Japonya ve Güney Kore liderlerinin Biden’la doğrudan temasları

Ortada çok bilinmeyenli, çok aktörlü bir sorun var. ABD ve Çin her alanda giderek keskinleşen bir çatışma içindeyken Kuzey Kore üzerinde işbirliği yapabilecekler mi?

Abone ol

Hakan Okçal*

JAPONYA BAŞBAKANI YOSHİHİDE SUGA BİDEN’I ZİYARET ETTİ

Joe Biden’ın Washington’da yüzyüze ağırladığı ilk yabancı konuğu Japonya’nın Başbakanı Yoshihide Suga oldu. ABD başkanları göreve ilk başladıklarında devlet gelenekleri gereği ilk önce en önem verdikleri müttefik ülkelerin liderini ağırlarlar. Bu konuk genellikle geçmişte İngiltere, Almanya veya Kanada başbakanı gibi batı ittifakının liderlerinden biri olurdu. Biden bu kez Japonya Başbakanı'nı Beyaz Saray’da ağırlamakla, dosta düşmana birinci sırada önem verdiği ülkenin ve coğrafyanın hangisi olduğunu kuşkuya yer bırakmayacak şekilde göstermiş oldu.

Japonları ziyadesiyle onurlandıran bu ziyaret sırasında, Biden’la dış politika alanında deneyimi pek bulunmayan Suga arasında iyi bir kimyanın oluştuğundan söz ediliyor. Ziyaret sonrasında Biden Japon muhatabını artık “Yoshi” diye çağırmaya başlamış. Tıpkı Reagan’ın “Gorbi” demesi gibi.

16 Nisan’da bir araya gelen iki liderin gündemi yüklüydü. Listenin başında kuşkusuz Çin vardı. Gündemde ayrıca ABD-Japonya ittifak ilişkileri, Kuzey Kore tehdidi, Hint-Pasifik bölgesinin güvenliği, Covid-19’la küresel düzeyde mücadele, yeni teknolojiler ve çevre sorunları gibi bir dizi önemli konu da yer alıyordu.

Biden-Suga buluşması öncesinde 12 Mart’ta elektronik ortamda gerçekleştirilen Quad (Asya’nın NATO’su olarak adlandırılan Dörtlü Güvenlik Diyalogu) toplantısında iki lider, Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Avustralya Başbakanı Scott Morisson’la bir araya gelerek Hint-Pasifik bölgesindeki Çin tehdidini görüşmüşlerdi. Daha sonra ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken ve Savunma Bakanı Lloyd Austin, Çin’le söz düellosunun yaşandığı Alaska toplantısından önce Tokyo’yu ziyaret ederek, Trump döneminde yapılmayan 2+2 güvenlik istişarelerine yeniden işlerlik kazandırmışlardı. Biden’ın Suga’yla görüşmesi, Trump döneminde rencide edilen ABD’nin Asya-Pasifik bölgesindeki en önemli müttefiki Japonya’nın gönlünü alma ve ittifak ilişkilerini yeniden canlandırma çabasının nihai dokunuşu olarak görülebilir. ABD’nin Japonya topraklarında karşılıklı işbirliği ve savunma anlaşması uyarınca 55 bin askeri bulunuyor.

Biden-Suga görüşmesi bölgede giderek baskıcı bir politika izleyen Çin’e açık mesajlar içeriyordu. Basın toplantısında Biden, Çin’in tehdidi altındaki Japonya’nın egemenlik haklarını ikili ittifak ilişkisinin gereği kararlılıkla savunmaya devam edeceklerini belirtti. Japonya’nın Doğu Çin Denizi’ndeki Senkaku (Çin için Diaoyu) adaları üzerindeki egemenliğini kabul etmeyen Çin son bir yıl içinde bu adaların karasularına en az on kez savaş gemilerini sokarak Japonya’ya meydan okumuş bulunuyor. Çin ayrıca Japonya tarafından aynı bölgede ilan edilen ADIZ’i (Air Defence Identification Zone-Hava Savunma Kimlik Bildirim Sahası) tanımayarak bu saha içinde savaş uçaklarını uçuruyor. Ve Çin son olarak bu ay başında ABD’nin büyük bir askeri üssünün bulunduğu Japonya’nın Okinawa adasının yakınlarına nükleer yeteneğe sahip bir donanma filosu göndererek gövde gösterisi yaptı.

İki lider ayrıca Doğu ve Güney Çin Denizi’nde Çin’den kaynaklanan meydan okumaları, Kuzey Kore tehdidini ve “açık” bir Hint-Pasifik bölgesinin önemini ele aldıklarını açıkladılar. Suga, basın toplantısında Tayvan Boğazı'ndaki barış ve istikrarın önemine vurgu yaptı. Bu, 1969 yılından bu yana, Çin’in vatan toprağı olarak gördüğü Tayvan’a dolaylı olarak da olsa yapılan ilk atıf olması bakımından önemliydi. Üstelik Biden-Suga görüşmesinden daha birkaç gün önce aralarında nükleer kapasiteye sahip uçakların da bulunduğu 25 savaş uçağından oluşan bir Çin hava gücü Tayvan kıyılarını adeta yalayarak geçmiş ve bağımsızlık yanlısı Tayvan yönetimine göz dağı vermişti. Suga basın toplantısında bu konularda Çin’le “samimi” bir diyaloga gereksinim duyulduğunu belirtti. Biden-Suga görüşmesinde iki liderin Çin’deki insan hakları ihlallerini de konuştukları ifade ediliyor.

