Roman konusunda kendime göre nemrut birisiyim. Haklı sebeplerim var. Bu meredi okumak da zahmetli çünkü. Hele bir de tanıdığın, saydığın, görüştüğün birisi yazmışsa romanı? Beğenmezsen sebepleriyle anlatacaksın. Kolay mı bu? Akif Kurtuluş’un romanı Mihman’ı aklımda bütün bunlarla aldım elime.
Şu anda bütün yayınevlerine en çok gelen dosya roman. Eskiden
şiir böyleydi. Sanırım şiir alt alta güzel cümle dizmek olarak
algılanıyordu. Sosyal medyayla birlikte ortalık güzel cümleden
geçilmez olunca şairlerimiz kendi cümlelerini vasat bulmaya
başlamış olabilir. En azından benim gözlediğim, yayınevlerine
eskisi kadar şiir dosyası gelmiyor.
Roman şiir gibi değil. Güzel cümle biçim olarak bile yetmiyor
tabii. Bir kere her romanda bir matematik var kurulması gereken.
Her durumda zahmet var, emek var. Öyle peçeteye yazarak olacak iş
değil. Bir romanı bitirmek dahi marifet değil mi?
Bir yandan da zahmet etmeyi göze alan herkes roman yazabilir.
Oruç tutmak gibi. Zor ama herkes yapabilir.
Ama tabii işler böyle yürümüyor. Yolda çok arıza çıkıyor.
Misal, romanın okuruyla bir şey tartışması en büyük haksızlık.
Yazarın terapisti miyim ben? Kendi problemlerini kendisi çözsün.
Yahut gitsin başka yerde çözsün. Kitapta bir problem tartışılıyorsa
bütün o tartışılanların kurgu içerisinde bir gerçekliği olsun.
Birçok romanın yazarı müthiş bir iş yapmış edasıyla büyük
cümlelerle bir şeyler tartışıyor. Güya hayatın derin manasını
detaylar üzerinden tartışıyor. Fakat belli ki yazarı bunu aslında
kendisiyle tartışıyor. Bizi de bu tartışmanın içine çekerek iyi
edebiyat yaptığını düşünüyor. Mütemadiyen “bütün” yahut “öyleyse”
diye başlayan cümlelerle kadınlar, erkekler, memurlar, yalancılar,
şarkıcılar yahut köpeklerden bahsederek genelleme yapıp yargılar ve
problemler serpiştiriyor masanın üzerine. Alıcısı var mı? Var
tabii. Murat Belge bir yazısında uzun uzun yazmıştı bunu. Mealen
romancı, tartışmasını tamamladıktan sonra romanını yazmış insandır.
Gerisi okura haksızlık olur diyordu. Hangi yazısında hatırlamadığım
için referans veremeyeceğim.
Bir de güzel cümle kurbanı kitaplar var. Harika bir kurgu, nefis
bir yazar. Fakat yazarı aklına gelen cümleleri atmaya, kırpmaya,
sakinleştirmeye kıyamamış. Şiir gibi cümleleri art arda öyle bir
dizmiş ki bir türlü kurgunun içine giremiyor insan.
Bunun bir başka versiyonu da metin yazarı elinden çıkmış
romanlar. Böyle çok fazla roman okudum. Pek çoğu çok güzeldi. Hatta
bir kısmı dahiyane şeylerdi. Lakin roman olduklarına emin değilim
onların. Güzel, uzun metinler olarak okudum. Bugün olsun yine
okurum.
Kurgusu fazla devrimci, aşırı deneysel şeyler var bir de.
Fikirlerini çok beğenen. Atıyorum bir penguenin dünya devrimine
kalkışırken üşümesi ve bu yüzden dünya devriminin yarım kalması… Bu
arkadaş mavrasında eğlenceli olabilir. Üşüyen penguen tek başına
komik bir şey. Ama bundan bir roman çıkarmak o kadar kolay olmuyor.
