O gerçeküstü perşembe gecesinde, Japonya’nın İspanya’yı mağlup ettiği maçın son düdüğü çaldığında, Japonlar sanki Dünya Kupası’nı kazanmış gibilerdi. Sahanın içinde bir oraya bir buraya koşturanlar, kendini tutamayıp sevinçten hüngür hüngür ağlayanlar…
Ve hiçbiri abartılı değildi. Japonya, tarihinde Dünya Kupası’nı kazanmış bir takımı hiç yenememişti. Sekiz gün içinde ikisini birden yendiler. Dolayısıyla Almanya ve İspanya’nın olduğu gruptan lider çıkmak, mini bir Dünya Kupası şampiyonluğu anlamına gelebilir Japonya için.
Üstelik, iki maçta da geriden gelip kazandılar ve bu zaferlerini daha da destansılaştırıyor. Aslında Almanya maçından dört gün sonra İspanya’ya 7-0 kaybeden Kosta Rika’ya mağlup olunca, Japonya için turnuva bitmiş gibi görünüyordu. Herkesin olmasını beklediği, Japonya’nın son maçta İspanya’ya kaybetmesi, Almanya’nın da Kosta Rika’yı yenmesi ve iki devin el ele gruptan çıkmasıydı. Ama Japonya’nın sözü henüz bitmemişti.
MORİYASU’NUN PROAKTİF KENAR YÖNETİMİ
Almanya galibiyetleri sanıldığı gibi bir rastlantı ya da bir kereye mahsus olan bir şey değildi. İspanya maçıysa seyir şekliyle Almanya maçını fazlasıyla andırıyordu. Her iki maçın da ilk yarılarında oyunun kontrolü açık olarak rakiplerindeydi. Ama bu durum aynı zamanda Hajime Moriyasu’nun bir hamle yapması ve bütün gidişatı değiştirmesi için mükemmel bir fırsat anlamına geliyordu.
54 yaşındaki teknik direktör, grup aşamasının kesinlikle en proaktif teknik direktörüydü. İki maçta da sahada gördüğü şeyi kusursuz yorumladı, ardından hiç beklemeden, en kararlı şekilde en doğru hamleleri yaptı.
Almanya maçının ilk yarısında rakibi gibi 4-2-3-1 formasyonunu kullanmıştı, ama bu hiç iyi sonuç vermemişti. Almanya’nın beşli hücum hattına karşı dörtlü savunmalarının bilhassa sol kanatta kendilerine bir eşleşme sorunu yarattığını görünce, skor olarak geride olmalarına karşın ikinci yarıda bir hücumcuyu çıkarıp yerine bir savunmacıyı dâhil etmişti: Takefusa Kubo’nun yerine Takehiro Tomiyasu. Bu sayede 5-4-1’e dönerek önce savunmadaki sorunlarını çözmüşler, ardından hızlı kanat hücumlarıyla Almanya’yı çaresiz bırakmışlardı.
İspanya karşısındaysa Moriyasu bu defa 5-4-1’den vazgeçmedi. İspanya da Almanya gibi oynayacağı için doğru bir karardı bu. Buna karşın ilk yarıda oyunun kontrolü yine rakiplerindeydi, her ne kadar Almanya maçındaki gibi çok büyük savunma sorunları yaşamasalar da.
Yine de gruptan çıkabilmek için kazanmaları gerekiyordu. Bu yüzden Moriyasu ikinci yarının başında yine hamlesini yaptı; sol kanatta Yuto Nagatomo’nun yerine daha hücumcu Kaoru Mitoma’yı oyuna dâhil etti, Kubo’nun yerine de Ritsu Doan girdi. Ve bu değişikliklerin ardından tıpkı Almanya maçında olduğu gibi Japonya yine hız, yoğunluk ve tekniğin bir arada olduğu üst düzey bir futbola transit geçiş yaptı.
Önde şok baskılarla İspanya’yı kendi yarı sahasına ittiler ve geriden pas yaparak çıkma takıntılı rakiplerini hataya zorladılar. Bunun ödülünü de üst üste iki golle aldılar. Üstelik gelişme vardı; Almanya’ya sekiz dakikada iki gol atabilmişlerdi, İspanya’yı ise üç dakika içinde neye uğradıklarını şaşırttılar: Oyuna sonradan giren Doan’ın golüyle ve son anda çizgi üzerinden topu içeri çeviren Mitoma’nın pasıyla, üç dakikada iki gol.
