“Transatlantik” dizisi yaratıcı ekibi de Chagall’ın da içinde olduğu sanatçı, yazar ve çocuk-kadın yüzlerce mülteciyi Holokost’tan kurtaran sıra dışı kahramanların hikayesini merak etmiştir. Yazarları “bir tarih draması” olmasını istemediklerini ısrarla belirtseler de anlattıkları sonuçta bir tarih drama/drama tarihe çok uygundur.
Nice’te merak duygumun uykuda olduğu
bir an bile yoktu. Nazilerin Fransa'yı işgali nedeniyle bir ara
elinden kaçırsa da savaş sonrasının Fransası Marc Chagall’ı
adeta evlat edindi.
“Renklerin ve mutluluğun” ressamı diye anılan Marc Chagall’a
Fransa’nın armağanı Alpes-Maritimes’da inşa edilmiş Chagall müzesi
oldu. Ben de dilimde Edip Cansever’in
şiirinden “Bir testi bir tabak/Şinana
Chagall/Üstünde balık içinde balık/Şinana
Chagall/Altında yanında tatlı kuruluk…” dizelerle Chagall
müzesine koştum.
OPERA TAVANINDA CHAGALL
Ayrıca sadece Nice’te değil, Paris'teki Opéra Garnier'deki,
roman yazarı ve dönemin Kültür Bakanı André Malraux’nun 1960
yılında Chagall’dan yapmasını istediği -ve herkesi
şaşırtan çünkü tavanda zaten yapıldığı 1875 bu yana
Jules-Eugène Lenepveu’nün resmi
vardı- 220 m2 Chagall resminin yerleştiği muhteşem
tavan da görülmesi gerekenler arasındadır.
Chagall 77 yaşındaydı, resmin yapımı bir yılını almıştı ve
binlerce yapıtı yanı sıra dünyada bu kez farklı bir yapıtıyla iz
bırakabilmek için Malraux’nun önerisine büyük heyecanla “evet”
demiş, ücret de kabul etmemişti.
André Malraux’nun tartışılan, hatta kıyasıya eleştirilen,
Chagall’ın Opera tavanında resmini sergileme olanağı sağlayacak bu
şaşırtıcı kararının hikayesi ilginçtir.
7 Şubat 1960'da, Cumhurbaşkan General de Gaulle ve Malraux,
Paris’e gelen Peru delegasyonunu onurlandırmak için Opéra
Garnier’de sahnelenen Maurice Ravel: "Daphnis et
Chloé" galasına davet edecektir. André Malraux’nun
bakışları bir ara sahnede Marc Chagall tasarımı kostümlerle dans
eden sanatçılardan ayrılıp tavana doğru kayar ve Lenepveu'nun
klasik resmine takılır. Ara verildiğinde André Malraux
hayran olduğu ve neredeyse otuz yıllık dostu Marc Chagall’a sürpriz
bir öneride bulunur, Opéra Garnier tavanı için yeni bir resim
tasarlamasını ister…
Paris'teki Opéra Garnier tavanında Lenepveu’nün 1875'de
yaptığı resmin üzerinde 1964'den bu yana Chagall resmi
var.
MALRAUX’YA TEPKİ
Chagall’ı aylarca uykusuz bırakan Malraux’nun çılgınca bu
isteği 1962’de nihayet resmiyet kazanır... Ama basın ve
kamuoyunun öfkeli sesi de ‘arş-ı âlâ’ya yükselecektir.
Opera tavanının bu olmadık yeni keşfi nereden çıkmıştır?
Lenepveu'nün “sanatın muhteşem ve mitolojik bir temsili” olarak
gösterilen ve binanın mimarisine mükemmel şekilde uyan
“Esin Perileri ve Gece ve Gündüz
Saatleri” resminin üzeri nasıl oluyordu da Chagall imzalı
da olsa bir yeni yüzyıl resmiyle örtülüyordu?
Chagall'ın tavan tasarımı Malraux’yu ve bakanlığını da politik
tartışma masasına çekecektir. Malraux direnir ve Lenepveu'nün
orijinal tavanın yerinde duracağını, Chagall’ın yapıtının
takılabilir-sökülebilir şekilde üzerine yerleşeceğini açıklar.
