İzmir'de simide gevrek derler de OHAL'e ne derler?
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, avukat-müvekkil görüşmelerini haftada sadece bir gün ve bir saat ile sınırlandırdı. Görüşme esnasında sesli ve görüntülü kayıt alındığı yetmiyormuş gibi, görüşmelerinize bir infaz koruma memuru da eşlik ediyor. Avukatlar bu görüşmelerde konuşulanların iddianamelerde yer almasından, görüşme içeriklerinin mahkemelere gönderilmesinden yakınıyor.
Cem Altıparmak*
Biz İzmirliler bazı nesneleri farklı adlarla tanımlamayı çok severiz. Bu durum adeta İzmirli olmanın bir göstergesidir bizim için. Mesela herkesin simit dediğine biz gevrek deriz. Elektrikler giderse atan sigorta değil, asfalyadır. Sinirlendiğimizde de sesleniriz, "benim asfalyamı attırma!" diye. Çekirdeğe çiğdem, domatese domat demezsek huzursuz oluruz. Mısır değil darıdır almak için uğraştığımız. Yemişle incirin aynı olduğuna kimse ikna edemez bizi.
Olağanüstü Hal süreci ile birlikte biz İzmirli avukatların -daha doğrusu müvekkilleri İzmir'deki bir cezaevinde tutuklu olan avukatların- OHAL'i tanımlayan başka kelimeleri de oldu. İzmir cezaevlerinde müvekkili ile görüşmek isteyen bir avukat için OHAL, görüşmenin haftada sadece bir gün ve bir saat ile sınırlanmasıdır. Görüşmelerin sesli ve görüntülü kayıt altına alınmasıdır. Yetmez, aynı zamanda görüşmede masanın bir kenarında bir infaz koruma memurunun konuşmalarınızı dinlemesidir. Tuttuğunuz notların, görüş bitiminde tarayıcıdan geçirilip savcıya, mahkemeye gönderilmesidir. Sırf bu sebeple görüşmeye kağıt kalem sokmamak, konuşulanları daha sonra hatırlamak için hafızanıza güvenmeye çalışmaktır. Yani İzmirli avukatlar için OHAL süreci, adil yargılanma hakkının düpedüz ihlalidir.
Sorunun detayına inmeden önce adil yargılanma hakkı ne anlama gelir kısaca değinmek gerekir. Aslına bir hukuk devleti olup olmadığınızın en önemli göstergesi olan adil yargılanma hakkı, dört temel unsurdan oluşuyor. Bunlar: (a) kanunla kurulan bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde, (b) makul sürede, (c) aleni ve (d) hakkaniyete uygun olarak, yargılanma hakkıdır. Bu hakların kazanılması, hukuk devletinin vazgeçilmezi haline dönüşmesi, yüzyılları bulan, çileli ve ağır bedeller ödenerek elde edilmiş bir hak mücadelesi sonucu mümkün oldu. Ne yazık ki bu hakkın, OHAL süreci ve bu sürecin alamet-i farikası olan KHK'lar ile ciddi anlamda zarar gördüğüne şüphe yok. Ters çevrilen masumiyet karinesi ile kişilerin kendi suçsuzluğunu ispatlamak zorunda bırakılmaları, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin yok edilerek işlendiği tarihte suç sayılmayan davranışlar nedeniyle aradan geçen onca yıl sonra kişilerin suçlu sayılmaları, kişilerin yakınlarının, aile bireylerinin sosyal konum ve davranışlarının suç tespitinde bir kriter haline getirilmesi ve bu yolla cezaların şahsiliği prensibinin ortadan kaldırılması, yılı aşan tutukluluk süreçleri, soruşturma dosyalarına getirilen kısıtlılık kararları nedeniyle sizi cezaevinde tutan delillere ulaşmanızın ve bu suretle kendinizi savunma hakkınızın engellenmesi, OHAL'in adil yargılanma hakkına vurduğu ciddi darbelerden birkaçı.
Genel olarak Türkiye'nin tamamına yayılan bu tür adil yargılanma hakkı ihlallerinden ayrı olarak, İzmir'deki cezaevi rejimine ilişkin bir uygulama, İzmir'i diğer kentlerden daha ayrı bir konuma sokuyor. İzmirli avukatlar ve onların cezaevlerindeki tutuklu müvekkilleri, OHAL sürecini diğer birçok ilden daha ağır bir şekilde yaşıyor.
Nedir bu sürecin daha ağır yaşanmasına yol açan sebep? 23 Temmuz 2016 günü çıkan 667 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname'nin “Soruşturma ve kovuşturma işlemleri” başlıklı m.6/1-d maddesi şöyle bir hüküm getirdi, "...5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince; Tutuklu olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin varlığı halinde, cumhuriyet savcısının kararıyla, görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli hazır bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir..."
Bu düzenlemenin yürürlüğe girmesiyle birlikte, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, avukat-müvekkil görüşmelerini haftada sadece bir gün ve bir saat ile sınırlandırdı. Görüşme esnasında sesli ve görüntülü kayıt alındığı yetmiyormuş gibi, görüşmelerinize bir infaz koruma memuru da eşlik ediyor. Avukatlar bu görüşmelerde konuşulanların iddianamelerde yer almasından, görüşme içeriklerinin mahkemelere gönderilmesinden yakınıyor.
