İzmir Atatürk Halk Kütüphanesi engel tanımıyor: 'Mutlu olmak istiyorum' diyenler buraya gelsin
İzmir Atatürk İl Halk Kütüphanesi; Görmeyenler Bölümü, gönüllü okuyuculuk sistemi ve kabartma kitap baskısıyla yaklaşık 30 yıldır görme engellilere hizmet veriyor. Görme engellilerle bağ kuran gönüllüler saatlerce kitap okuyor ve görme engellilerle birlikte ders çalışıyorlar.
İZMİR - İzmir Atatürk İl Halk Kütüphanesi’nde bulunan Görmeyenler Bölümü, Türkiye’deki halk kütüphaneleri arasında bir ilk. Kütüphanede görme engelliler için kabartma kitap ve sesli kitaplar hayata geçiriliyor. Bu bölümde, kütüphaneyi ziyaret eden gönüllü okuyucuların günün belli saatlerinde görme engellilere kitap okuduğu bir sistem oturmuş durumda. Kütüphanede bunun da ötesinde, görme engelli Emine Ortakaya, gönüllü okuyuculardan 80 yaşındaki öğrencisi Cengiz Damgacıoğlu’na ders veriyor.
İzmir İl Halk Kütüphanesi’nde yaklaşık 4 yıldır görme engellilere “Hak ve Adalet” dersleri verdiğini ifade eden Cengiz Damgacıoğlu, “Buradaki görme engelli çocukları Engelli Kamu Personeli Seçme Sınavı’na (EKPSS) hazırlıyordum. Şimdi de Emine Hanım’ın öğrencisiyim’’ diyor.
BURADA DERS ALAN DA DERS VEREN DE MUTLU
İzmir Barosu üyelerinden 80 yaşındaki Avukat Cengiz Damgacıoğlu, kadın, çocuk ve insan hakları temelinde çalışmalar yapıyor. Kütüphaneye her gelişinde büyük bir heyecan duyduğunu ifade eden Damgacıoğlu, şunları anlatıyor: “Burada ders alan da ders veren de mutlu oluyor. Ben de hem ders veren hem ders alan biri olarak, bulunduğumuz paylaşım etkinliğinin bir parçasıyım. Hangi koşulda, hangi düzlemde olursa olsun temelde insanlar arasında paylaşımda bulunmak çok önemli. İnsanlara yardım etmenin mümkün olduğu her şeye talip oluyorum. Bu beni rahatlatıyor."
Cengiz Damgacıoğlu, çevresinden gelen tepkilere ilişkinse şunları söylüyor: "Bir arkadaşım bana diyor ki, ‘Sen bunu egoist güdülerle yapıyorsun’. Evet, egoistçe yapıyorum, kendim huzur duymak için yapıyorum. Şayet birisine bir faydam olur, o kişinin yüzündeki mutluluğu görürsem müthiş bir huzur duyuyorum. O zaman insan olduğumu anlıyorum. Bu şöyle bir avantaj getiriyor: Burada yapılanlar herhangi bir ekonomik ve sosyal beklenti temelinde, bir teşekkür beklentisiyle yapılmadığı için sırtımızda hiçbir kambur yok. Ben insanlarla paylaşımda bulunduğum zaman mutluluğu buldum. İşte bu nedenle buradayım.’’
'HER İNSAN HERKES KARŞISINDA HER ŞEYDEN SORUMLUDUR'
Yaptıkları işin sağladığı toplumsal fayda kadar insanın kendisine olan faydasını da vurgulayan Damgacıoğlu, , şunları aktarıyor: "Bizler insanları buraya yönelmeye teşvik edebilirsek, daha fazla insan buraya gelirse o zaman burada ciddi anlamda bir toplumsal fayda sağlarız. İnsanın daha güzele daha iyiye ulaşması için hepimizin sorumluluğu var. Ne diyor Dostoyevski, ‘Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur’. İşte ben o sorumluluğumu burada yerine getirmeye çalışıyorum. Mutlu olmak istiyorum diyenler mutlaka buraya gelsin. Unutmasınlar ki buraya gelmek insana vicdanını temizleme şansı verir’’.
Boğaziçi Üniversitesi mütercim-tercümanlık bölümünü bitiren görme engelli Emine Ortakaya, ise şunları anlatıyor: "Cengiz Bey çok meraklı ve iyi bir öğrenci. Kendisi bir asırlık çınar gibi, tanıklıkları çok fazla. Bu yüzden ondan çok şey öğreniyorum. Tek sorunumuz birlikte çok paylaşımda bulunduğumuz için derslerimizi kaynatıyor olmak! Birimizden birimiz öğrenmekten vazgeçseydik her şey daha kolay olacaktı.’’