Yine de Chagall engellenme çekincesiyle opera binasında göz
önünde çalışmak istemez, atölyesinde taslaklarını sessizce ve monte
edilebilecek boyutlarda, gerçeküstü renk/tekniğiyle resimleştirir.
Tüm dönemlerden on dört besteciyi çizerek saygı duruşunda
bulunurken, Paris’in simgesel anıtlarını, Palais Garnier’yi, hatta
André Malraux’nun portresini yerleştirir, tavanı adeta bir "alegori
meydanı”na dönüştürür. Malraux Chagall'ın tavan resmi yardımıyla
Palais Garnier'yi açıldığı günlerden yıllar sonra yeniden haberin
merkezine koymuştur…
Pablo Picasso’nun, adını İspanya iç savaşında Nazi-Franko savaş
uçakları saldırısıyla yıkıma uğrayan Guernica’dan alan resmini
yaparken, Chagall’dan bazı öğeler ödünç aldığı belirtilir.
2023 yılının televizyon dizilerinden “Transatlantik” de
(10 - 16 Nisan 2023 açılışını yapmıştı) Chagall'ın yaşam
öyküsünden bir kesiti, gestaponun eline düşmeden Marsilya’dan
Amerika’ya kaçışını ödünç alır.
Picasso Guernica resmini yaparken
(solda), Marc Chagall, Palais Garnier tavanına konacak
resmini yaparken (sağda)
İLERLEME DENİLEN ŞEY
“Transatlantik” şu yedi bölüme ayrılarak
sunulacaktır:
Görünmeyen El İlkesi, Tarih Meleği *, Issızlık, Dönüş Yolu Yok,
İnsanlık durumu (Hannah Arendt insanın dünyaya yabancılaşması
sorununu inceler), Saf Ruhsal Otomatizm (André Breton sürrealizm
tanımı) , Karda Ateş.
“Transatlantik” dizisi yaratıcı ekibi de Chagall’ın da
içinde olduğu sanatçı, yazar ve çocuk-kadın yüzlerce mülteciyi
Holokost’tan kurtaran sıra dışı kahramanların hikayesini merak
etmiştir. Yazarları “bir tarih draması” olmasını istemediklerini
ısrarla belirtseler de anlattıkları sonuçta bir tarih
drama/drama tarihe çok uygundur.
Klee'nin 'Angelus Novus' adlı resmi. Walter Benjamin'e
göre 'Tarih meleğininin görünüşü ancak böyle
olabilir.'
IŞIĞI TUTAN EL
Yazar Anna Winger ilgi nedenini
“vatansız kalma ve mültecilik”
konusuna bağlar:
“Bu iki konu günümüzde çokönemli bir sorun. Tarihin modern yaşama dair benzetme
olarak kullanılması hep ilgimi çekmiştir.”
Ayrıca Yazar Anna Winger şunu da ekler:
“İkinci Dünya Savaşına ilişkin bize öğretilen bazı konular
var, bence çok anlatılmayanlardan biri de
Amerika’da Avrupa’daki savaşa
katılmaya karşı gösterilen direnç ve bunun
Avrupa’da, Fransa’da Nazilerle
karşı karşıya kalan mülteciler için anlamı.
Amerika’daçoğunluğu Yahudi olan bir
ortamda büyüdüm ve bana o yıllara ilişkin birkaç kaçış hikayesi
anlatmışlardı. Kindertransport operasyonu (savaş öncesi binlerce
Yahudi çocuk kurtarıldıveİngiltere'ye
yerleştirildi) vardı, Şanghay Gettosu
(Şanghay'ın Japon işgâli
altında olduğu dönemde Vatansız
Mülteciler İçin Sınırlı Bölge)
ve Varian Fry’ın hikayesi vardı. Ama ilk kaynağımız Julie
Orringer’ın UçuşPortföyü/The Flight Portfolio
adlıromanıydı. (Genç
AmerikalıVarian Fry’ın, Fransa'nın işgalinden
sonra Nazilerden kaçan sanatçı ve yazarların hayatlarını kurtarma
arayışınınöyküsü)… Ya da ustaca anlatılan bu
klasik casusluk-gerilim hikayesinde, ”Julie
Orringer'ın becerikli ellerinin yardımıyla karanlık bir
dünyada küçük bir lambanın parıldıyan ışığını
yakmayı başaran Varian Fry anlatısı” (Michael Chabon) .
