İzzet Yasar: 'Kara' şair
Ne yazık ki şiirden izzet-i ikbal ile çekilse de başka yönlerden aldığı tavır şaşırttı. Son yıllarında girdiği “gri bölge”, belki de türbülansta, izahsız izahlarla sanki kendi kendini silmeye girişti. İzzet Yasar bu hayattan kurtuldu ama ardında modern Türkçe şiir için önemli bir külliyat bıraktı. İzzet Yasar unutulabilir… Ama şair İzzet Yasar şiirleriyle yaşayacaktır.
DUVAR - Yetmişli yılların “yeni”, “ayrıksı”, “başka” olarak nitelenmiş ve bu sıfatları Yeni Dergi’yle o dönemin Birikim’inde çıkan şiirlerinin yanı sıra 1974’te yayımlanan ilk kitabı “Kanama”yla kazanmış bir şairdi İzzet Yasar. 1951 yılında doğan Yasar, 67 yaşındayken kısa bir süre önce yaşamını yitirdi. İzzet Yasar’ın “Kanama” (1974), “Yeni Kuş Bakışı” (1979), “Ölü Kitap” (1983), “Dil Oyunları” (2002), “Asla Yazamayacaksın O Şiiri” (2007) ve “Başka Akıl Peşinde” (2010) adıyla yayımlanan altı şiir kitabı bulunuyor. Yasar’ın yaşamını yitirdiği bilgisi kamuoyuyla paylaşıldığında, ondan hem yaş olarak küçük hem de bir sonraki kuşaktan şair Akif Kurtuluş, sosyal medyada yer alan bir mesaj paylaştı. Kurtuluş mesajında, “İzzet Yasar, özellikle şiiri üzerine konuşulmayı, hele yazılmayı fazlasıyla hak etmiştir, edecektir” diyordu.
ŞAİRİN 'İMKANSIZ' YOLU
Akif Kurtuluş’un sözlerini de dikkate alarak İzzet Yasar’ı ve şiirlerini gündemimize aldık. Yasar’ın şairliği ve şiirini irdelemek istedik. Şiirin de, şairin de yolu imkânsızdan geçer. Daha en baştan yüzünü ve kalbini imkânsıza çevirmemiş şairin söyleyebileceği hiçbir şey için yenidir diyemeyiz. Yine aynı şekilde; şairin yolu da, yolculuğa da imkânsız olana doğru uzar. Çünkü şiir ordadır. Orda, dile dökülmüş bütün mümkünlerin bittiği yerde. Şiirin yeni bir dil olması şairin yeni bir dili oluşturması ve uygulamasıyla gerçekleşir. Yeni bir dil olmaksızın yeni şiir, hatta şiir yoktur. Şiir diye ne okuyorsak; şair diye kimin sesine, sözüne kulak kesiliyorsak hepsinin ortak bir özelliği vardır; özgün ve yeni olmak... Şiiri şiir, şairi şair yapan, daha önce kullanılmamış biçimde bir şiir diliyle hitap etmesidir. Modern şiir de, modern Türkçe şiir de tüm birikimiyle tek cümlede bize bu gerçeği söyler. Yeni şiir, sadece gününü ve geleceği değil, geçmişi de değiştirir.
Elbette eskitir de. Ayrıca vurgulamak gerekir ki modern Türkçe şiirin geçmişini, gününü ve geleceğini değiştiren, her geçen gün önemleri daha iyi anlaşılan hem kuşakları vardır hem de tek tek isimlerden oluşan şairleri. Bununla birlikte şunu da belirtelim, bazı başlangıçların gelişip kalıcılaşması öncüler kadar etkili iz sürücülerle gerçekleşir. Şiir konusunda konuşurken dikkate alınması gereken bir nokta daha vardır. Her şairin girişiminde hem yeni bir başlangıç hem de tarihsel birikimin etkisi, katkısı söz konusudur.