'BÜTÜN EV BENİM YÜZÜMDEN KAMPA GİRERDİ'
Öğrencilik yıllarında kabartma kitaplar yaygın olmadığı için yaşadığı zorlukları dile getiren Ortakaya, o dönemleri şöyle anlatıyor: ‘’O zamanlar kabartmalı kitap basan tek bir matbaa vardı, o da sadece körler okullarına hizmet veriyordu. Derslerimde başarılı bir öğrenciydim, mesela matematik dersinde de çok başarılıydım, ama sayısal derslerde kaynak sıkıntısı vardı, üretim çok azdı. Özürlülere eğitim bölümleri yasak olduğu için mütercim-tercümanlık bölümünü seçtim. Şöyle bir düş kurdum kendimce; önce mütercim-tercümanlık bölümünü bitirip oradan da İngilizce öğretmenliğine geçerim dedim, öyle de oldu. Benden büyük sınıflarda olan ve İngilizceleri çok iyi olan, görmeyen arkadaşlarım vardı; onlardan süresiz destek alırdım.”
Ortakaya, şöyle devam ediyor: “Biz okuyucu aramakla çok vakit harcardık. Herkese okutamıyorsunuz tabii. Okuyucu bulunca da ona okuturken özetini çıkarır, kabartmaya yazardık. O zaman teyp ve kaset vardı. O yüzden hepimizin bolca kaseti olurdu, hatta yardım olarak kaset getirirlerdi bize. Bu şekilde sıkıntılı dönemlerde okuduk, kaynaklar az cihazlar pahalı… Ben yatılı okudum tüm eğitim öğretimim süresince, okuldan eve geldiğim zamanlar bütün ev benim yüzümden kampa girerdi. Birileri bana okur, daracık bir ev, diğerleri sus pus oturmak zorunda kalır… Onlar için de çok zor bir durumdu.”
'KAMU SPOTLARINA EL ATILMALI'
Devletin özel eğitim politikalarını eleştiren Ortakaya sözlerini şöyle sürdürüyor: "Şimdi kaynaklara ulaşım kolaylaştı tabii, ancak biz bu aşamaya devlet politikaları sayesinde gelmedik. Bu ülkenin politikalarının değişmesi gerek. Düşünebiliyor musunuz, Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı kaç kez İstanbul'da maraton düzenledi para kazanabilmek için! Öyle ki, bütün gönüllüler dikiş dikiyor, ürünler yapıp onları satarak gelir elde etmeye çalışıyorlar. Devletin her şeyden önce eğitime ayırdığı kaynağın önemli bir kısmını da engelliler için olan özel okullara ayırıp kendi insanını eğitmeye ayırması, bu konuda çalışmalarda bulunması lazım.”
Görme engellilere yönelik politikaların yetersizliğini herhangi bir çaba gösterilmemesine bağlayan Ortakaya, son zamanlarda televizyonlarda sıkça rastladığımız kamu spotlarında dahi bu konunun yer almamasını örnek veriyor, “Devletin insana, eğitime, sağlığa önem vermesi gerekiyor. Köşe başlarında dilenci olmayacaksak eğer, üretken bir özürlü toplumu olacaksak artık birtakım düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Düşünün, hala kamu spotlarına el atılmış değil. Oysaki kamu spotları çok büyük bir kesim tarafından izlenen, kısa ve oldukça eğitici yayınlar. Bir türlü özürlülerle ilgili kamu spotu yaptıramadık.’’
'BEN ÖZÜRLÜ DEMEYİ TERCİH EDİYORUM'
Ortaya kullandığı dile ilişkinse şunları söylüyor: "Özürlülere, engelli diyorlar ama ben özürlü demeyi tercih ediyorum. Çünkü engel isteğe bağlı bir şeydir. Engel dediğinizde o engelin kaldırılması sizin elinizdedir. Siz benim önümdeki bütün eğitim engellerini kaldırabilirsiniz, ben çok iyi bir eğitime kavuşabilirim, ama hiçbir zaman sizin kaldırdığınız engeller sayesinde göremem. Dolayısıyla ben görme özürlüyüm yani bu benim vücut kusurum aslında. Kusur değil de farklılık şeklinde tanımlıyor insanlar, iyi de bu benim seçtiğim bir farklılık değil ki! Bu bana dayatılmış olan bir şey. Bana kör denilsin, sakat denilsin, ama benim haklarım verilsin. Çünkü sonuçta biz sakatız, sakat hakları istiyoruz."