İki liderin görüşmesinde Covid salgınına karşı global düzeyde destek sağlanması, çevre sorunlarına karşı ortak tutum alınması ve, başta 5G iletişim altyapısı olmak üzere, yapay zeka, kuantum bilişimi gibi Çin’in atılım yaptığı yeni teknoloji alanlarında da işbirliği yapılması konularında mutabık kalındı. Bu çerçevede 5G ağları için ABD 2,5 milyar dolar, Japonya 2 milyar dolar kaynak ayırma taahhüdünde bulundular. İki ülke geleceğin dünyasının altyapısını teşkil edecek 5G ağlarında Çin’in tekel haline gelmesini istemiyor. Buluşmadan bir süre sonra ABD, Covid salgını nedeniyle büyük sorunlarla karşılaşan, Çin Komünist Partisi'nin alaya aldığı Hindistan’a tıbbi malzeme göndermeye başladı. ABD Quad ortağını yalnız bırakmak istemedi.

Biden, geçen yıl ertelenen Tokyo Olimpiyatları'nın bu yaz gerçekleştirilmesi konusunda Japonya’ya destek verdiğini belirtti. Bu, olimpiyatların devam eden pandemi ortamında gerçekleştirilmesi konusunda uluslararası destek arayan Japonya’ya yapılan önemli bir jestti. Ancak görüşme öncesi Suga’nın Biden’ı olimpiyatlar için Tokyo’ya davet edeceğine ilişkin basında yer alan haberleri doğrulayacak bir bilgi kamuoyuna yansımadı. Muhtemelen 79 yaşındaki Biden, Covid salgını süresince temaslarını asgari düzeyde tutmak istiyor. 72 yaşındaki Suga’nın Washington’a gelmeden önce aşılarını tamamladığı konusunda ABD basınına bilgi verilmişti.

Biden-Suga basın toplantısının hemen akabinde Çin’in Washington Büyükelçiliği'nden zehir zemberek bir açıklama yapıldı. Pekin yönetimi adına konuşan diplomatik temsilcilik, Biden ve Suga’nın ortak açıklamasının ikili ilişkilere olduğu kadar bölgesel barış ve istikrara da zarar verdiğini iddia ederek Tayvan, Hong Kong ve Sincan’ın Çin’in içişleri olduğunu kaydetti. Bunlar Çin’in bilinen söylemleri.

BİDEN-SUGA MUTABAKATINDA GÖZE ÇARPAN EKSİKLER VE TUTUM FARKLARI

İki liderin görüşmelerinde hemen hemen her konuya değinilmiş olmasına rağmen, Biden yönetiminin Trump’ın çekildiği Trans-Pasifik Ortaklık (TPP) serbest ticaret anlaşmasına yeniden katılma arzusundan söz edilmemesi dikkat çekti. Obama döneminde büyük çabalarla oluşturulan TPP’nin liderliğini ABD ayrıldıktan sonra Japonya üstlendi. Mevcut haliyle “Kapsamlı ve İlerici Trans-Pasifik Ortaklık” olarak adlandırılan söz konusu anlaşma, Çin öncülüğünde kurulan “Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık”ı (RCEP-Regional Comprehensive Economic Partneship) ABD’nin katılımı olmadan dengeleyemez. Trump siyasi aktör olarak artık sahnede olmasa da, Trumpizmin hala etkisini sürdürüyor. Trumpizm içeride ırkçı popülist sağa aradığı uzun soluklu kanı sağladığı gibi, dışarda da serbest ticarete karşı söylemleriyle uluslararası ekonomik sistemin üzerinde koyu bir gölge oluşturuyor. ABD seçmeni için serbest ticaret anlaşmaları iş ve aşının elinden alınması anlamına geliyor. Bu yüzden Biden yoğurdu üfleyerek yiyor. Trans-Pasifik ortaklığa dönmesi anlaşılan zaman alacak.

Biden-Suga görüşmesinde Çin’deki insan hakları sorunlarının konuşulduğunun bildirilmesine rağmen, liderlerin açıklamalarında Hong Kong ve Sincan’a doğrudan atıf yapılmadı. Çin buna rağmen gerekli mesajları almış olacak ki, “Bunlar benim içişlerim, karışamazsınız” şeklinde her zamanki tepkisini gösterdi. Oysa ABD ile Japonya arasında bu konuda çok temel bir fark var. ABD, diğer bazı batılı müttefikleriyle beraber bu konuda çok açık bir tavır takınırken ve Çinli yetkililere yaptırım uygularken, Japonya en önemli ticari partneri olan Çin’i insan hakları konusunda karşısına almak istemiyor. Suga tarafından ifade edildiği gibi Çin’le samimi ve açık bir diyalog içinde olmayı tercih ediyor. Japonya için ticari çıkarlar daha önde geliyor. Aynı tutum Güney Kore bakımından da geçerli.