Yazar Julie Orringer dizinin yaratıcısı Anna Winger ile
birlikte bölüm senaryolarını yazarken
“gerçek olayların gerçek
karakterlerini kurgusal, romantik bir ortamdaözgür bıraktık”
diyecektir.
“Transatlantik” yapımcısı
Teitler“İkinci dünya savaşı
dizileri başlı başına bir tür olmuştu”
görüşündedir.
Dizilerle arası pek iyi olmayan ben ise, seçimimi bellekte
oluşturduğu imgeleri daha güçlü/daha etkili/daha kalıcı
olduğu için dizi değil, filmden yana kullanacağım. Ayrıca
hatırlatırım, savaş draması listesinden inmeyen Steven Spielberg’ün
Er Ryan’ı Kurtarmak (1998) tabii ki önemlidir ama,
Spielberg’ün bu filmi çekmeden önce II. Dünya Savaşı’nı konu edinen
Kahramanlar Taburu/Battleground (1949), The Stell
Helmet (1951) ve Ateş Hattı/Hell is for Heroes (1962)
adlı filmleri izlediği ve yararlandığı da bilinir.
Steven Spielberg’ün etkilendiği filmlerden
'Battleground' (1949)-Alman hatları arkasında kalan savaş yorgunu
bir piyade bölüğünün hikayesi.
OLMAK YA DA OLMAMAK
“Transatlantik” anlatımı için çıkış yolu da 1940’lı
yıllarda çekilen filmlerde
aranacak, ‘karanlık günlerin küçük de
olsa ışığı’ olarak nitelenen
Screwball tarzı filmlerde
bulunacaktır.
Dizinin yazarları seçtikleri Screwball tarzı filmin
adını verir:
Ernst Lubitsch’in Büyük Macera /To
Be or Not to Be (1942) filmi…
Polonya’nın işgali günlerinde bir grup oyuncunun Nazi
subayı, hatta Hitler taklidi yaparak, direnişçi Polonyalıları ölüme
gönderebilecek bir casusu Almanlara bilgi ulaştırmadan engelleme
çabalarını anlatan bu kara komedi, “savaş
hakkında en keskin ve etkileyici filmlerden biri olarak
gösterilmişti.”
(Eric Monder, Film Dergisi) Belki de gerçekleşen şudur:
1942’de, savaşın sona ermesinden yıllar önce Nazilerin yüzüne
atılan bir Lubitsch tokatı…
To be or not to be, 1942-Nazilerin Polonya işgali
sırasında ellerinde bir sürü Nazi üniforması olan bir grup aktör
kendilerine yeni bir rol bulacaktır.
ACİL DURUM KURTARMA KOMİTESİ
Vichy Fransası hükümeti Statut des Juifs'u (Yahudi Yasası)
çıkararak Almanlarla işbirliği yapmıştır. Tutuklanmadan
gelebildikleri -Hannah Arendt Polonya’daki ölüm merkezlerine
gönderilenlerin Fransa’daki ara istasyonu Gurs toplama kampından
kaçmayı başarır- Marsilya’da New York’a gidebilme umudu
içindeki sanatçı ve mültecilere vize alabilme uğraşındaki kaçış
yardım örgütü “Acil Durum Kurtarma Komitesi (ERC)” temsilcisi
Amerikalı Varian M. Fry ve babasının parasını kullanarak ona destek
olacak genç sosyalist Mary-Jayne Gold’un yanında mücadaleci bir
kadın daha vardır: Macar asıllı komünist Lisa Fittko.
