Çek filozof Jan Patočka, hem yaşamıyla hem de düşüncesiyle güncel politik tartışmalara da dokunabilecek bir düşünür. 'Sorunsallıkta Yaşamak' kitabında bir araya getirilen yazılar, düşünürün felsefesine dair genel bir fikir edinmemize yardımcı oluyor, sorunsallaştırdığı her mesele dünyanın şimdisi hakkında da düşünmemize vesile olurken, insan türünün politik ve tarihi varoluşu hakkındaki fikirleri özgürlüğe yönelmek için geçilmesi gereken kapılara işaret ediyor.
Çek filozof Jan Patočka’nın yazılarının yer aldığı, 'Sorunsallıkta Yaşamak' adlı kitap, Ahmet Kaan Ketboğa çevirisiyle, Fol Kitap tarafından basıldı. Kitap, Patočka’nın Türkçedeki ilk metni; felsefeyle düşünmeyi ve politik açıdan eylemeyi kesiştiren filozofun yaşamı da bunun izini taşıyor.
Husserl ve Heidegger’in izinden fenomenolojik düşünceyi yansıtan felsefesinin yanı sıra Patočka, ülkesinde yaşanan politik gelişmelere sessiz kalmamış, dayatılanı reddetmeyi bilmiş, bu da ders verebileceği kurumların kapısının yüzüne kapanmasına sebep olmuş. Ancak o fikirlerini açıklamayı, felsefede yaşamayı ve düşünmeyi bırakmayarak, evinin bodrumunda ders vermeyi sürdürmüş. Patočka’nın yaşamında önemli yer tutan ve politik bir figür olarak tanınmasında da payı olan, Ocak 1977’de ülkesi Çekoslovakya’da yayımlanan 77 Bildirgesi. Bu metne sözcülük etmesi onun felsefesini ve siyasete dair fikirlerini birlikte düşünmeye vesile oluyor, bu bildiri sonrasında polis sorgusunun ardından yaşamını kaybediyor Patočka. Emre Şan sunuş yazısında bu bildiriden şöyle bahsediyor: “Bu olay totaliter rejimlerin en az Sokrates’in Atina’sı kadar kamusal alandaki felsefeye düşman olabileceğini göstermiştir. 77 Bildirgesi, farklı düşüncelerden gelen muhaliflerin bir araya gelerek imzaladığı ve insan hakları ihlallerine karşı dikkat çekmeyi hedefleyen bir bildirgedir…” Patočka’nın yaşamındaki bu deneyim, dünyada ve coğrafyamızda hâlâ benzerlerini yaşadığımız düşünülürse, özgürce konuşmanın ki -düşünürün felsefesinde özgürlüğün önemli bir yeri olduğu görülüyor- farklı dönemlerde, farklı yerlerde otoriteleri rahatsız ettiğinin ve düşünce özgürlüğünün karşılığının, yaşama direkt müdahale eden cezalara karşılık gelebildiğinin göstergesi oluyor.
Patočka, metinden anlaşılan, kendisini politik bir figür olarak görmüyor ancak yaşadığı zamanın sorunlarını felsefi bir düşünme edimiyle ifade etmesi, fikirlerini politik bir bağlama taşıyor. Ki onun olumladığı “tinsel kişi” kavramından bahsederken söylediği şu cümleler, bana kalırsa hem kendisinin politik tahayyülünü hem de düşüncesindeki politik olma halini anlamamızı sağlıyor: “Tinsel kişi elbette politik biri değildir, kelimenin bilinen anlamıyla politik değildir. O, bu dünyayı yöneten anlaşmazlığın bir tarafında değildir; ama yine de farklı bir şekilde politiktir ve apolitik olamaz, çünkü ‘gerçekliğin bu kendinden apaçık olmayan doğası' tam olarak onun toplumun ve karşısına çıkan her şeyin yüzüne fırlattığı şeydir.” Tinsel kişi kavramından anladığım; o, gerçekliğin kazıcısı, yaşamını ona adamış, olumsuzlukta yaşayan, şeyleri felsefi bir sorunsal olarak kavrayan, bize apaçık olarak görünen yüzeyin altındakini görmeye çalışan, acıyı olumlayan kişi… Böyle bir kişi, dünyanın esas gerçekliğinin derdine düşmüş, bunu bir anlamda varoluşsal bir çaba haline getirmiş kişi, dünyayı kavrama gayreti bu denli yoğun olan, bilindik anlamda yani bir parti, örgüt üyesi olmayan ama varoluşsal düzlemde amacı politik olan kişi olarak tahayyül edilebilir fikrimce. Ayrıca, bu kişi “felsefede yaşar”, otorite baskısının yoğun olduğu dönemlerde bile sorunsalı olana yoğunlaşan kişidir. Yazarın bahsettiği bir de “aydın kişi” figürü var, bu iki kavram üzerinden filozof ile sofistin modern dünyadaki anlamlarını ve farklarını tartışmaya açıyor. Bu iki kişi figürü birbirinden çok ayrı görünmüyor ancak “tinsel kişi” koşullar ne olursa olsun sorgulamayı, sorunsallıkta yaşamayı, şüpheyi bırakmıyor bir anlamda özgürlüğü her koşulda arayan kişi olarak karşımıza çıkıyor.