Yani şiirde yeniliğin de, özgünlüğün de aslında yaratıcısı büyük ölçüde geçmiş kuşakların deneyimleri ve mirasıdır. Modern Türkçe şiirde bu tezi destekleyecek birçok örnek gösterilebilir. İzzet Yasar’ın girişimi de o örneklerden biridir. 1970’lerin başında genç ve yeni bir şair olarak dikkatleri çekerken önünde, Ece Ayhan gibi İkinci Yeni dalgasının en uca gitmiş “mor külhani” “karaşın” ismi, Orhan Koçak’ın deyişiyle “şiirsel baba”sı bulunuyordu. Bu durumu ifade etmek için şöyle diyor Koçak: “İzzet Yasar’ın Yasa’ya, Simgesel Baba’ya karşı bir tür artçı savaş ilan ederken seçtiği, hayır, maruz kaldığı Şiirsel Baba, bu iş için hem en uygun hem de en uygunsuz isimdi: Ece Ayhan.” Yeri gelmişken Orhan Koçak’ın “Kopuk Zincir” adlı kitabında yer alan “İzzet Yasar’ın Şiiri Üzerine” başlıklı yazısının tümünün okunmasını önerelim. İzzet Yasar, şiirde yetmişli yıllardan genç bir şair olmasına karşın dilin içinde kendi dilini, sözler içinde kendi sözünü kısa sürede oluşturmuş bir şair olarak geçer. Şiirleri hem “düşünce” içerir hem de varoluşla ve sorunlarıyla ilgilenir.
İzzet Yasar’ın şiirini değerlendirirken Ali Özgür Özkarcı’nın “Cetvelle Çizilmiş Dağınıklık” adlı kitabında yer verdiği “Sürekli Reddetmenin Kırk Yıllık Öyküsü: İzzet Yasar” başlıklı incelemesinde dile getirdiği şu satırları da dikkate almak gerekir: "Yasar şiiri açısından bir toplumsallaşma eğilimi yoktur. İki yönden Yasar şiiri hem kendi döneminin toplumsallaşma iddiasındaki şiire karşıdır hem de onun bakışı,“çoğalmaya” dönük değildir. Bu nedenle Yasar şiiri bir mikro muhalefet veyahut kişisel öfkenin sınırları etrafında gelişir."
Toplumsal muhalefetin tüm gücüyle ve büyük ölçüde sistemi hedef aldığı bir dönemde bir şair olarak İzzet Yasar, eleştirisini kurumlara, yasalara yöneltir. Çelişkileri, çatışkıları didikler, deşer, açar… İzzet Yasar’ın şiirini kavramak isteyen yaklaşımın, onda başından itibaren “yerleşik” bu “sivrisineklerle kavga etme” eğilimini kale alması gerekir. Yeri gelmişken, ilk kitaba adını da veren “Kanama” başlıklı şiirini okuyalım:
ölüm onun tek suçudur şimdi
sevgi aranızda yarısı söylenmiş bir söz
sen tamamlayacaksın unutma
dudakların ılık bir tadı özlüyorsa
akşam serinliğinde
sesi boğazımda acı bir yudum
cömerttir gözyaşına ülkemizin dağları
uykunun kanla bölündüğü akşam
onun avcundan dökülenleri
sen paylaşacaksın dostlarınla
derin kuyularda soğurken sular
onu haklı kılacak budur biraz da
sakın unutma
sevgiyi haklı kılacak
senin dinmez öfkendir aslında
ah eğilip soğumuş anlından
son bir kere öpebilseydin
çocukluğu hatırlanır şimdi
duvarları karış karış yoklayışı
tanıyışı pencereleri kapı tokmaklarını dünyayı
onlar ne kadar yıkasalar ellerini sünger taşlarıyla ovsalar
çıkaramayacaklar bulaşan kanı
okşamayacaklar çocuklarını kar gibi beyaz
masa örtülerine dokunamayacaklar artık irkilmeden
buysa seni güldürmeli ancak
gün sessizce çekildi güvercin rengi kubbelerden
ezanlar doldurdu kuş yuvalarını
hazin ırmaklarda insan yüzleri yüzüyor
bak onun da yüzünde bir ırmak akıyor şimdi
ellerin serinlesin diye
gözlerini sil
artık nefret etmeyi öğrenmelisin
Şiirde özgünlüğü dildeki bireysel kodlamalarla sağlayan şairin okurla aradaki mesafeyi kapatabilmesi için iletişim kanallarını daha çok ve sık kullanması ihtiyaç haline gelir. Yasar da öyle yapar. Bir söyleşisinde şiirle ilgili görüşlerini paylaşır: Bu paylaşım okurun yaklaşımı için önemlidir. Yasar’ın şiirle ilgili görüşü şöyle: “Ben şiiri bir edebî tür olarak görmüyorum. Şiir bence her türlü sanat pratiğinin belli bir ‘hal’ine tekabül ediyor.” Yasar’ın söyledikleri aynı zamanda kendi şiirine de ışık tutmaktadır.
