“Artık bunun da uzun boylu tartışması olmaz, herkes bundan aşağı yukarı aynı şeyi anlar” denebilecek tek kavram bile kalmasın diye, Meral Akşener ve beraberindekiler, partilerine “İyi Parti” adını koydu. Böylece onlar iyi, başkaları kötü oldu. Tabiî büyük harfle yazıldığında İYİ’nin Orta Asya bozkırlarından esintilerle milliyetçilerin yüreklerini serinletmesi gibi bir ilave getiri de işin içinde vardı. Ancak, beklenebileceği üzre, görüldü ki, zaman içinde ortada yalnız -Akşener & Co. işleri karıştırmadan evvel- bildiğimiz anlamıyla “iyi” kaldı.
Tam da buna dayanarak, partinin sözcüsü, dün İstanbul/Bağcılar’da standlarına yapılan saldırının faillerini “kötüler” diye niteledi: “Bağcılar İlçe Başkanlığımızın imza standına kötüler tarafından bıçaklı saldırıda bulunuldu. Kötüler demokratik bir yarışı gençlerimiz arasında tehlikeli bir sürtüşme alanına taşıyorlar.”
Bahsedilen “kötüler”, hemen karşıdaki MHP standının yanında toplanan yaklaşık yüz kişilik grup oluyor. Yani MHP’li Ülkücüler. Bunlar, “İyi” partililere saldırdıkları için kötüler. HDP’ye saldırdıklarında onlara kötü diyen çıkmıyor.
HDP, İyi Parti’ye yapılan saldırıyı kınadı. Aksi olsa “iyiler” kınar mıydı? Hiç sanmıyorum. Daha dün HDP’lilere, evvelsi gün de hepimize beraberce saldıran insanlar bunlar. MHP dediğimiz şeyin 1980 öncesi kanlı marifetleri sahici bir soruşturma ve yargılama ile ortaya dökülse Türkiye’de devletin nasıl işlediği öyle bir günyüzüne çıkar ki, herkesin bir yerine inme iner, en azından dili tutulur. Abdi İpekçi’nin Ülkücü katilinin çok yüksek güvenlikli askerî cezaevinden asker üniforması giydirilerek “kaçırılması”ndan başlanabilir, eğer böyle bir niyet varsa. Çetin Altan rahmetli, bu hadiseyi “devletin sıfırlandığı an” diye nitelerdi. Üstadın dediğini şuna çevirebilirsiniz: hukuku olmayan silahlı yapıya devlet denmez.
Dönelim “iyi” Ülkücülere. İyi Parti’nin kimi üst düzey simaları, saldırı üzerine çeşitli sözler söylediler.
Parti sözcüsü, “gençler arasında tehlikeli sürtüşme yaratıyorlar” yollu sözlerini şöyle sürdürdü: “Üstelik bunu başka anaların çocuklarını kullanarak yapmaya çalışıyorlar.” Ne demek istedi? Yoksa İyi Parti sözcüsü, gençleri militanlar olarak eğitip birilerine saldırtmaya karşı çıktı, hattâ bütün olarak askerlik kurumunu tartışmaya mı açtı bu sözleriyle? Başka anaların çocuklarını kullanarak bambaşka analara bir şeyler yapıldığında itiraz etmiyorlar zira.
Sözcü bu beyanıyla yarattığı imaj yalpalamasını az ileride yumuşattı: “Türk milletine sükûnet tavsiye ediyoruz.” Ne kadar tanıdık söz! Hani ahali -genellikle görünürde birtakım Ülkücülerin, perde gerisinde “vazifeli”lerin ittirmesi ve teşvikiyle- galeyana gelir, bir linç seferine çıkar, devlet o esnada bunu gerekli görmez veyahut sakıncalı bulur, polis kalabalığı durdurur, saldırgan faşistler nezdinde itibarlı birileri çıkar, o anda o kalabalığın temsil ettiği varsayılan “Türk milletine” şu yukarıda adı geçen şeyi tavsiye eder. Bu sükûnet bazen HDP ilçe binasındaki tabelanın indirilmesi, bazen eşyanın tahribi, bazen kundaklama, kimi zaman da mâkûl seviyede kafa göz yarma vs. ile temin edilir. Saldırganlar nezdinde itibarlı şahsın “Türk milleti” olarak adlandırdığı grup ezcümle basın nezdinde de “vatandaşlar”dır. Bildiri dağıtan solculara faşist bir grup saldırdığında “vatandaşlar tepki gösterdi” denir. Polis müdürü gelir, “vatandaşları yatıştırdı” olur. Filan… İyi Partili şahsiyet de partililerine. “demokrasiye gönül verenlere” falan değil, “Türk milletine” tavsiye ediyor o “sükûnet”i. Çünkü “millet” her an “şahlanıp” -Kahramanmaraş’taki “kısrak” gibi- “kötüler”in cezasını verebilir. Ayrıca, İyi Partili şahsiyetimiz, “Türk milletine” seslenme makamındadır.
Bu defa “kötüler” öyle şahlanılıp bildik alışıldık yöntemlerle kahredilecek birileri değil, yarın öbür gün kazanılması umulan birileri olduğundan, “iyi”lerin işi zor; durum karmaşık.