Peki, “sorunsallıkta yaşamak ne demektir”, dünyanın apaçık olmadığı ortadadır, yaşamın deneyimleri bize dünyada sabit bir iyide yaşanamayacağını da göstermiştir. Dünyaya dair algımızı görünen gerçekliğe, bize verili olana göre görmemeye başladığımızda “merak duygusuyla” keşfe çıktığımızda, çevrili olduğumuz şeyler hakkındaki fikrimiz değişir; her şey aynı görünse bile merak ederek baktığımız şeyin ayrıntısı bize farklı bir şey sunar. Bu başka bir yaşam tarzı demek, düşünür bunu şöyle tarif ediyor: “Öyleyse, bu yeni yaşam tarzı, hayatı basitçe kabul etmeyeceğimiz, onun sorunsallığını kabul ettiğimiz bir şekilde yaşayabilmemiz anlamına gelir. Şu andan itibaren bu bizim temelimizdir; içinde yaşadığımız ve nefes aldığımız şeydir. Bu aynı zamanda, şu andan itibaren hiçbir şeyi tamamlanmış veya bize baştan verili bir şey olarak kabul etmeyeceğimiz, hiçbir şeye güvenmeyeceğimiz anlamına gelir; apaçık kabul ettiğimiz hiçbir şey, apaçık değildir; bildiğimiz her şey yalnızca önyargıdır.” Merakla baktığımız şeyin anlamı değişir, verili olan aşınır yaşama dair olan ne varsa sorunsallaştırmaya açık hâle gelir ve onda yaşamaya başlanır, verili olanın apaçıklığı geçersiz kılınır, bu kolay değildir çünkü huzuru kaçıran bir yanı vardır ama özellikle “tinsel kişi” için bu yaşam kaçınılmazdır. Düşünüre göre bu yaşamın özellikleri şöyle: “Bu, olumsuz deneyimleri görmezden gelmek değil, tam tersine onlara yerleşmektir; olağan olanı sorunsallaştırmaktır; bu açık olanın içinden yeni imkânlar yaratmak; sağlam ve sert bir zeminde değil, hareket eden bir şey üzerinde yaşamaktır; bir şeye saplanmamış, demirlememiş olarak yaşamaktır.” Olumsuz olana yerleşmek, bize apaçık görünendeki sorunun farkına varmak olarak yorumlanabilir, bana kalırsa bu bizi boş iyimserlikten de kurtaracaktır, olağan olarak görünen genellikle dünyanın bize gösterilen kısmıyla ilgilidir ve yukarıdan belirlenen bir yan içerir, yaşamdaki şeylerin yüzeyinden kurulan düşüncedir bu, eğer buz dağının görünmeyen yüzüyle ilgileniyorsanız, olağan gösterilenin dışına çıkmanız gerekir. Bize apaçık görüneni sorunsallaştırdığımızda oradan çıkacak imkâna da ulaşabiliriz ki bu da devamlı düşünme, sokratik yöntemde olduğu gibi kesintisiz sorgulama, neyi bilip neyi bilmediğini hatırlama ve hatırlatma, kendinle ve yaşadığın toplumla yüzleşme anlamına gelebilir. Filozofun tabiriyle “felsefede yaşama”nın bir yoludur bu.