Almanya’da Hitler'in 1933'te iktidara gelmesiyle Lisa’nın anti
faşist mücadelesi başlar ve sonra Çekoslovakya, Fransa’da Gurs
toplama kampından Marsilya’ya kaçışına dek devam eder. Ona göre
faşizm hiçbir halkın tekelinde değildir, zulüm ve acımasızlıkta
Almanlar öne çıksa da, yaşamış ve görmüştür ki Vichy hükümeti
döneminde çoğu Fransız yetkili zaman zaman yaptıklarıyla
Nazileri aratmamıştır.
Lisa hayatının bu aşamasını Dayanışma ve
İhanet: Direniş ve
Sürgün, 1933-40 (Yahudilerin Yaşamı) ve
Pirene’lerden
Kaçış başlıklı iki kitabında anlatır. Anıları
“Hitler’e karşı mücadelenin az bilinen bir boyutunun hikayesi."
(Shofar) olarak nitelendirilecektir.
Lisa Fittko iki kitabında Nazilere karşı savaşımını
anlattı...
TEHLİKELİ KAÇIŞ
Dizide Pirene’lerdeki tehlikeli yürüyüşe öncülük yaparken
gösterilen Lisa’nın sınırdan İspanya’ya geçirmeyi başardıkları
arasında Walter Benjamin de vardır.
“Transatlantik” dizi yazar/yapımcıları Marc Chagall’ı
es geçmez ama Walter Benjamin korku, endişe çemberi içinde
direnemeyen/umudu kırık bir adam portresi olarak çizilse de
Chagall’a göre dizide -trajik sonunun da etkisiyle- biraz
daha ağırlıklı yer alacaktır. Benjamin’i canlandıran oyuncu
Moritz Bleibtreu filmde onu nasıl anladığını şöyle aktarır:
“En acı ve karanlık anlarda bile mizah
var, sevgi var, şefkat var. Hayat asla tamamen hüzünlü veya ciddi
olmaz. Hep her şeyden biraz olur.”
TEHLİKELİ YAZAR
Benjamin’in ilk göründüğü sahne-odasına Mary-Jayne Gold
girdiğinde Benjamin “Lütfen
beni bu araftan kurtarın artık.” diyecektir.
Mary-Jayne:“- MS Rex limanda, sizi New
York’a götürmeye hazır
bekliyor. (Oda karanlık, ve içerisi havasızdır, perde ve camı açar)
Bay Benjamin, leş gibi esrar kokmuş burası.”
Benjamin:“- Ama Fransızlar beni bulursa
esir kampına geri yollarlar, oraya geri dönemem.
(…) Biricik Berlin’im cennet gibiydi. (…) Biliyor
musunuz, siz çokşanslısınız. Memleketinize
dönebilirsiniz."
Mary-Jayne:“- Orasını
bilmiyorum…”
Sonraki sahnede, Naziler ortada yokken bile yardakçısı Vichy
hükümetinin Polis Komiseri ”Talimatlarıma rağmen Alman yazan
Walter Benjamin için istenilen vizeyi verdiniz.” diyerek
Amerikan konsolosu Patterson’a çıkışacaktır.
Konsolos "Tehlikeli yazarlar demiştiniz. Walter
Benjamin’den açıkça bahsetmediniz. O saçma sapan
şeyler yazıyor. Nasıl tehlikeli olsun ki?” yanıtını verir.
Komiser:“- Nazilerin kara listesinde. Bu
adam benim gözetimimde
Marsilya’dan ayrılırsa sizi sorumlu
tutarım.”
Benjamin’in Splendide otelde kaldığını öğrenen komiser
doğrulamak için bir meraklı okuyucu kimliğiyle kapısını çalar:
“- Affederseniz. Umarım sakıncası
yoktur. Eserlerinize dair bir sorum vardı da.
(…) Burada biricikliközelliğine sahip
sanat eserinin aurası, seri üretim yapıldığında yok oluyorsa…
nereye gidiyor?”
Benjamin: “-Şu daha ilginç bir soru
dünyamız yok edilirken, paramparça edilirken
kötülüğün güçleri tarafından dağıtılan
biricikliközelliği olan eserlerin aurasına ne
olur? Ama bir gün bir yapboz gibi parçaları birleştireceğiz. Bu
işleme de tikkun olam denir.” (İbranice terkip tikkun olam:
dünyayı tamir etmek, onarmak ya da iyileştirmek.)
