Yolculuğunun bir anında, oturmuşsun, düşünmüşsün mesela.
Şimdi nerede onlar…
Ne çoktular ve nasıl kayboldular.
Bildiğin ilk yıllarına eşlik eden, yakın, uzak ne çok insan eksilmiş yol boyunca.
Başka türlü çoğalmışsındır belki.
Çocuklar, yeni dostlar, kardeşler, yoldaşlar…
Ama insan ille de eksilir.
Sen istediğin kadar büyüdüğünü, büyüttüğünü san, çoğu zaman eksilendir.
O bildiklerin, ya ömürlerini de yanlarına alıp öylece giderler; ya hatıralarla birlikte kaybolur birçoğu.
İster hatırla, ister unut…
Esasta artık hatırlayamayacağın kadar çoktur kaybın.
Halbuki önüne, yeniye, ileriye bakarken de hep hatırlamalı.
Çünkü yolculuğun bir manası da, kayıpların hatıraları, kaybettiklerinin izleri, kaybolanın sende yaşamasıdır.
O yüzden…
Ölümü bilmezsen yolunu da bilmezsin.
Kayboluşu bilmezsen varoluşu da bilmezsin.
O yüzden…
Her gelen yıl, ileriye, farklılıklara, ufuklara, umutlara yeni bir adım sayılabileceği kadar…
Dilim varmaz ama menzile de bir adımdır; velev ki çok uzak olsun.
Her eski yıl, kayıplara kayıplar katarak çekilir; her yenisi, yeni kayıplara gebedir; gönül ister ki hiç olmasın.
Kaybettiklerin sadece ötekiler; senin bedenin henüz ayaktayken, düşenler, tükenenler, toprağa karışanlar değildir.
Belki manalandıramadığın bir hayatın pulları dökülmekte…
Belki pişmanlıklar birikmekte…
Belki yapmadıkların, yapamadıkların artık yapılamayacaklar haline gelmekte…
Bedeninin, aklının, ruhunun, vicdanının en muktedir ya da en mümkün seneleri, bir boşluğa boş boş düşmektedir.
Değil diyorsan, elbet değildir!
Madem eskiyle yeni üstüne bin türlü numaramız vardır elimizde, dilimizde, önümüzde, ömrümüzde…
Bir dönüm anında, bir devir teslimde, takvimin yıl hanesini çevirirken…
Hiç olmazsa muhakeme, hiç olmazsa muhasebe:
İnsanı ve insanlığını nasıl idrak ettin; hiç olmazsa bir tefekkür.
Çünkü belki katılmazsın ama…
Mesela, içindeki insanları sevemeden vatan sevmek; yatanları ayırıp durarak toprağı sevmek; bir ötekinden nefret ederek beraberlikten söz etmek; bir diğerinin farkında olmadan basıp gitmek; hiç tereddüt etmeden hep haklı, hep güçlü, hep büyük olmak; evrendeki boyutunu ıskalayıp hep böbürlenmek, sırf kibirlenmek…
Hayatının manası bin türlü ufalanırken, hatta kişiliğinden alıp götürülenlere ses çıkarmıyorken bile, bir ötekinin sadece kimliğine öfkelenmek…
Neyse, yine nerelere geliyor yazı.
Bugün öyle koşturmasın.
Sadece kendi içine seslenirken size de fısıldasın:
Ölümü bilmezsen yolunu da bilmezsin.
Kayboluşu bilmezsen varoluşu da bilmezsin.
Yeni bir yıl ne bir öncekini, ne daha eskileri tamamen yok edebilir; sadece bir yol daha açar hatıralar, kayıplar, pişmanlıklar, zaman mezarlığında… ki, çocukluğundan beri onca yaşının da uzanıp yattığı her kabrin yanı başında, yine de, öyle böyle, sevinçlerle, mutluluklarla, tesellilerle, sevgilerle, aşklarla, inançlarla, hayallerle, umutlarla, gülümsemelerle, mücadelelerle, ideallerle, sevdiklerinin silinmemiş anılarıyla rengârenk çiçekler!
Bazen oracıkta düşüverirsin…
Bazen yürümeye, koşmaya, yola, yoluna devam edersin işte.
İyi yolculuklar olsun!
Not: 11 yıl önce… Yine yılsonunda bu yazı gelmiş içimden. O günden sonraki kimi kayıp gözümün önünden geçiverdi. Hep var olacağını sandıkların. İnsan kayıpları, umut kayıpları, çürüyen şeyler. Yaşamaya devam ediyorsan sadece yaş almıyorsun, geçmiş zamanın izinde, kaybolacağın bir gelecek zamana yol alıyorsun.
“Senin Adın Corona Olsun” adıyla, sadece salgınlar değil, insanlık macerası içinde dolanan kitabımın önsözündeki bir paragrafla, gel de çık işin içinden:
“Şimdiki zamanın korkunçluğu”nun ya da olağanüstülüğünün derecesi ve manasını “geçmiş zaman”ın içinde daha iyi değerlendirmek mümkündü ve “geçmiş” ise “şimdiki zaman” sayesinde çıkıp geliyordu!