İlk iki kitabındaki (Kanama, Yeni Kuş Bakışı) anlaşmaya, uzlaşmaya dayalı dil üçüncü kitabında değişim geçirmiş olarak çıkar okur karşısına. Daha sonraki süreçte de yerini ‘dil oyunlarına’, dili altüst etmeye bırakır. Aykırı, ayrıksı, eleştirisi, ironisi, mizahı, kara mizahı yoğun, uzlaşmasız, kendine has şiir çizgisini geliştirip pekiştirdiği “Ölü Kitap”la birlikte ”iktidarın dili” denen şeye savaş açmayı dener. Fakat bunun ona maliyeti ağır olur. Kendisi kabul etmese de uzunca bir süre susar. Ama içindeki yanardağ daha fazla dayanamaz suskunluğa ve patlar. Yeniden dil oyunlarına başlar. Bir sonraki kitabı “Dil Oyunları” 2002’de yayımlanır. O arada kaçtığı konvansiyonel dil, onu adeta kovalar. Bu kaçma kovalamayı da oyuna, bir tür saklambaca dönüştürür diyebiliriz. İzzet Yasar şiirinin omurgasını “düşünce” oluşturur. Yasar şiirinin ağırlık noktasının düşünce olmasında aslında yadırganacak bir şey yoktur. Çünkü o ne de olsa “yetmiş kuşağı şairi”dir. Yetmiş kuşağı koşulları zorlayarak düşünceyi birçok şeyin önüne geçirme çabası içinde olmuştur. Düşünce bazlı şiir, lirik şiirden uzaklaşmak anlamına da gelir. İzzet Yasar’ın esas olarak ayrıksılığının nedenini lirik şiirle arasına koyduğu mesafede aramak gerekir.
Yasar’ın düşüncesi de, şiiri de sisteme karşı çıkmaktan çok kurumların, yasaların eleştirisine yönelmiştir. O nedenle sistemi değil de yasaları, kurumları hedefe koyar. Bununla birlikte İzzet Yasar, şiirinde tema, konu, izlek olarak neyle uğraşırsa uğraşsın, diliyle daha çok ağrıyan dişi kurcalar. Evet onun şiir dili ağrıyan dişi kurcalar hem de acımasızca kurcalar. Kötülüklerin üstüne gitmeyi seçer. Gerçeğin üstü örtülsün, kapansın tavrına karşı teşhir etmeyi önemser. Yaraların kabuğunu kanatırcasına kaldırır. Kötülüklerin örtbas edilmesine karşı çıkar. Yasar şiirini okurken bir yandan da kendisinden önceki kuşaklardan en çok Metin Eloğlu ve Can Yücel’in sesini duyarız. Alıntıladığımız şu dizeler, en sert şiirlerinin yer aldığı “Ölü Kitap”tan:
tek kalacak son bacağımla
edebiyatı seke seke yazdım
ben dili bütün
ruhum ne var ne yok
hangimiz kusursuzuz – ama dayanamadım gittim
içimdeki yırtılan ince zar sesinde kayıp düştüm
şimdi gel kaymak tabakam
dikilen dolu göz uçlarımla
'ASLA YAZAMAYACAKSIN O ŞİİRİ'
Yasar yaşanmış ve yaşantıda izi kalmış, duyduğu, bildiği ne varsa bilinmesinden, ortaya dökülmesinden, hiçbir şeyin gizli saklı kalmamasından yanadır. Gerçeğin gizlenmesi onun için aslında büyük bir kahır oluşturur. Bunu da şu sözlerle ifade eder: “Otuz yedi yıllık arkadaşım. Eski TİP üyesi. Komünistlikten hapis yatmışlığı var. Masamın üzerinde Birikim’in ‘Bir Zamanlar Ermeniler Vardı’ özel sayısını görüyor. Katliam