Sanırım buradaki hata roman kurarken fikirlere, buluşlara çok fazla
önem verme kaynaklı. Oysa ilginç fikirden bol bir şey yok bu
hayatta. Önemli olan o fikirleri hakiki hale getirmek. Romanda
olanı biteni fikrin önüne çekebilmek. İyi romanların pek çoğunda
fikir kıytırıktır. Dava nedir ki? Josef K. sebebini anlamadığı bir
suç yüzünden dava edilir. Ve kıvranır durur. Yahut Suç ve Ceza’da
Raskolnikov, birini öldürmüştür, iyi mi yapmıştır kötü mü?
Bu uzun girişi şundan sebep yaptım. Roman konusunda kendime göre
nemrut birisiyim. Haklı sebeplerim var. Bu meredi okumak da
zahmetli çünkü. Hele bir de tanıdığın, saydığın, görüştüğün birisi
yazmışsa romanı? Beğenmezsen sebepleriyle anlatacaksın. Kolay mı
bu? Akif Kurtuluş’un romanı Mihman’ı aklımda bütün bunlarla aldım
elime.
Çok şükür daha önce kim bilir kaç romanda olan başıma
gelmedi.
Mihman, Akif Kurtuluş, İletişim
Yayınları, 2012
Mihman, harikulade bir roman. Zor bir roman. Hiç ilgisiz
jargonlar, mekanlar var. Olanı biteni çok kişinin ağzından anlatmak
gibi iddialı ve yazan için çok, okur için de kısmen yorucu bir işe
kalkışmış.
Kolaylaştırıcı unsurların başında romandaki pek çok şeyin Akif
Kurtuluş’un hayatına yakın şeyler olması geliyor. Ana kahraman gibi
kendisi de avukat. Meyhaneler, Ankara, Ordu, futbol da Kurtuluş’un
yakından tanıdığı, Kürt (yahut Türk) sorunu da kafa yorduğu şeyler.
Romanda gittiği yere sizi de götürmesi kolay oluyor. Çünkü bütün
bunların içine göbekten girmiş. Özel harekatçıdan gerillaya ahbap
oluyorsunuz. Kahramanlarımız öyle bir konuşuyor, donuklaşıyor,
buyuruyor, kafası karışıyor ki Siyabend filan kapıyı çalıp gelse
“buyur çay vereyim” derim. Kurgunun önüne geçmeyen hakiki ve enfes
bir dili var kitabın. Bunu sağlayan o sanırım.
Bu kadar fazla şeyin olup bittiği bir kitapta kahramanları böyle
misafir etmek, okura bu şekil mihmandarlık etmek az iş değil.
Mihman, içi acı dolu sert bir kitap. Ama bu acıdan
sebeplenmiyor. Abanmıyor. Kafanıza vurmuyor. İçinizde
hissediyorsunuz. Acı dediğim de sadece erken ölümler filan değil.
Hal-i pür melalimiz. Hani şimdi pek popüler ya, “biz ne zaman böyle
olduk” türünden yakınmak. Mihman, “biz neden hep böyleydik”i
anlatıyor güzel güzel. Bu arada acı dediysem, gördüğümüz kadar.
Elbette umut dolu bir kitap bir yandan da. Romanın pek çok yerine
bu kadar acayipliğe, olağanüstülüğe rağmen nasıl olup da hâlâ
birlikte yaşayabildiğimizin işaretleri de sızmış.
Bir şimdiki zaman romanı Kurtuluş’unki. Kısmen polisiye, epey
siyasi bir aşk romanı. Lakin bunların hepsinin ötesinde esaslı bir
ilişkiler romanı Mihman. Hatta bir “Kim kiminle ne yapamıyor, niye
yapamıyor” romanı.
Bir şey kafamı karıştırdı bir miktar başlarda. Herkes iyi yahu.
Bu kadar sert konularda hiç mi kötü birisi yok? Hiç mi entrika yok?
Kötülük var ama kötü yok. Kim kötülüğü kötülük olarak yapıyor ki?
Bazan günah çıkarılıyor elbette. Tabii hepsi yapıyor bunu.