Odasında olduğunu kesinleştiren polis otele baskın
düzenlediğinde, Benjamin “Ben gidemem. Kitabımı
bitirmedim. Yazmam lazım.” telaşına girecektir.
Onu odasından çıkarmak isteyen direnişçi: “- Bay
Benjamin, fikirleriniz burada. Hayatınız bir kağıt
parçasından daha değerli değil mi?”
Transatlantik dizisinde yaşıyorlar- Binlerce kişiyi
Nazilerden kurtaran iki Amerikalı-Mary Jayne Gold ve Varian
Fry
TARİH BİR FIRTINA
Lisa Fittko, İspanya’ya Pirene’leri aşarak girmelerini sağlamak
için Benjamin ve mülteci iş adamı Julius Berger ile yürürken Berger
“1933'te Filistin’den iş teklifi
geldi, reddettim, çölde yaşamak istemiyordum. Belki de yanlıştı.
Bir sürü yanlış karar hepimizi bu noktaya getirdi. Arkama bakmamaya
çalıyorum.” açıklamasını yapar.
Benjamin (Çeviriyi düzelttim): “- Ben sadece arkama
bakabiliyorum. İlerledikçe arkamızda yıkıntılar bırakıyoruz. Tarih
bizi ileri iten bir fırtına, yolumuzdaki her şeyi de
yıkıyor.”
Zorlu bir yolculukla İspanya sınırını geçip, köydeki otele
yerleşmeden önce pasaportlarını yola devam izni için polise
teslim edeceklerdir. Benjamin endişelidir, odasına çekilmeden önce
“Kitap taslağımın Amerika'ya varması lazım… Çantama
dikkat et olur mu?” diyecektir.
Lisa:“- OçantayıAmerika’ya kendiniz
götüreceksiniz Bay Benjamin.”
Benjamin:“- Ben olsam da olmasam da.
Söz verir misin?”
Lisa’nın Walter Benjamin’i son kez sağ olarak görüşüdür,
pasaportunun onayını haber vermek için ertesi sabah odasına
girdiğinde şu notu bulacaktır:
“ Çıkış yolu olmayan bu duruma son vermekten
başka seçeneğim yok. Hayatım
Pirene’lerdeki
küçük bir köyde
kimsenin kim olduğumu bilmediği bir yerde sona
eriyor.”
Hannah Arendt 1940 yılında Gurs toplama kampından
kaçtıktan sonra yakın dostu Walter Benjamin’in iki üç hafta yanında
kalacak ve sanırım ikinci kez de karşılaşmayacaktır.
“Transatlantik” yazarları Walter Benjamin için
yukarıdaki sahneleri yeterli bulacaktır. Lisa ya da dizi yazarları
eğer intiharından sonra Benjamin’in elinde sıkı sıkıya taşıdığı
çantaya açıp baksalardı, yazmakta olduklarının
“Tarih Kavramı Üzerine
(Tezler)” olduğunu göreceklerdi. Ki, daha sonra
kitaplaşan on sekiz tezden oluşan bu çalışma
“20.yüzyılın
enönemli
metinlerinden biri, belki de Marx’ın
Feuerbach Üzerine Tezlerinden beri
eleştirel düşüncenin en anlamlı belgelerinden biri”
olarak gösterilir.
“Benjamin’in tarih felsefesini
besleyen üç kaynak bulunmaktadır: Alman romantizmi, Yahudi
mesiyanizmi ve Marksizm. Onunözgün bakış açısını
besleyen üç moment; salt tarih felsefesinin eleştirilebilir yanını
oluşturmaz, aynı zamanda alışılmadık fikirler de üretir. Belirtmek
gerekir ki Benjamin’in geliştirdiği, bir tarih
felsefesi değil; fragmanlar ve aforizmalar şeklinde kaleme aldığı
pasajlardan müteşekkil metinlerdir.”(Michael
Löwy’dan akt. Beyza H. Turgut
)
Walter Benjamin 'Eski güzel şeylerden değil, yeni kötü
şeylerden başlamak gerekir.'
