İyi iyilikle eş midir? İyi iyiliğe indirgenebilir mi,
indirgendiğinde neleri gözden kaçırmış oluruz? İyi iyiliğe eş
değilse nedir aradaki farklar? Bu ve benzeri soruları bu yazının
konusu haline getiren, katıldığım bir toplulukta gördüğüm, halini,
tavrını izlemekten kendimi alamadığım bir yaşlı kadın. Orada ona
benzer olanlar da vardı, ona odaklanmak diğerlerine haksızlık,
belkisi fazla. Ancak kafamı, ruhumu işgal eden düşünce ve duygular
onun etrafında öylesine dönenip durdu ve şekillendi ki yazıyı onun
üzerinden yazmamak, ona hasretmemek mümkün değildi. Bir karakteri,
bir kişilik halini temsil etmiyordu, ondan çok daha fazlasının
tecessümüydü. Zaafiyetime bir mazeret mi bu son söylediğim? Belki
de, neden olmasın? Neyse okuyanlar takdir etsin diyerek
başlayayım.
Yaşını başını almış, küçümen bir kadın, üç beş kişiyle birlikte,
bir vesileyle bir araya gelmiş topluluğa hizmet ediyor, kâh biten
çayları doldurma talebinde bulunuyor kâh tabaklarda gördüğü eksiği
gidermeye yöneliyor. Toplasan beş on kişi olanın dışında herkes
kendinden epeyce genç, memleketin hâkim toplumsal kuralları
düşünülecek olursa hizmet verecek değil, hizmet görecek yaşta
anlayacağınız. Ama, halinde tavrında ne gocunma ne yüksünme var.
Fedakârlık adına hiçbir iz yok davranışlarında, sadece ne yapıyorsa
öylece, doğallıkla yapıyor. İlk bakışta bu hali, toplumsal cinsiyet
kodları üzerinden kadına yüklenmiş ve onun tarafından
içselleştirilmiş görevlerin dışa vurumu olarak değerlendirmek
pekâlâ mümkün. Ancak, bu yaşlı kadının davranışlarını böylesi bir
değerlendirmeyle tüketmek, davranışlarında yansıyan kadınlık
görevlerine indirgenemeyecek boyutları, en hafifiyle görmezden
gelmek, bu boyutların içerdiği zenginliği ve derinliği rafa
kaldırmak ve böylelikle de onlardan bize yansıyanla hali pür
melâlimizi ‘dara çekme’nin imkânına ve başka türlü olabilmenin,
yaşayabilmenin gereklerini değerlendirmeye sırtını dönmek anlamına
da gelir zannımca.
Hani ruhunun güzelliği yüzüne yansımış denir ya işte öyle olan
insanlardan biriydi bu yaşlı kadın. Ya da çağları, mekânları aşan
her dem yeniden varoluşa gelmiş bir kadın ana mı, ana hukukundan
semereli mi demeli onun için?
Davranışlarında, insanlara hitabında kişisel vicdan alanına
hasredilmişliğin hiçbir izi yoktu. Ne hoş görünme ne gönülleri
okşama. Ne farklılıkları silen, gözlerden saklayan mesafesizlik ne
de karşılık beklemiyormuş gibi görünen ama karşılıkların en
büyüğünü talep eden lütufkârlık. Diğer deyişle iyilik yapmıyordu
hiç birimize hizmet ederken. İyilik değildi yaptıkları. İyilik
denilenin her bir adımda kendinin iyisini dayatmak demek olduğunun
en derinden farkındalığıyla yapıyordu yaptığı her şeyi. Ahlâkî bir
ilkenin ete kemiğe bürünmüş bir haliydi sanki her bir davranışı,
iyinin tecessümüydü. Oradan oraya koşuşturup dururken ne kabulleniş
ne de avunma vardı tavırlarında çünkü. İlk bakışta boynu bükük gibi
görünüyordu, ama bu bir kaderine razı olmuşluktan değil, “dolu
başak eğik olur”un ifadesiydi.