Yaşanan bu sorun ne yazık ki sadece soruşturma evresiyle de sınırlı değil. Soruşturma aşaması sona erip davanın açılması ve dava dosyasına erişime yönelik kısıtlamaların kalkmasıyla birlikte, dosyanın tüm içeriğine nihayet ulaşabilen avukat, dava içeriğini müvekkili ile tartışmak ve savunmayı birlikte hazırlamak amacıyla görüşme yapmak istediğinde de ses ve görüntü kaydı alınmaya devam ediliyor. Bu yöntemle hem tutuklunun söylemek isteyip de söyleyemedikleri nedeniyle iradesi sakatlanıyor, hem de avukat görevini yapamaz hale getiriliyor. Oysa adil bir duruşmanın temel kriteri, silahların eşitliğidir. Silahların eşitliği, yargılamanın her iki tarafına, eşit pozisyonda olduklarına ikna olacakları şekilde muamele edilmesi ve tarafların davalarını eşit şekilde savunmaları anlamına gelir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Silahların Eşitliğini, “bir tarafı, davanın diğer tarafı karşısında, nitelikli bir dezavantaj içine sokmayacak şartlar altında, her bir tarafın, delilleri de dahil olmak üzere, davasını ortaya koymak için makul bir olanağa sahip olması zorunluluğu” olarak tanımlanmıştır. Yani bir davada ya da soruşturmada, avukatı ve şüpheliyi/sanığı, savcıdan ve yargıçtan daha elverişsiz bir konumda bırakamazsınız. Soruşturma aşamasında savcının, dava aşamasında yargıcın dosyadaki delilleri serbestçe değerlendirme hakkı bulunurken, bu hak ve imkandan, avukatı ve yargılama sonucunda ortaya çıkacak olan sonuçtan en çok etkilenecek olan sanığı mahrum bırakmanın hukuki bir dayanağı olabilir mi?
İzmirli avukatların dava aşamasında da devam eden bu kısıtlamalara karşı yaptıkları itirazlar, mahkemelerce ya kendi görev alanınında görülmeyerek ya da OHAL'in devam ediyor olması gibi gerekçelerle reddediliyor. Oysa, Türkiye’nin farklı illerindeki birçok ceza infaz kurumunda, 667 sayılı KHK kapsamındaki suçlar bakımından, avukat-müvekkil görüşmeleri, kimilerinde gün ve saat, kimilerinde ise ses ve görüntü kaydı sınırlaması olmaksızın yapılabiliyor. Örnek olması açısından; Zonguldak'ta 24 saat, Muğla'da hafta içi 19.00'a hafta sonu 17.00'ye kadar, ses ve görüntü kaydı olmadan görüşme yapabilirsiniz. Balıkesir Kepsut, Karabük ve Kastamonu'da hafta sonu hariç mesai günleri içinde saat sınırlaması olmaksızın görüşmek mümkün. Düzce'de İzmir'dekiyle aynı olan uygulama 2017 yılı başlarında kaldırıldı. Düzce'de haftanın her günü akşam 19:00'a kadar görüşme yapabilirsiniz. Ankara Sincan, Kırşehir, Kırıkkale, Bafra, Giresun, Kırşehir’de mesai saatleri içerisinde ve hafta sonları saat 09:00 -16:00 arası görüş yapmak mümkün. Edirne ve Silivri’de gece 11’e kadar görüş yapabilirsiniz. Kandıra'da ise akşam 19'daki vardiya değişiminden sonra isterseniz müvekkilinizle sabaha kadar görüşebilmenizde engel yok. Saydığım bu kentlerle ilgili bilgilere, müvekkilleri adı geçen ceza infaz kurumlarında tutuklu olan avukat arkadaşlarım sayesinde ulaştım. Bilgisine ulaşamadığım başka birçok ceza infaz kurumunda da benzer uygulamalar olması mümkün. Bu kentler de İzmir'le aynı OHAL sürecinin yaşandığı kentler. İzmir'de bu kentlerden daha ağır görüş kısıtlılığı uygulamasının haklı bir yanı bulunmuyor. İzmirli avukatlara bakıp, onlarda peşin olarak "terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin varlığı"nı gören bir düşüncenin, hukuk devletine saygısı olduğunu söylemek de mümkün değil.
İzmir'de yaşanan ve bir yılı aşkın süredir ısrarla sürdürülen bu uygulamanın, adil yargılanma hakkını ihlal ettiğine şüphe yok. Avukatın tutuklu müvekkili ile özel olarak, herhangi bir kayıt altına alınmaksızın ve kimsenin duyamayacağı bir şekilde görüşme hakkı, OHAL süresince ve geçici olarak dahi kısıtlanamayacak, temel bir haktır. Aksi halde daha en başta yapacağınız yargılamanın insan hakları temel prensiplerine aykırı olmasına yol açarsınız ve bu durum, Anayasa Mahkemesi (AYM) ya da AİHM kararları ile size hak ihlali olarak geri döner.
Elbette bu söylediklerimiz, son AYM kararının yerel mahkemelerce uygulanmasının reddedilmesi ile birlikte AYM'nin itibarının ve inandırıcılığının gömüldüğü tabuta vurulan son çividen sonra bir anlam taşıyacak mı, oldukça şüpheli. AYM'yi tanımayan yerel mahkemeler, bahsettiğimiz hak ihlalleri hakkındaki bir AİHM kararına acaba ne kadar itibar eder? Peki biz İzmirliler hukukun içine düştüğü bu duruma ne ad vereceğiz? Klorak mı, yoksa boyoz mu?
*Avukat, İzmir Barosu