değildi, mukateleydi diyor. Peki ya çocuklar, diye soruyorum. Onlar da yaşasalardı büyüyünce babaları gibi bizi arkadan hançerlemeyecekler miydi diyor. Evet, şiirimde ‘kötülük’ diye bir şey varsa, sadece şiir geleneği üzerinden açıklayamam bunu. Murat Belge, ‘Asla Yazamayacaksın O Şiiri’ adlı kitabım üzerine yazdığı yazıda, bizi ‘kahreden’ şeylerden beslendiğini söyledi şiirimin. Bunu okuduğumda bir rahatlama duyduğumu hatırlıyorum. Yani ‘kötülük’, ‘mal’, ‘şer’, her neyse, o değil de, ‘kahır’ benim ağzımı bozan asıl şey gibi geliyor bana ve bunun söylenmiş olmasıydı sanırım bana o rahatlama duygusunu veren.”
İzzet Yasar’ın beşinci şiir kitabı “Asla Yazamayacaksın O Şiiri” adlı yapıtının diğerleri gibi üzerinde durmaya değer çok önemli özellikleri var. Kahırla yazılmış şu dizeler aslında bu noktada başka sözü gereksiz kılıyor:
televizyonda haberleri seyrediyorlar
zavallı polislere nasıl taş atıyorlar diye üzülüyorlar
televizyon hakikatin bütününü göstermiyor
gösterseydi zavallı kürtlere nasıl bok yediriyorlar diye de üzüleceklerdi
televizyonlar onlar böyle de üzülmesin diye hakikatin bütününü göstermiyor
ölüleri hemen gömüyorlar
ertesi gün ağlamayı kesiyorlar
doğmak da var ölmek de var diyorlar”
Ancak kitabın vurgulanması gereken bir yönü daha var. Hikmet burcuna girmiş bir şairin ustalaşmaya karşı çıkışını böylesine açık biçimde işaretlemesi önemlidir. Şu dizeleri okuyalım:
şiirinde asla yapamayacaksın
bresson’un filminde yaptığını
evinden kaçmış bir yük eşeğiyle
bir sirk filinin göz göze gelişini
asla anlatamayacaksın
dört ayaklıların ulaşılmaz kaderine
yaklaşamayacaksın bile
bakışları bakışlarla örülmüş
zamansız tuz rahibeleri
hayallerinin dışında var olabilselerdi
belki dalgınlık anlarında söyleyebilirlerdi
böyle imkansız bir şiiri
böyle insansız bir şiiri
üzgünüm ne kadar
ıslak burunlular
kuyruklular ve kanatlılar
yüzgeçliler ve kabuklular
bilmem ne dersin turgut uyar
şiir varsa var
ama bu kadar var
Karşı çıkan da var, kabul eden de… Şiirde kuşak sorunu tartışmalı bir konu. Ancak dilin özerk ve özgün kullanıldığı diğer sanatsal türlerden farklı olarak şiirin, deyim yerindeyse kuşaklarla hayat bulduğu da bir gerçek. Bazı şairler şiirleriyle ilk göründükleri dönemin değil de daha çok okurun ilgisini kazandıkları dönemin şairi olurlar. İzzet Yasar da ilk kitabı “Kanama”yı 1974’te yayımlamasına karşın okurun onu keşfettiği seksenli yılların şairi olmuştur diyebiliriz. Oysa Yasar bu tarihe kadar şiirinin büyük bir bölümünü yazmıştır. Buna karşın okunan, bilinen, tanınan bir isim olması seksenlerde ve sonraki yıllarda gerçekleşmiştir. O nedenle okurun keşfettiği dönemin şairi olmak gibi bir gerçekliği de göz ardı etmemek gerekir.