Patočka’nın, metinde yer alan yazılarında eleştirisini yönelttiği bir mesele de hümanizm. Ona göre; “Modern felsefi düşünce sürecince, insan söz konusu olduğunda, iki tipik ve farklı tutum açıkça kristalleşmiştir… Hümanist ideoloji adını alan ve ahlâki düşüncenin etrafında dönen bunlardan ilki, insanı, özünde uyumlu bir temele kurulmuş olarak kavrar; bunda insan, mutluluğa ve tüm kuvvetlerin dengesine davet edilir.” Bu anlayışta insan sabit bir formmuş gibi ele alınır, iyiye ve mutluğa doğru bir yol çizilir ve ondan buna uyum göstermesi beklenir. İnsan dünyadaki doğal düzenin başına yerleşir. O her şeyin gizemini kaldıracak, belirsiz hiçbir şey bırakmayacaktır; diğer yandan kendisi de bilimin nesnesi hâline gelecek, laboratuvar malzemesi olmanın ötesine geçemeyecektir. Bu dengede yaşayan insandır, hayattaki olaylar karşısında sarsılmayacak, olumsuz olana direnmeyecek, normalin sınırlarında var olacak, kısacası dengeyi bozacak uyumsuzlukların dışında kalacaktır. Bir diğer felsefe türü ise insanı, “esasen bir kapsül içinde incelenemeyen, kesin bir yaşam biçimine asla kapatılamayacak bir varlık olarak görür. Aksine insan, en çok sabit hayatı dağıldığında; sorunlu ve dengesiz olan, görünen insan yaşamının altında gizlenmiş hâli ortaya çıktığında en yüksek insani işlevinde görünmektedir.” İnsan, sabit bir varlık değildir, yaşamı düz bir çizgide ilerlemez, olumsuzluğa uyum gösteren insanın tersine bu “kesin bir yaşam biçimine asla kapatılmayacak insan”, aslında dünyadaki şeylerin değişiminde payı olabilecek insandır, uyumsuz olan toplumla devletle uzlaşmamış insandır, tam tersine olaylar karşısında sarsılan ona müdahale edendir çünkü yaşadığı deneyimlerin onda açığa çıkardığı şey dünyanın sabit bir mutlulukla devam edip, kesin bir düzene yerleşemeyeceğidir. Patočka’nın eleştirisinin yöneldiği bahsettiğimiz birinci tür modern hümanist felsefi görüşün anlayışı ki ona göre, tüm ideolojiler insanı buna yöneltiyor, yani dengede ve uyumda bir yaşama. “Dengede yaşam”ın yerine “derinlik içinde yaşam”ı çıkarıyor düşünür, bunun anlamı: “Kişinin hem kendini sınaması, deneyimlemesi hem de verili olana karşı çıkması, onunla yetinmemesi, karşı çıkmasıdır. Derinlik içinde insan, sıradan yaşamdakiler için soyut ve uzak sayılacak aşırı imkânlara kendini açarken, günlük yaşamda olduğu gibi kabul edilen imkânlara karşı çıkar…” Bu yaşamda insan, kendisine verilmiş olana karşı çıkarak, hem kendini hem de yaşadığı zamanı deneyimler, kendisine imkân olarak dayatılana karşı kendi imkânını yaratır. Bu bir bakıma düşünürün tarih fikriyle ilişkileniyor fikrimce, “tarih, dokusunu değiştirerek yenilenmez, daha ziyade, insanın yaşam biçimi tarihin içinde değişir”. İnsanın yaşadığı döneminin olaylarına tavrı, dayatılanı, verili olanı kabul etmemesi, yaşam biçimiyle birlikte tarihe de nüfuz etmesi anlamına gelir. Yaşamın gündelik düzeyine müdahale etmek aynı zamanda çağının olaylarına da müdahil olmak anlamını taşır ve bu tarihsel varoluşun bir parçasıdır ki Patočka’nın düşüncesinde “felsefede yaşayan”ın tarihsel kişiyle bağlantılı olduğunu görüyoruz.
Jan Patočka, hem yaşamıyla hem de düşüncesiyle güncel politik tartışmalara da dokunabilecek bir düşünür. 'Sorunsallıkta Yaşamak' kitabında bir araya getirilen yazılar, düşünürün felsefesine dair genel bir fikir edinmemize yardımcı oluyor, sorunsallaştırdığı her mesele dünyanın şimdisi hakkında da düşünmemize vesile olurken, insan türünün politik ve tarihi varoluşu hakkındaki fikirleri özgürlüğe yönelmek için geçilmesi gereken kapılara işaret ediyor. İnsanın kendisinin ve başkasının sorumluluğunu alması, kendi olmanın bilincini taşıması, hakikate dair bir yaşama biçimine sahip olması için “ruha ihtimam gösterme”nin anlamını hatırlatıyor. İnsan varoluşu bir soruya dönüştüğünde, apaçık olan aşındırıldığında, sorunsallık bir yaşam ve düşünme biçimi hâline geldiğinde ve bu düşünce siyaset ile kesiştiğinde, aradaki sınır belirsizleştiğinde, ortaya bir etik çıkıyor ki bugünkü dünyada anlamı büyük bana kalırsa.