgi değişikliğinden çok aktör değişimi, yapısal karşı çıkış yerine uygulama eleştirisi sınırında durmaya çalışıyor. Programda, "rahatsız" muhafazakâr seçmen için yumuşak geçiş konforu ve "kazanımlardan geri gidilmeyeceği garantisi" dikkat çekiyor. Akşener'in konuşmasında işaret ettiği "yorgun Türkiye" vurgusu da, programının "amacımız" kısmında açık bir restorasyon vaadine dönüşüyor. Fazla yeni rahatsızlık çağırmadan, şikayetlere karşılık verebilme arayışı.

Sadece muhalefet partisi olma, hatta mevcut muhalefet bloğundaki oy paylaşımı üzerine politika kurmanın yaratacağı "ölü doğum riski", program ve kadro açısından altı tam doldurulamamış olsa da, "bunlar gidici, biz iktidara yürüyoruz" söylemi ile karşılanmaya çalışılıyor. 90'lı yılların başlarındaki DYP - ANAP gerilimini tekrar etmeyi deneyen bir pozisyon bu: Seçmenin kendiliğinden veya konjonktürel etkilerle aktör değişimine (veya mevcut durumdan zarar göreceğine) ikna olmasını beklemek. Belki yolsuzluk ve "tek adam" suçlamalarıyla biraz kışkırtmak. "Eğer yolunuzu değiştirirseniz buraya gelin" demekle, bunu talep etmek arasındaki açı az değil.

"Kendiliğinden akış" olmadığında, İyi Parti'nin AKP'den kopmayı zorlayacak ataklığa, imkâna sahip olmadığı gibi -belki de biraz bu yüzden- politik agresyonu yükseltmeye pek hevesli görünmediği ortada. Burada 15 Temmuz ile birlikte itildiği savunma pozisyonundan hâlâ tam çıkamamış olmasının ve yeni ataklarla karşılaşma olasılığını hesaplamanın etkisi olduğu düşünülebilir. Ancak, eğitim meselesine verilen ağırlık ve kadınlara özel vurgu gibi AKP'nin nispeten zayıf olduğu alanları kullanma çabasının izleri de görülüyor. Özet olarak; uygun muhalefet pozisyonu için beklemenin yanlışlığı görülmüş ama uygun iktidar seçeneği olarak beklemeye çare üretilememiş. Bunun ne kadar ikna edici olabileceğini daha ilerde göreceğiz.

Bu riskli bekleme pozisyonu ilk bakışta hayli sorunlu görünse de, konjonktürel olarak beklenmedik fırsatlar üretmeye de aday aslında. Zaten araştırmalarda Akşener'in "potansiyel desteğinin", gerçekleşen desteğin çok çok üzerinde çıkması bu yüzden. AKP'den kopanları beklemek, konjonktürün iktidar aleyhine gelişme olasılığı ve bu alanda fazla aday olmaması yüzünden fena bir politik yatırım alanı olmayabilir. Üstelik bu alanı İyi Parti'nin tutması referandum sürecinde olduğu gibi, CHP'yi de politik olarak rahatlatabilir. MHP'nin irice bir parçasını kopartmış, CHP'nin zaten orada olması tuhaf olan rahatsız "ulusalcı" kısımlarını çekmiş, hâlâ kalmışsa dağınık haldeki seküler merkez sağ seçmeni toparlamış, referandumda hayır vermiş AKP'lileri tabanına katmış İyi Parti, muhalefet bloğuna önemli bir zarar vermeden baraj sınırına yaklaşan bir desteğe ulaşabilir (şimdilerde ölçülen de yaklaşık böyle bir profil sanırım).

Bu, AKP tabanında oluşacak bir çözülmeden akacak desteği toplamak için fena bir bekleme rampası sayılmaz. Mevcut iktidardan kurtulma ihtiyacını acilleştiren "tehlike sirenleri" çalmaya başladığında veya şimdilerde bizzat Erdoğan eliyle yürütülen AKP'nin imha süreci kontrolden çıktığında beklenmedik bir İyi Parti sıçraması izlenebilir. Ancak fırsatlara göre siyaset yapınca, sıçradığınızda düşeceğiniz yeri belirlemek zorlaşır. Tıpkı şimdi iktidarın içinde olduğu durum gibi.

Tüm yazılarını göster