Janis’le sabah kahvesi
Janis Joplin müziğe her şeyini verdi ve karşılığında hiçbir şey beklemedi. Müzik de ona kendini dilediği gibi ifade etme özgürlüğünü hediye etti.
Saklamadığım için pişman olduğum çok şey var. Konser biletleri, eski mektuplar, babamın daktilosu, Almanca kitaplarım… Çocukken yatağımın üzerinde asılı duran bir melek tablosu vardı, mesela. Ergenliğe adım atmamla birlikte yerini bir Janis Joplin posterine kaptırdığında o tabloya ne oldu acaba?
Bugün Janis’in doğum günü, ben de bir mum yakıyorum onun için. Sonra kahve yapıyorum ve 1964 yılından kalma bir mücevher olan ‘The Typewriter Tape’ albümünü açıyorum. Müzik başlarken gülüşmeler duyuluyor. Ben de gülüyorum ve “İyi ki doğdun, Janis,” diyorum.
Albüm olması hiçbir zaman amaçlanmamış bir ev kaydı bu. Yaklaşan bir mini konser için mini bir prova… 21 yaşındaki Janis burada pek ünlü sayılmaz, çoğunlukla eski caz ve blues şarkıları söylüyor.
Özellikle ‘Trouble In Mind’ ve ‘Nobody Knows You When You’re Down and Out’ gibi klasikleri onun sesinden dinlemek içimi gün ışığıyla dolduruyor. Genç Janis Joplin bana şairane Nina Simone’u, kırılgan Bessie Smith’i, neşeli Memphis Minnie’yi hatırlatıyor.
Gitarda ise ona Jefferson Airplane ve Hot Tuna’dan tanıdığımız Jorma Kaukonen eşlik ediyor. Gözlerimi kapattığımda onları görebiliyorum: Jorma’nın küçük ve loş evinde, eşi Margareta daktilosunun başında yazılarını yazarken, ikisi yerde ya da büyük kadife bir kanepede oturmuş, gülüşerek müzik yapıyorlar.
Jorma sakin sakin gitarını tıngırdatırken, Janis de sık sık başını kaldırıp ona gülümsüyor. Margareta bir an için dalgın gözlerle onlara bakıyor, sonra soğuk kahvesinden bir yudum alıp yazmaya devam ediyor. Sıradan ve sihirli bir an bu. Jorma’nın elden düşme kayıt cihazı daktilo sesleriyle birlikte her şeyi olduğu gibi kaydediyor.
Daktilonun bir enstrüman gibi tınladığı bu küçük ve tatlı albüm, on yıllarca yeraltında kaldıktan sonra nihayet yakın zamanda gün yüzü görecek ve insanlar onu dinlerken gözyaşlarını tutamayacaklar.
Ama bunun olmasına daha çok var ve şu anda, 1964 yılının bu sakin akşamında, Janis’in hiçbir şeyden habersiz yüzü bir zamanlar baş ucumda asılı duran tablodaki melek kızın yüzünü andırıyor.
Onun bir çocukluk fotoğrafına bakıyorum şimdi. Acı çekerek büyüdüğü için mi bu kadar güzel şarkı söyleyebiliyordu, yoksa bu kadar güzel şarkı söyleyebildiği için mi acı çekmişti; merak ediyorum.
Çiçek çocukların biricik blues prensesi Janis 1943 yılında, Teksas’ta, çok küçük ve tutucu bir kasabada doğmuştu. Sanatçı ruhlu küçük kızlar için yaşaması oldukça zor bir kasabaydı bu.
Janis diğer çocuklardan farklıydı. İçine kapanıktı, sessizdi, kendi dünyasında yaşıyordu ve bu dünyadan değilmiş gibi davranıyordu. Dahası, siyahların müziğini dinliyor, resim yapmayı ve kitapları seviyor, bu yüzden de okulda durmaksızın zorbalığa uğruyordu.
Akranları ona korkunç isimler takıp hayatını cehenneme çevirirken, Janis odasında çok sevdiği Bessie Smith’i dinleyerek kasabadan gitme hayalleri kuruyordu. Kendini hiçbir zaman oraya ait hissetmemişti, onun yuvası kitaplar ve müzikti.
Sonunda kurtulmaya karar verdi o kasabadan. Pılını pırtısını topladı ve tüm hippiler gibi San Fransisko’ya taşındı. San Fransisko ona kucak açtı. Burada yaşayan insanlar ona ucube muamelesi yapmıyorlardı.
Janis için yaktığım mumun alevi titreşirken, bir fincan kahve daha alıyorum kendime. Eski odamı düşünüyorum, yatağının başında asılı küçük yağlı boya tablodaki meleğin onu gözettiğine inanan o küçük kızı… Ve büyürken, her zaman beni gözetecek birilerine ihtiyaç duyduğumu fark ediyorum. Bakılmaya, görülmeye ne kadar muhtaç olduğumu.
Ergenliğe adım atmamla birlikte, duvardan indirmiştim annemle babamın bana hediye ettikleri o tabloyu. Sanırım melek kızlara karşı takındığım bir tavırdı bu. Janis’in siyah beyaz bir posterini koymuştum tablodan kalan boşluğa. Kendi irademle seçtiğim, kendime ait bir meleğim olmuştu sonunda.
Evet, saklamadığım için pişman olduğum çok şey var hayatta. Konser biletleri, eski mektuplar, babamın daktilosu, Almanca kitaplarım… Çocukken yatağımın üzerinde asılı duran o melek tablosu. Ona ne oldu acaba?
Bir de sakladığım için pişman olduğum şeyler var. Beni hiçbir zaman sevmemiş olan biriyle çıktığım tatilden kalma soluk feribot bileti, mesela. Merak ediyorum… Bu kez her şeyi yerli yerine koyacağıma dair söz verirsem, baştan başlayabilir miyim hayata?