Bu arada, Nilgün Marmara’nın şiirinde İzzet Yasar’ın yalnızca arkadaşlığının değil, şiirinin de cesaretlendirici etkisinin görüldüğünü söyleyelim.
İzzet Yasar asla yazamayacağı o şiiri yazmayı denedi. Başlangıcından itibaren peşinde olduğu “başka akıl” arayışını sürdürdü.Şu dizeler Yasar’ın son kitabı “Başka Akıl Peşinde”den:
şiir dediğin nedir ki
uzanıp kendi tüyleriyle oynamaktan başka
uyar uymaz ayrı mesele
ben kelimelerin saltanatına inanmıyorum
bunlar bana gökyüzünden balyoz gibi iniyor
şimdi şiirsever ne yapacaksın
sen italya gibi aydınlık ve güzel değilsin
yarım nebze fasaryaya fitsin
sana satılık sanatım yok benim
ben vahşet yetimhanelerinden alınmış oğlanların
oğlan yatakları dağlanmış kafaları kırkılmış kadınların
marazlı derbederissaların ürpermesiyle ürperiyorum
mademki bu akıl beni kan içinde bırakmış
başka akıl peşinde koşuyorum
aşkımı hayırlı iş için yoruyorum
lirik olsun ha al sana lyre ve ique
katl-i am ve katl-i sik
panic germanic turkic
uydu mu masum okur mağrur okur
auschwitz denince ağlayan
der zor denince horlayan
iki suratlı mendebur etobur
ben bu sözleşmelerde yokum
çok sıkışırsam bir duru su bulurum
kafamı sokar dururum
İZZET YASAR'IN 'GRİ BÖLGESİ'
Ne yazık ki şiirden izzet-i ikbal ile çekilse de başka yönlerden aldığı tavır şaşırttı. Son yıllarında girdiği “gri bölge”, belki de türbülansta, izahsız izahlarla sanki kendi kendini silmeye girişti. Galiba bazı kuğular, hem de bazı “siyah kuğular” ölüme yakın seslerini yitiriyor, bed sesler çıkarabiliyor. İzzet Yasar, kara şiirlerin şairi de onlardan mıydı, derseniz Gezi Direnişi’ne karşı aldığı tavır ve söyledikleri hafızalarda. Bazıları yaşadıklarını reddederek kendi kendilerine yenilir. Unutulma hakkı diye bir şey olsa da yaşanmışın yaşanmışlığını yok sayarak kurtulmak ne mümkün…
İzzet Yasar bu hayattan kurtuldu, ama ardında modern Türkçe şiir için önemli bir külliyat bıraktı. Onu yok saymak kimsenin haddi olamaz. İnsan ömrü gelip geçici, İzzet Yasar unutulabilir… Ama şair İzzet Yasar şiirleriyle yaşayacaktır. Yazımızı Yasar’ın çok ses getiren şiirlerinden biriyle, “İstikbal Marşı”yla bitirelim:
Üstüne tükürülmüş bir deniz yılanı gibi
köpürüp yırtılarak kendini doğurmaya çalışan ülkem
korkma baban seni hala seviyor
dünya da artık sana benziyor zaten
korkma sen bütün o kur çağlar boyunca
lağımlar böyle kıvranarak açmadın mı
avrupanın bağırsaklarından sancılar içinde
ak salgılı kafılelerle geçmedin mi
yasadığın yasalar yasa boğulmuş ne gam
örklendiğin çayır yülünmüş ne çıkar
korkma bu erkek erk seni asla etmeyecek terk
dövüle dövüle yapılmış bakır tarihin be sana yeter
köklerden gelen bir ses sana ne diyor dinle
devletin malı meydandadır nazlı kızım
kanlı kaburga kırılmaz ettirgen çatı çökmez
korkma bitmez bu ters anavasya
baban bak seni hala nasıl seviyor
ruhuna parmak banıyor rahmini kurcalıyor
kaderine kakılmış körüklü kavançonun sonu gelmez
korkma tükenmez kutlu fücur toprağımızda