Ülke gündeminin yerel seçimler sath-ı mailine girmesinden sora İYİ Parti’de tam anlamıyla çarşı pazar karıştı; tartışmalar, istifalar aldı yürüdü. İstifa edenler, görevden alınanlar; iş o kadar ayyuka çıktı ki, parti de gidenler kalanlardan fazla mı eksik mi anlamak zor. Akşener, kalan parti neferlerini derin kolda ikişerli sıra edip bir “sağdan say” komutu verse de herkes öğrense kaç kişi kaldı partide.
İYİ Parti'de bir kriz mi yaşanıyor ya da bir kriz varsa bu, The Apla’nın krizi mi yoksa partinin krizi mi bu hususta da ortalık toz duman. Parti’nin önemli kurmayları, teşkilatın önemli isimleri bir bir istifa edip Yavaş ve İmamoğlu’nu destekleme kararı aldılar bile. Bu çerçeveden baktığımızda, bir “CHP-İYİ Parti iş birliğinde” hiç de azımsanamayacak bir yol alınmış gibi görünüyor: Şu an İYİ Parti’nin bir yarısı ile CHP ile ittifak içinde dense yeridir. Seçimlere yaklaşırken İYİ Parti’nin öteki yarısından da fikir değiştirenler, CHP adaylarının desteklenmesi gerektiğini söyleyenler çıkacaktır.
Partideki istifa ve görevden almaların İYİ Parti seçmenini (elbette başka partilere oy vermeyi de tercih edenler olacaktır ama çoğunlukla) CHP’ye yönlendireceğini de söylemek yanlış olmaz sanırım. Sonuç olarak biraz sancılı da olsa CHP-İYİ Parti ittifakı gerçekleşiyor. Ankara’da Mansur Yavaş, İstanbul’da da Ekrem İmamoğlu İYİ Parti tabanı ve örgütünün kendilerine yönelik teveccühlerinin farkındalar. O yüzden de The Apla’nın “savaş ilanı”, “operasyon” gibi şizofrenik diline pek de itibar etmiyorlar. Her ikisi de başta İstanbul ve sonrasında Ankara’daki seçim sonuçlarının diğer illerdeki galibiyet/mağlubiyetin çok ötesinde bir anlam taşıdığının farkındalar.
Yaklaşan yerel seçimlerin iki marka şehri İstanbul ve Ankara: Buraları kazanan, seçimleri kazandığını ilan edebilir. O nedenle de hem İmamoğlu hem de Yavaş, İYİ Parti’yi de kapsayacak bir iş birliğinin tabanda gerçekleşmesi için çaba sarf ediyorlar. Akşener’in zırvalıklarına sessiz kalarak İYİ Parti tabanını kendilerinden uzaklaştırmamaya gayret ediyorlar.
Akşener ise artık çok net görünüyor ki itidalini yitirdi: Nisan ayında öve öve yere göğe sığdıramadığı İmamoğlu ve Yavaş’ı aralık ayında yerden yere vurması; CHP’li belediye başkanlarını CHP’ye rağmen aday gösterirkenki densizliğine rağmen şimdi bu isimleri İYİ Parti’ye operasyon yapmakla suçlayacak kadar pervasızlaşması, kendisine savaş açıldığını düşünecek kadar realiteyle bağını koparması, İmamoğlu’na “fırıldak” Mansur Yavaş’a “korkak” demesi… Hepsi ama hepsinin Akşener’in ruh hali ile ilgili olduğunu düşünüyorum.
Mayıs ayındaki seçimlerden sonra CHP ve Yeşil Sol Parti'de lider kadro baştan ayağı değiştirilmişti. Bu değişiklikler bu partilere yeni bir ruh ve yeni bir ivme katabildiler. Millet İttifakı’nın İYİ Parti ve CHP dışındaki üyeleri içinse zaten bir başarısızlık söz konusu değildi. Parlamentoda yer almaları mümkün olmayacak bu partiler ittifak mekanizması ile parlamentoda temsil edilmeye başlandılar. Geriye bir tek İYİ Parti kaldı. Akşener ise “suçlama”yı “hesaplaşma” sandı. Akşener bir anda Millet İttifakı bir yana ittifak sisteminin bizzat kendisinin yanlış olduğunu keşfediverdi. CHP 15 milletvekili ile İYİ Parti’ye destek çıkarken ittifaklara minnet duyan, İmamoğlu’na Yüksek Seçim Kurulu Üyelerine hakaret suçundan ceza verildiğinde Millet İttifakı ortaklarını bile beklemeden İmamoğlu’nun yanına koşarak istibdat ve hürriyet naraları atan Akşener, hitabetin yerine belagati koyduğu politik tiratlarında, ne kadar suçlarsa o kadar aklanacağını sandı. Parti kürsüsündeki bağır, çağır nutuklarının, herkesi suçlayan höykürmelerinin, kendi becerisizliğini ve kifayetsizliğini örtmek için atılmış politik tiratlar olduklarını herkesin fark edebileceğini de anlayamadı. Yerel seçimlere kendi adaylarıyla girme kararı alan Akşener, gitgide parti içindeki denetimi ve kontrolünü de kaybetti; “özü başı”yla seçime girecekken, gözü başı yara içinde kalmış bir lider-imitasyonuna döndü; dönmeye de devam ediyor.
Ortada duran apaçık gerçeğe rağmen, CHP ile yerel düzeyde ve sadece belirli illeri kapsayacak bir iş birliğinin bile kendi partisi için önemli olduğunu göremedi. O göremedi ama partinin diğer birçok üyesi bunu gördü görmeye de devam ediyor. Akşener, partideki hurucu da külhanbeyi tavırlarıyla bastırabileceğini düşünse, kimi zaman bıçağı gırtlağa saplamaktan, ihanetten vb. bahsetse de hurucu bastırmayı da başaramadı.
Millet İttifakı ve ittifaklar sistemini yerden yere vurarak genel seçimlerdeki başarısızlığını ve özellikle mart ayında Masa'dan kalkmasının ve sonra tekrar Masa'ya dönmesinin bile seçim yenilgisindeki rolünü izah etmekte aciz kalan Akşener, yaklaşan yerel seçimlerde Özgür Özel’in (başta Ankara ve İstanbul’da) teklif ettiği ittifakı elinin tersiyle itmesi sonucu başlayan dağılmayı da önleyemedi. Parti tam anlamıyla bir fetret dönemine girdi ve Akşener’in elinde CHP’ye kaybettirerek kendi gücünü test etmekten başka bir politika kalmadı. Akşener’in bu pespaye stratejideki tek kazancı “Bak bizimle ittifak yapmayınca CHP de kazanamıyormuş” diyerek sevinmek olacak.
Akşener “Ya tarih yazacağız ya tarih olacağız.” diyordu. Kesin olan şu ki “tarih” Akşener’i “yazacak”. Akşener gerçekten sadece bir genel başkan olarak değil, siyasal hayatın “tarihsel” bir aktörü olarak da aklımızda kalacak. Kalacak kalmasına da muhtemel ki biz sürekli olarak karar değiştiren, dün doğru dediğine bugün yanlış, bugün yanlış değine yarın doğru diyebilen ve bunda hiçbir beis görmeyen, sürekli olarak patinaj yapan, drift yapan, dönüp duran Akşener’i Türkiye’nin “vantilatör lideri” olarak anacağız.
Keyifli günler…