George Floyd’un, nefes alamamasının esas oğlanı, ‘sömürge ve proletarya’ öyküsüne devam edelim. Çünkü öykü maalesef ki sıradan faşist bir polis hikayesi ile sınırlı değil. Onun, eski ve yeni devriye arkadaşlarının, işledikleri bolca insan hakları ihlallerinin, verilmeyen disiplin cezalarının, altlı üstlü suç ortakları şeflerinin ve her ülkede var olan çok benzerlerinin, üniformalarına işlenmiş, muhtaç oldukları kudretten ibaret bir şey de değil bu. Bir de doğrudan para var bu cinayetin içinde, o lanet olası…
ABD ekonomisinin en önemli ayaklarından biri de cezaevi fabrikaları. Dünyanın en büyük ‘tutsak’ nüfusuna sahip özgürlükler ülkesinde, cezaevi ekonomisinin yıllık elde ettiği gelirin 650 milyon dolar olduğunu söylersem hemen kolayca anlatabilirim sanırım. Yani cezaevleri sadece bir ‘rehabilitasyon merkezi’ -buraya gülme efekti koyabilirsiniz- suçun cezasının çekildiği bir yer filan değil, doğrudan doğruya, bir ucuz emek koğuşu. Günlük ücretleri 4 dolar olan on binlerce mahkum, cezaevlerinde ‘gönüllü’ çalışıyor. Bu gönüllü çalışan mahkumlardan biri, bu günlerde yoğun olarak yaptıkları maske üretiminde eğer, 10-12 saatlik çalışmaya katılmazsam, disiplin cezası alırım ve sabun satın alamam diyordu Washington Post’taki röportajda.
Farkındasınız değil mi oldukça kârlı bir dükkân, kodes. Bu yüzden her şeyin özelleştirildiği, neoliberal dünyada, cezaevleri de geride kalmadı. Yap-işlet- devret(!) modeliyle yapılan cezaevlerinde, ayrıca devlet belli bir sayıda mahkumu sağlamakla yükümlü. Yani bizim köprüler yaptırdım mütahitlere gelip geçmeye türküsü gibi bu da. Belli bir sayıda otomobil geçmezse, pardon içeri insan tıkılmazsa, devlet para ödemek zorunda olduğundan, içişleri ve adalet sistemi, devleti için -fedakarca- oldukça sıkı çalışarak, herkesi içeri tıkıyor.
Tabii ki bu işleyişte de özgürlükler ülkesi devreye giriyor. Eğer aynı suçu işlemişseniz bile paranız varsa kefaret parasını yatırarak serbest kalabiliyorsunuz genellikle ama yoksa sabun almak için çalışın durun artık, gönüllü…
Bu ekonomi-dükkân- sadece cezaevleri amele pazarıyla da sınırlı değil. İçeri tıkılmamak için ‘rehabilitasyon’ programlarında çalışmak zorunda olan şanslılar da ekonomi çarkını çeviriyorlar. Az buz değil milyonlarca kişi de bu ‘rehabilitasyonda’ mesela çürük tavuk ayıklıyor, yukardan akan bantlardan dev market zincirleri için. Bir fabrikadan biraz farkları var tabii ki. Mesela uyuşturucu bağımlısı olduğu için burada bulunan kişilere, çalışma saatinden önce kitaptan ‘tedavi’ sayfaları okunuyor bazen ve ücretsiz çalıştırılıyorlar.
Biraz ortalığı toplayalım o zaman;
Cezaevlerinde mahkumlarının çok büyük bir oranın siyah ve Hispanik, olduğunu hatırlatayım siz bunu ‘sömürge’ rafına koyun.
Peşin kefareti ödeyemeyenlerin hepsinin, işçi ya da işsiz olduklarını bilmem söylememe gerek var mı ama alın siz bunu ‘proletarya’ rafına koyun.
Rehabilite programında, çürük tavuk ayıklarken okunanları dinlemek zorunda olanların, siyah, Hispanik, daha çok öldürüldüğü için az kalan Indian ve yoksul çalışanlar ve işsizler olduğunu tekrarlayım ve siz bu iki rafa birden sığdırmaya çalışan onları.
Şimdilerde ayrıca, buralarda maskesiz, maske ve dezenfektan üreten, aynı yerlerde uyuyan mahkum işçilerin, başlarına dikilmiş, saate 1.5 dolar alan gardiyanlar aracılığı ile bütün ülkeye korona dağıtımı yapmasını da sağlık bakanlığı çekmecesine sıkıştırın.
Bu arada cezaevinde yatanların çok büyük kısmının, yüzde 70’e varan bir kısmının, şiddete bulaşmamış suçlardan yattığını da belirteyim de bunu da alın ‘devletlerin yararları’ hanesine yazın.
Şimdi böyle baktığımızda George Floyd’un katili polisin, hızla ve çok cezaevleri inşa eden politikacıların, bir kârlı işletmenin, çürük ve boktan çarklarından başka bir şey olmadığını görmüyor muyuz?
Kapitalizm mi deniyordu buna?
‘Çalışmak özgürleştirir’ yazıyordu toplama kamplarının kapısında…