Romandaki kötüler bildik kötüler. Gazete haberlerinde, sohbetlerde
geçiyorlar. Romanda konuşmuyorlar. Ne bileyim şehit annesi
ölülerimizi ayırmayalım deyince tükürük saçan sıradan kötüler.
Hayatı kötülüklerle geçmiş insanlar da var tabii. Kötü şeyler
yaptıkları anlaşılıyor. Anlatmıyor kimse.
Roman başta dağıtıyor kahramanlarımızı, güzelce tanıtıyor
onları. Sabır göstermek gerekiyor. Sabır dediysem oralar da akıyor,
damlamıyor. Sonra bir bir toparlıyor dağıttığı yerleri
Kurtuluş.
Bir de kitap inceliklerle dolu. Müzikler, rakılar hiçbiri
rastlantısal değil (Keşke birisi üşenmeyip bir kitaptaki müzikleri
çalma listesi hazırlasa. Muhakkak ilginç olur). Çok şey oluyor
kitapta. Benim gibi okurken düşünmeyi değil kaptırmayı seven birisi
için yorucu inceliklerle dolu. Eminim beş kere okusam beşinde de
yenilerini bulurum bu inceliklerin. Riyaset var misal. Okuyunca
görürsünüz. Reislik yani. Önderlik’e kontra yapılmış. Ben öyle
anladım.
Mekanlar çok acayip. Bir kere buram buram Ankara kokuyor.
Ankara’nın (tanımayana pek görünmeyen) muhabbetperverliği güzelce
serpilmiş romanın her bir köşesine. Ordu’dan Van’a, Başkale’ye,
Kuzey Irak mağaralarına hatta Yunanistan’a, Chiapas’a gezip
duruyorsunuz. Kurtuluş bizzat mihmandarlık yapıyor hepsinde (İkidir
mihmandar diyorum. Kitabın adı Mihman dedirtiyor sanırım). Açıp
Google’dan kontrol edesiniz geliyor detayları. O kadar. İtiraf
edeyim bir kaçına baktım da. Bazısını buldum, bazısını bulamadım.
Ha, bir de şimdi kullanımdan kaldırılınca popüler olan Sig Sauer
silahları kitapta kullanımda hâlâ.
Bu arada “bayram değil seyran değil niye Mihman yazıldı?” diyen
yoktur umarım. Nispeten yeni olan ikinci romanı Ukde dururken hele.
Lakin bu bence öyle bir iş değil. Roman bu, gazetecilik kitabı
değil. Hatta romanları çıkar çıkmaz okuma işini anlamıyorum ben.
Sanırım hiçbir romanı taze taze okumadım. Şimdi Paul Auster’ın
kitabı çıkmış 4321, ortalık eleştirileriyle dolu. Bu kadar insan ne
zaman okudu o romanı, sindirdi, üzerine düşündü de yazdı benim
aklım ermedi. Beni aşar. Benim bir romanı okumam bir macera. Yavaş
yavaş, tadını çıkara çıkara geçecek bir zaman. Yazması başka bir
macera. Uzun uzun kafamda tartacağım, tartışacağım, fikir sahibi
olacağım, notlar alacağım, bir kısmından vazgeçeceğim, sonra oturup
yazacağım. Roman bu. Beş sene sonra da yazılır, on sene sonra da.
Daha yeni Malamud’ları okudum Kafka Kitap’tan (Çırak ve Tamirci),
onları da yazacağım bir fırsatını bulunca. Çıkalı 50 sene oldu.
Güncellik konusundaki günahımı da çıkardığıma göre bir mavrayla
bitireyim. Tosi, Akif Kurtuluş mu biraz? Akif Kurtuluş’u biraz
tanıyan herkes bunu düşünmüştür eminim. Bence öyle. Ne kadarı
bilemem. O ayrı mesele.
Not: Akif abi köpeği Buz’u yitirdi. Hiç yapmadığı bir şey yapıp
bir yığın fotoğraf koydu Facebook’a. Belli ki çok etkilendi. Bir
kere de buradan sabır dileyeyim.