Kimi fantastik ve mitolojik anlatıların klişesidir, gerçek bir kahramanın zamanla anonimleşmesi ve herkesi kapsaması. Bunun karikatür hali, Yeşilçam’ın kötü tarihi filmlerinden birindeki “Kara Murat benim” çıkışıdır. Daha iyi versiyonunu türlü çeşitli Robin Hood filmlerinde görürüz. “Zenginden alıp, fakire veren” kahramanımızın yakalanmaması için onunla birlikte hareket edenlerin kötü kalpli soylunun karşısına dikilip “Robin Hood benim” deyişleri karşısında hislenmişliğimiz dün gibi.
İşte bugün itibariyle gösterime giren "Acil Durumda Jane’i Ara" (Call Jane), ‘anonim’ bir ismin binlerce kadının dayanışmasıyla ete kemiğe büründürüp gerçeğe dönüştüğü, her kadının Jane olduğu bir dayanışma hikâyesi anlatıyor bizlere. “Carol” filminin senaristi Phyllis Nagy’nin yönettiği film, 60’lı yılların sonundan 1973’e kadar etkinlik gösteren Jane Kolektifi’nin gerçek hikâyesinden esinlenilerek Hayley Schore ve Roshan Sethi tarafından kaleme alınmış.
Dünya prömiyerini Sundance Film Festivali’nde yaptıktan sonra Berlin’de Altın Ayı için yarışan yapım, 1968 yılına götürüyor seyirciyi. Chicago’da, tipik bir Amerikan ailesinin evine konuk oluyoruz. Kariyer basamaklarını hızla tırmanan avukat koca Will (Chris Messina), iyi eğitim almasına rağmen evinde kocasına eşlik, çocuğuna annelik yapmayı tercih etmek zorunda kalmış ‘sarışın’ Amerikan annesi Joy (Elizabeth Banks) ve 15 yaşlarındaki kızları Charlotte’tan (Grace Edwards) mürekkep bir aile bu. Joy hamiledir ancak gebeliği devam ettirmesi halinde hayatını riske atacaktır. Hepsi erkeklerden oluşan bir sağlık kurulu tarafından kürtaj yaptırmasına izin verilmeyince başının çaresine bakmak zorunda kalır. Önce sağlıksız bir yere gidip son anda vazgeçen Joy, tesadüf eseri “Call Jane” çağırısını görüyor. İşte Jane Kolektifi’yle böyle tanışıyor.
Bir grup kadının yer aldığı bu oluşum çok sıkı güvenlik tedbirleri altında istenmeyen gebeliklere son veren ama kadınların sağlıklarını da ihmal etmeyen bir yapı. Yalnızca bu da değil, kadınların birbirleriyle dayanıştığı güçlü bir organizasyon. Joy, organizasyonun etkili isimlerinden Virginia’nın (Sigourney Weaver) çağrılarına kayıtsız kalamaz ve önce ufak işler, ardından önemli meselelerde destek atar. Artık o da bir Jane’dir!
Film iki koldan ilerletiyor hikâyesini. İlki, kadınların bedenlerine dair kararları vermesinin engellendiği, erkek yasalarının ve yöneticilerinin hüküm sürdüğü ama değişimin de kapıda olduğu bir dönemin portresini çiziyor. İkinci olarak Will, Joy ve Charlotte arasındaki dinamiğe, yani aileye odaklanıyor. Kanımca ikisini de tam olarak yapamıyor ama film.
Belki anlatının mecburiyetlerindendir ama 68’in ruhunun filmin içine yeterince yedirildiğini söylemek zor. Kendi derdi içinde fazla kalıyor, asıl meselesini gereğinden fazla çerçeveliyor bence. Kastettiğim ana meselesini azaltması değil ama bu başkaldırının, alınan risklerin dönemin ruhunun bir yansıması olduğu gerçeğinin altının yeterince çizilememiş olması. Hatta organizasyonun kadın hareketinin diğer bileşenleri içindeki yeri ve önemi de eksik bırakılıyor. Daha çok o yapıdaki kadınlar arası dayanışmanın ve iş birliğinin öneminin altı çiziliyor. Burada bir çekincemi söylemeliyim. Belki dönemin koşullarında “herkes kürtaj yapabilir” fikri makul görülüyordu ama bugün filmin bunun yanında duruyor alması biraz aklımı kurcaladı. Konunun uzmanı değilim tabii.
Hikâyenin aile tarafında ise hem iyi hem kötü yönler var kanımca. Joy’un bedeni hakkındaki kararı kimseye bırakmamaktaki kararlılığı, Jane Kolektifi’ne katıldıktan sonra yaşadığı dönüşümün Will ve Charlotte’u da dönüştürerek herkesi ilerletmesi gibi ayrıntılar yerli yerinde. Ama önünde sonunda ‘kutsal aile’nin birliği için fedakarlık yapmak zorunda kalanın o olması, filmin de biraz buna meyletmesi sıkıntılı. Tam da bu noktada bir ‘yazık olmuş’ notu düşmeliyiz. İyi oyuncu olduğunu düşündüğüm Kate Mara tarafından canlandırılan yan komşu Lana karakteri işlevsiz kalıyor. Joy’un yokluğunda Will’in aklını çelsin diye mi konulmuş, sıradan bir kadının olaylar karşısındaki halini göstermek için mi, belli olamıyor maalesef.
“Acil Durumda Jane’i Ara”, bugün Türkiye ve dünyanın dört bir yanında hayranlıkla izlediğimiz kadın mücadelesinin, dayanışmasının geçmişine yazılmış bir övgü. Kendini iyi hissetmek, moral depolamak isteyen gidip izlesin…