DÜŞÜNEN KADININ FİLMİ
André Breton, Hannah Arendt, Marcel Marcel Duchamp, pek
gerçeküstücü sayılmayacak denli ‘gerçeküstücü” kutlanan bir doğum
gününde ancak fark edilecektir, Max Ernst dizide hikaye
edilen Walter Benjamin kadar da şanslı değildir.
Öyle görünüyor ki “Transatlantik” dizi yazarları bir
yan hikaye olarak yer verebilecekleri Hannah Arendt’in Fransa’daki
Gurs toplama kampında geçen beş buçuk haftasını atlamıştır.
“Hayatının bu en karanlık anında intihar
etmeyi düşündüğü olur. Bu en zor
dönemeçte hayatı vazgeçemeyeceği kadar
çok sevdiğine karar verir. Bunun ardından, Alman birliklerinin
yaklaştığı bir zamanda, sahte çıkış belgesi düzenleyerek ana
kapıdan çıkıp gitme cesaretini gösteren 62
kadınla birlikte kitlesel bir kaçış planına iştirak eder. Yalnız ve
yayan, Fransa’yı bir uçtan
diğerine katederek, onu nerede bulabileceğini bilmeden
kocasıHeinrich
Blücher’i arar. Arkadaşı Walter
Benjamin’in yanına,
Lourdes’a gider…” (Samantha Rose Hill**)
Hannah Arendt’i neyse ki, filmleriyle zaten
“tarihin gölgesinde kalmış ya
daöyküsü hiç anlatılmamış kadınların
yönetmeni” (Aslı Ö. Tuncer) Margarette Von
Trotta unutmamıştır. Gençliğinde Berlin’den Paris’e gitmeden
ve orada Yeni Dalga filmleriyle tanışmadan önce sinema Von Trotta
için ‘sanat değil eğlence’dir.
“…Ingmar Bergman'ı
gördüm ve birden sinemanın ne olabileceğini
anladım. Alfred Hitchcock'un ve Fransız Yeni Dalgasının filmlerini
gördüm. Orada durdum ve 'hayatımda yapmak
istediğim şey bu' dedim. Ama yıl 1962'ydi ve bir kadının
yönetmen olabileceği
düşünülemezdi…”
“Düşünen ve politik bir kadının
filmi” Rosa Luxemburg’u yapan Margarette Von Trotta,
Rosa’yı canlandıran oyuncusu Barbara Sukowa ile bu kez
“Düşünen bir kadının filmi"
Hannah Arendt’i çekecektir. Arendt´in Kudüs’te milyonlarca
Yahudinin toplama kamplarına, ölüme gönderilmesinden sorumlu Adolf
Eichmann'ın yargılanması ve dönüşünde kaleme aldığı -The New
Yorker’da önce yayımladığı yazılar- “Kötülüğün
Sıradanlığı” kitabına yönelik tepkilere direnişini Margarette
Von Trotta sakin, duygusal, derinlikli bir yaklaşımla
anlatır.
Hannah Arendt (2012), Yönetmen-Margarethe von
Trotta
MARSİLYA KAVŞAĞI
“Transatlantik”in kadın yönetmenleri baş rol verdikleri
Mary-Jayne Gold’u da aşk, seks, gerilim üzerine kurdukları
dramalarının kahramanı yapmışlardır ya da kendi açıklamalarıyla
“müthiş buldukları bu karaktere kapıyı açıp önemsedikleri macerayı
sürükleyen kahraman yapmak” çok hoşlarına gitmiştir.