Fakat Almanya maçında üstünlüğü maçın bitimine yedi dakika kala ele geçirmişlerdi, İspanya maçında öne geçtiklerindeyse maçın bitmesine 39 dakika vardı. Buna rağmen kalan sürede hiç paniklemediler, rakiplerini çok iyi karşıladılar ve neredeyse bir gol pozisyonu vermeden çok rahat, özgüvenli bir şekilde kazanmayı başardılar.
AVRUPA’DAN HEM ÖĞRENİYORLAR HEM AYRIŞIYORLAR
Peki bu özgüvenlerinin kaynağı ne? Bunlardan biri, takımın büyük çoğunluğunun kariyerlerine Avrupa takımlarında devam etmeleri olabilir. Öyle ki, Japonya’nın 26 kişilik kadrosunun 19’u Avrupa’da, sekizi Almanya’da oynuyor. J League’de oynayan yedi oyuncudan Yuto Nagatomo ve Hiroki Sakai gibi oyuncuların da yıllarca Avrupa’nın en üst düzey liglerinde oynadığını unutmamak gerek.
1998’den 2010’a kadar ise Japonya’nın katıldığı Dünya Kupası kadrolarında yurt dışında oynayan beşten fazla oyuncusu yoktu. 2014’te bu sayı 12’ye yükseldi. Ve nihayetinde, Avrupa’yla entegrasyonları bu turnuvada doruk noktasına ulaştı.
Almanya galibiyetlerinin ardından teknik direktör Moriyasu’ya birçok oyuncusunun Bundesliga’da oynadığı hatırlatılmış ve bu durumun takım üzerindeki etkileri sorulmuştu. Moriyasu’nun verdiği yanıt ise çok saygıdeğerdi: “Bunun için minnettarız ve buna saygı duyuyoruz. Almanların Japon futboluna katkıları yadsınamaz, bize çok yardımcı oldular. Bugün Japonya kazandı. Ancak Japonya, Almanya’dan ve dünyadan öğrenmeye devam etmek istiyor.”
Roma teknik direktörü Jose Mourinho da, kendisine Japonya’nın Almanya karşısında elde ettiği galibiyet sorulduğunda, bunun onun için “çılgınca bir sürpriz” olmadığını belirtti. Bir takımda oyuncuların sadece yetenekleriyle fark yaratamayacağını söyleyen Portekizli teknik direktör, “Oyuncuların zihniyetiyle de fark yaratılabilir. Bence şu anda Avrupa futbolunda bireye ve egolara büyük bir odaklanma var” dedi.
Japonya ise her ne kadar oyuncuları Avrupa’ya akın etse ve Avrupa futbolundan çok şey öğrenseler de bu anlamda Avrupalılardan net olarak ayrışıyor.
Önceki takımlarında Keisuke Honda veya Hidetoshi Nakata gibi yıldız oyunculara sahip olan Japonya, takımını da bu oyuncuların etrafına kuruyordu. Bu takımdaysa yıldızlar yok, egolar yok; kendileriyle barışık, birbirlerine bağlı ve ne yaptıklarını çok iyi bilen oyuncular var. Ve başarılarını büyük ölçüde buna borçlular.
NEREYE KADAR GİDEBİLİRLER?
Japonya bir önceki Dünya Kupası’na hatırlamak istemeyecekleri bir şekilde veda etmişti. Belçika’ya karşı son 16 turunda 2-0 öndeyken uzatma dakikasında yedikleri golle 3-2 kaybetmişlerdi. Bu Dünya Kupası’ndaysa bu travmatik deneyimlerinin de üstesinden geldiler.
Dört yıl sonra karşımızda artık çok daha örgütlü bir takım var. Ne zaman geriye çekilip savunma yapacağını, ne zaman önde basıp hücum edeceğini çok iyi bilen, tam da Dünya Kupası’nın ihtiyacını duyduğu gibi harika bir kontratak takımı.
Şurası kesin ki, Japonya'ya karşı turnuvanın hiçbir favori takımı favori değil. Hem müthiş düzenli bir şekilde karşılıyorlar hem de kimse ne olduğunu anlamadan rakip kalede bitiveriyorlar. Aşması da önlem alması da çok zor bir takım.
Bu açıdan son 16'da Fas yerine Hırvatistan ile eşleşmelerinin de kendileri için çok daha iyi olduğu söylenebilir. Çünkü kâğıt üzerinde yine favori Hırvatistan olacak. Ve bunun tam da Japonya’nın istediği şey olduğunu artık çok iyi biliyoruz.