Bir başka üst düzey “İyi” Parti’li, “akan her damla kanın sorumlusu” ilan ettiği Devlet Bahçeli’yi kastederek -ne zamandan bu yana ve kimlerin kanı, belirtmeksizin- şunları söyledi: “Vatan hainlerine gösterdiği hoşgörünün binde birini ülkücüye göstermekten kaçınan ve devlet-millet düşmanlarına dümen tutmak için sokaklardan çektiği çocukları bizlere saldırtmak için sokaklara süren her kimse hain ve alçaktır.”
“Çözüm Süreci” ve devletin Kürt politikasının görece yumuşadığı dönemlerde MHP liderinin Ülkücüleri silahlarıyla satırlarıyla sokağa dökmemiş oluşunu eleştiriyor. Bahçeli’yi herhalde can evinden vurmak üzere ortaya sürdüğü motif, “vatan hainlerine hoşgörü göstermek”! MHP lideri, “devlet-millet düşmanlarına dümen tutm[uş]”! “İyi” Parti’nin yetkilisi, buradan vuruyor onu. “Çocuklar”ı “sokaktan çekmiş”; bak bak bak! Hakikaten ne iyi bir parti… Kime sesleniyor bu parti?
İşte burada, Türkiye’ye özgü olağanüstü acayipliklerden biriyle daha karşı karşıyayız. Sözlere bakılırsa seküler bir seçimli-parlamentolu rejim, demokrasi, hukuk devleti, haklar-özgürlükler isteyen muhalefetin azımsanmayacak bölümü, İyi Parti’ye pek iyi gözle bakıyor. Abdullah Gül’ün çatı adaylığı tartışılırken, “ölsem ona vermem!” diye konuşanların çoğu için Meral Akşener kabul edilebilir bir alternatifti. Yani Gül “kötü”, Akşener “iyi”, bizim “demokrasi cephesi”nin bir kısmına göre.
Elbette herkesin iyiliği-kötülğü tartışılır da, bu şahıslara ilişkin yargılar tartışmayla falan oluşturulmuyorlar, “kafadan” öyleler. Ve geçmiş faşistlikle güncel sınırların belirsizliği o kadar büyük kabahat değil!?
Hatırlamalıyız ki, Bahçeli ve MHP’si de, Gezi İsyanı’ndan hemen sonra, potansiyel muhalif “blok”un, 7 Haziran’dan sonra “Yüzde 60 Bloku”nun, bilahare “Hayır bloku”nun muhayyel aslî unsurlarındandı, birilerine göre. Bir kısım muhalif bugün Bahçeli’ye “ihanet etmiş” muamelesi yapıyor. Ne ilginç!.. MHP adlı örgütün “geniş” devlet örgütlenmesi içerisindeki -veya isterseniz: kıyısındaki- yerini hesaba katmadan konuşabiliyoruz.
Bir Kürt vatandaş geçenlerde ironik demenin pek hafif kaçacağı bir tweet attı, dedi ki (mealen): “Valla Kürtleri asit kuyularına atmayacağını söylerse Meral Hanım’a veririm ben oyumu.”
Bunun üzerine izahata kalkışmayacağım. Tam da o sevimsiz lafın yeri: Anladınız siz onu.
Görünen o ki, Meral Hanım, asit kuyularından bahsetmeye niyetli olmadığı gibi, siyasî istikbalini kurmaya “Kürt partisini ittifak dışında tutan büyük milliyetçi Ülkücü lider…” etiketini göğsüne yapıştırarak başlıyor. HDP barajı geçemezse, Meral Hanım ile, toplanıp birilerine saldırma anılarından kendilerini kurtaramamış partilileri sayesinde Tayyip Erdoğan büyük zafer kazanmış olacak. Bu durumda “İyi” Parti, Türkiye’nin dizginsiz tek adam diktatörlüğüne sürükleniş sürecinde nasıl bir rol oynamış olacak?
O meşum sorunun yeri geldi: Meral Hanım ve etrafında toplanan Ülkücü ekip bundan rahatsız mı olacak yoksa artık iyice yıpranan ve bağımsız şahsiyeti tartışmalı hale gelen MHP’nin geniş devlet şeması içindeki -yine, isterseniz: kıyısındaki- yerine mi talip olacaklar? Buna başka söz eklemeyeyim, siz bir zahmet soruyu tekrar okuyun.
Bitirirken, saldırıya uğrayan İyi Parti’lilere geçmiş olsun demek isterim. “Durun siz kardeşsiniz! Birbirinize vurmayın, haydi barışın, yine hep beraber bize saldırın,” diyemeyeceğim, müsaadeleriyle.
Şunu da eklemek isterim: “İyi” Parti’deki bazı insanlara haksızlık ediyor olabiliriz; bilemiyorum. Belki hakikaten hak-hukuk, adalet ve demokrasi konularında mâkûl bir çizgiye gelmişlerdir ve bu taleplerinde samimidirler. Sahiden böyle bir değişim geçirdilerse, bu memlekette Kürt diye birilerinin varolduğunu, milyonlarcasının HDP’ye oy verdiğini, cumhurbaşkanlığı yarışında yalnız bir adayın hapiste olduğunu, vs. de öğrenmiş olmalılar.
“İyi” Parti, bir kandırmaca, tuzak, bir Truva Atı mı yoksa müstakbel parlamenter demokrasinin esas partilerinden biri olmaya mı aday? Bu partiyle ilgili temel soru hâlihazırda bu.