Oysa yaklaşık 2.000 mülteci için tüm maddi kaynaklarını ve
enerjisini harcayarak Fransa’dan çıkmalarına yardımcı olmasına
karşın kendisi Fransa’yı terk etmek istemeyecek, Vichy hükümetinin
baskısıyla Amerika’ya zorunlu dönecektir. Savaş bittikten
sonra adeta vatanı kabul ettiği Fransa’ya koşar, ölümüne dek
Saint-Tropez yakınındaki bir köyde-Gassin’de yaşar. Anılarını
da “1940. Marsilya Kavşağı” adıyla kitaplaştırır…
“Transatlantik” dizisinin başardığı, kırk sekiz yaşında
yitirdiğimiz edebiyat eleştirmeni, düşünür, kültür tarihçisi ve
estetik kuramcı Walter Benjamin’i ve yaşadığımız günlere bakarak şu
sözünü hatırlatmasıdır:
“Dünyanın her yerinde
sürekli olarak aynı dram, aynı dar sahne üstünde aynı dekorlar,
kendi büyüklüğünün esrikliği
içerisinde başı
dönmüş,
köpürüp duran
bir insanlık.”
Genç, paralı sosyalist Mary Jayne Gold'un
kurtarılmasına yardım ettikleri arasında Hannah Arendt, André
Breton, Marcel Duchamps, Marc Chagall, Willhelm Herzog, Claude
Lévi-Strauss, Heinrich Mann, Otto Meye
“Transatlantik” dizisinin başardığı başka bir şey
ise, Marsilya’nın (Antik dönemde Massalia) Mary-Jayne Gold
kadar -belki fazlası- karakter görevi görmesi. Çekimle, olayların
yaşandığı/hikaye edildiği ve yaratıcılarının “inanılmaz bir
sinematik manzaraya sahip” buldukları Marsilya’da ve gerçek
Splendide Otel’de yapılmıştır. Masalardan birinde belki Balık
Çorbası, daha doğrusu “Marsilya’nın en ünlü yemeği La
bouillabaisse" ile benzerliği bulunan La bourride servis
edilmektedir. Aşağıda tarifi yer alıyor.
La bourride
1 kg beyaz balık (parçalara ayrılmış)
1 adet soğan
1 havuç (doğranmış),
2 patates (doğranmış),
1 domates (soyulmuş, çekirdekleri çıkarılmış)
2 diş sarımsak
1 adet pırasa beyazı
1 Defne yaprağı
2 dilim portakal kabuğu ve tuz (istenirse ½ su bardağı
beyaz şarap)
Tüm malzemeleri sıcak su eklediğiniz bir tencereye koyun,
6-7dakika kaynatın, sonra balıkları ekleyin, 10 dakika kadar
pişirin. Balıkları başka bir kaba alın, balık suyuna Aioli sosu
ekleyerek karıştırın, balıkları içine alın, kısık ateşte birkaç
dakika daha pişirin. Kızarmış ekmek dilimleriyle servis
yapın. (4 kişilik)
Aïoli sos
2 diş sarımsak (ezilmiş)
2 yumurta sarısı
1 tatlı kaşığı hardal
1/2 limon suyu
1 su bardağı zeytinyağı (bir kaba koyun, mayonezde
olduğu gibi ağır ağır yağ ekleyerek çırpın)
-----------
* Translantik’te bölüm başlığı olan Tarih Meleği üzerine Walter
Benjamin’e ait açıklama: “ Klee'nin "Angelus Novus" adlı bir
tablosu var. Bakışlarını ayıramadığı bir şeyden sanki uzaklaşıp
gitmek üzere olan bir meleği tasvir ediyor: Gözleri fal taşı gibi,
ağzı açık, kanatları gerilmiş. Tarih meleğinin görünüşü de ancak
böyle olabilir, yüzü geçmişe çevrilmiş(…) Cennet’ten kopup gelen
bir fırtına kanatlarını öyle şiddetle yakalamıştır ki, bir daha
kapayamaz onları. Yıkıntılar gözlerinin önünde göğe doğru
yükselirken, fırtınayla birlikte çaresiz, sırtını döndüğü geleceğe
sürüklenir. İşte ilerleme dediğimiz şey, bu fırtınadır.”
Walter Benjamin,“Tarih Kavramı Üzerine,”
Son Bakışta Aşk: Walter Benjamin’den
Seçme Yazılar içinde, Hazırlayan: Nurdan Gürbilek, Metis
Yayınları, İstanbul, 2012, s. 43-44.