İyilikten uzak iyiden yana olmak da demek olan insanlara yaraşır
hakça bir toplumsallığın yükümlülüklerini sergiliyordu, hiç de
böyle bir niyeti olmadan. “İyilik yap denize at” şiarıyla sadece
vicdanları rahatlatan, yaşanan tüm şiddet ve acımasızlıklara karşı
durmak yerine, dünyanın dehşetine dayanabilmek için, onların sadece
hafifletilmesine hasredilmiş, saygının neredeyse hoş bir sadâ bile
olmadığı yardımseverlik değildi söz konusu olan. Davranışlarıyla
olumsuzladığı, kötülükleri daha da maharetle sürdürebilmek için
iyiliğin yedeğinde dolu dizgin at koşturan toplumsal düzenlerdi
sanki. Hak gözeten bir düşüncelilik, bir incelik yansıyordu her
halinden çünkü. Hak gözetmenin gerekliliğini hatırlatıyordu. Hak
gözeten düşünceliliğe gösterilecek her türden kabalığın ve
saygısızlığın insanca bir toplumsallığa aman vermemek anlamına
geldiğini düşündürtüyordu bu halleri. Bir güzellik ütopyasının göz
kırpmalarıydı sanki.
Dedim ya iyinin tecessümüydü, iyilik yapmıyordu. İyiyi iyilikle
eş tutmamak gerektiğini gözler önüne seriyordu. İkisini eş tutmak
ne anlama gelir peki? Öncelikle en basitinden başlayayım, iyiyi
çarpıtmak anlamına gelir. İyilikteki kibir, bununla gözü
dönmüşlüğün karanlıkta bıraktığı karşındakini aşağılamak bu
çarpıtmanın temel taşlarındandır. İyilik etmede kendi iyimizi
karşıdakini hesaptan düşüren, silen dayatma vardır. İyilik edimi
giderilmemiş farklılığı, sağladığı avunmayla üzerini örterek
katmerleştirir. Bir acziyet, bir kabulleniştir de iyilik ederken
bunun farkına varan beri gelsin. Aslında bir mahrumiyet olan
mahremiyete demirlenir iyilik. İnsanlar arasında yakın, dolaysız
ilişkiler kurulabileceği sanısını yaratır. Yarattığı, pek de kısa
süren uyum haliyle uzlaşmazlığı inkâr etmekle kalmaz, onu daha da
şiddetlendirir. Çünkü iyilik ederken döşenen taşlar, en hafifinden
hali hazırdaki olumsal varoluşu aşma imkânını zayıflatma gayretleri
veya en kötüsünden varolana mahkûm olduğumuzun ifşalarıdır.
Böylelikle yabancılaşmanın incelikli hallerinden birini oluşturur
iyilik.
İyi ise iyilik yaparak olunan değil, adım adım kurulan bir
şeydir. Kabullenmek değil, uzlaşmazlığı ifşa etmek, uzlaşmazlığın
acısını hafifleterek reddetmek değil, onun büründüğü biçimleri
aşikâr kılmaktır. İyilikle mazlumu yüceltmek değil, mazlumu üreten
sisteme çomak sokmaktan her daim geri durmamaktır. Yükümlülüktür,
insana yakışır, hakça bir düzeni gerçekleştirme yükümlülüklerini
taşıma gayretleriyle oluşturulur, kökleştirilir. Canlı cansız her
şeyle canlı bir teması esas alır. Kimsenin hiç korkmadan farklı
olabileceğini teslim etmeye yönelir iyi, gidereceği farklılıksa
farklı olabilmenin bir avuç insana bahşedildiği ayrıcalıklardır.
Bir başka zamana ertelenemez, bir başka mekânın arayışı beyhudedir
iyi için. Dolayısıyla başka türlü yaşamanın koşul ve imkânlarını
hemen şimdi burada oluşturmayı vazeder.
Ez cümle bu yazıya aktarabildiklerim, o güzel kadının iyiye ve
iyiliğe dair aklıma getirdiklerinin bir özeti. Kabım bu
kadarmış.