Roberto Saviano’nun Napoli mafyasını anlattığı aynı adlı romanından sinemaya aktardığı “Gomorra” ile tüm dünyada tanınan Matteo Garrone yine çarpıcı bir hikaye ile karşımızda. Başrol oyuncusu Marcello Fonte’ye geçen yıl Cannes’da en iyi erkek oyuncu ödülünü getiren “Dogman” bu kez suç ile değil suçlu ile kurulan ilişkinin insanoğlunu götürebileceği noktalar üzerine düşünmemizi sağlamaya çalışıyor.
“Dogman” bittiğinde filmin bütün meselesinin açılıştaki sahnede seyirciye açık edildiğini anlıyorsunuz. Köpek bakıcılığı yapan Marcello, yıkaması için getirilen ve zincirle bağladığı bir pitbull köpeğini sakinleştirmeye çalışmaktadır. Yıkanmamak için direnen ve Marcello’yu açıkça tehdit eden köpek nihayetinde karşısındakinin sevecen ve yardımsever tavırlarına teslim olur. Kurutulurken üzerine gelen sıcak havadan zevk almaya bile başlar. Bu Marcelo’nun filmin kötülükle inşa edilmiş karakteri Simone’ye yaklaşımını da özetler bir bakıma.
‘Nazik’, ‘sevgi dolu’ bir adam olan Marcello diye tanımlanıyor filmin tanıtım bültenlerinde ve ilginç bir şekilde eleştiri yazılarında. Halbuki nazikten ziyade ‘ezik’, ‘kendini kabul ettirmeye çalışan’ olarak tanımlamak daha anlamlı olacaktır. Çünkü Marcello’nun kendisi gibi olabildiği tek yer kızıyla geçirdiği vakitler. Yalnız yaşadığını anladığımız karakterimiz arada sırada kızıyla vakit geçirir. Yönetmen, anneye hiç alan açmayarak onun Marcello’yu tamamıyla hayatından çıkardığını da hissettiriyor seyirciye.
Roma’nın yoksul banliyölerini mesken tutan filmin diğer kahramanı Simone ise her türlü suça bulaşan, haraç toplayan, insanların paralarını gasp eden ve bunlara dair en ufak bir pişmanlık duymayan saf bir ‘kötülük’ hatta ‘şeytani’ bir karakter olarak çiziliyor. Çevresindekilere karşı en ufak bir merhamet ve minnet duygusu göstermeyen böylesi bir karakterin karikatüre dönüşmemiş olmasını senaryonun gücüne ve Edoardo Pesce’nin oyunculuğuna yormalıyız. Nihayetinde hayatının iplerini eline almakta zorlanan, başkalarının sularındaki akıntılarla hareket eden ve tuhaf biçimde herkese kendisini iyi birisi olarak kabul ettirmeye çalışan Marcello, zorlama ve tehditlerden çekinerek Simone ile işbirliği yapıyor. Bunun bedelini de ağır bir şekilde ödüyor. Ancak Simone’nin en ufak bir minnet duygusu hissetmemesi bir yana hakkını da vermemesi üzerine kendince bir intikam planı yapıyor. Bir pitbull’u sakinleştirebiliyorsa, insanı da değiştirebileceğini düşünüyor bir bakıma. Ama işler beklediği gibi gitmiyor.
“Dogman”, kötülüğün değil de onunla kurduğumuz ilişkinin farkında olmadan bizi sürükleyebileceği noktaları göstermesi açısından oldukça çarpıcı anlar barındıran bir yapım. Korkunun, sinmenin insanoğlunu getireceği noktaları; bütün bunları bertaraf etmeye çalıştığımızda da düşmanına benzeme potansiyelini sıradan bir adamın hikayesi üzerinden anlatıyor. Simone’un sırtından çıkarmadığı, arkasında “Uncle Sam” (Sam Amca) yazan montun da ABD’nin kabadayılıklarına, kural kanun tanımazlığına bir gönderme olduğunu söyleyelim, ama ucuz yollu bir gönderme.
Filmin sorunlu tarafı ise seyirci Marcello arasındaki ilişkiyi nasıl kurguladığına dair belirsizliği. Çünkü hem köpekleri bu kadar seven ve onların hayatını kolaylaştıran hem de kızıyla bu kadar yakın ilişki kurabilen bir insanla bağ kurmak oldukça kolay. Öte yandan karakterimizin küçük uyuşturucu işlerinden başlayarak büyüyen suç dosyasına karşı bir pişmanlık emaresini de görmek zor filmin içinde. Dolayısıyla Marcello’nun iyilik ile kötülük arasında savrulup durması kendi karakterinden çok temas halindeki insanların onu biçimlendirmesiyle ortaya çıkıyor.
“Dogman”, işlerin giderek vahşileştiği finale doğru köpeklerin Marcello ve Simone arasında yaşananlara şaşkınca bakakaldığı, ‘vahşi’ doğalarının yaşananları bir türlü anlamlandıramadığı sahneyle de hatırlanacak kuşkusuz. Filmi güçlü kılan şey, Simone’un kötülüğünden çok Marcello’nun mesnetsiz ‘iyiliği’nin çok daha rahatsız edici olması.
DOGMAN
ORİJİNAL ADI: Dogman
YÖNETMEN: Matteo Garrone
OYUNCULAR: Marcello Fonte, Edoardo Pesce, Alida Baldari Calabria, Adamo Dionisi
YAPIM: 2018 İtalya, Fransa
SÜRE: 103 dk.