Biden’ın son Ermeni soykırım açıklamasına bir de bu mercekten bakmak lazım. ABD global ölçekte insan hakları bayraktarlığı yaparken ve Çin’i Sincan’da Uygurlara soykırımla suçlarken, Biden’dan Ermeni soykırım açıklaması yapmamasını beklemek gerçekçi değildi.

Biden ve Suga Tayvan Boğazı’nda barış ve istikrarın korunması, Güney Çin Denizi’nde güvenliğin sağlanması ve Hint-Pasifik bölgesindeki ticaret yollarının açık tutulması gibi konularda mutabık kaldılar. Bunlar ABD’nin öteden beri savunduğu şeyler. Japonya Abe döneminde anayasasını yeni bir yoruma tabi tuttuktan sonra, bu alanda daha öne çıkan bir tutum almaya başladı. Quad oluşumu Çin’in oldu bittilerine ve baskıcı politikalarına set çekmek için saflarını sıklaştırıyor. Ama ortada bir de Çin gerçeği var. Çin beklenenden çok daha hızlı bir şekilde askeri gücünü artırıyor. Tayvan Boğazı’nda ve Güney Çin Denizi’nde ABD artık hareket etmekte güçlük çekiyor. Bazı ABD’li uzmanlar, ABD’nin Pasifik’teki asli çıkarlarının müttefik ülkeler Japonya ve Güney Kore’nin savunulmasıyla sınırlı olduğunu, Tayvan ve Güney Çin Denizi’nde Vietnam, Endonezya, Filipinlerin güvenliği ve bu denizin açık tutulmasının ikincil önemde olduğunu, ABD’nin bu bölgede istenmeyen riskler almaması gerektirdiğini vurguluyorlar. Bunlar şu anda akademik düzeyde ifade edilen görüşler ama belli bir hissiyatı yansıtması bakımından dikkat çekici. ABD şu anda inandırıcılığını sorgulatmak istemez. Bundan dolayı bölgedeki taahhütlerinden “U” dönüş yapması mümkün değil. Ancak Çin’le yaşanabilecek ciddi bir kriz durumunda kendisini ne ölçüde ateşe atmak isteyeceği de sorgulanmalı.

MOON JAE-İN DE BİDEN’I ZİYARET EDECEK

Biden bu kez Suga’dan bir ay sonra Güney Kore Cumhurbaşkanı Moon Jae-in’i Washington’da ağırlayacak. Güney Kore de Japonya gibi ABD’nin ikili sözleşmeyle savunma taahhüdünde bulunduğu bir müttefiki. Bu ülkede 28 bin 500 ABD askeri bulunuyor. Güney Kore Japonya’dan farklı olarak Quad üyesi değil. Japonya gibi Çin’le çok yakın ekonomik ticari ilişkileri var. Xi Jinping yönetiminde Çin-Güney Kore ilişkileri ABD’nin THAAD (termal yüksek irtifa saha savunma sistemi) füzelerini konuşlandırmasına kadar, Kuzey Kore ile ilişkilerini gölgede bırakacak kadar gelişmişti. Kuzey Kore zaafı nedeniyle Güney Kore’nin Quad’a katılarak Çin’i karşısına alması mümkün değil.

Moon Jae-in’in Washington ziyareti ABD açısından, Trump döneminde rencide edilen Güney Kore ile ittifak ilişkilerinin yeniden rayına oturtulmasına ve Çin karşısında Asya-Pasifik bölgesinde safların sıklaştırılmasına hizmet edecek. Ancak Moon bakımından Güney Kore’nin öncelikleri biraz farklı. Moon Jae-in birkaç gün önce New York Times gazetesine verdiği mülakatta öncelikleri hakkında tereddüt bırakmayacak şekilde Biden’a Kuzey Kore’ye yönelik ABD politikasına ince ayar verilmesi ve bir an önce Kuzey Kore’yle doğrudan görüşmelere başlanması çağrısında bulundu. ABD de esasen bunu yapmak istiyor ama Kuzey Kore ile anlayışları çok farklı. Kuzey Kore yaptırımların kaldırılmasını görüşmeler için ön şart olarak görüyor. Nükleer silahsızlanmayı ise ilkesel olarak kabul ediyor ama bunun karşılıklı olmasını istiyor. Bunlar Biden yönetiminin anlayışıyla taban tabana zıt pozisyonlar. Biden yönetimi işbaşına geldiğinden bu yana Kuzey Kore’nin tek yönlü olarak nükleer silahlardan arındırılmasına vurgu yapıyor. Zira bu ülkenin elindeki nükleer başlık ve füze kapasitesi sadece Güney Kore ve Japonya için değil, ABD için de yaşamsal bir tehdit oluşturuyor. Oysa sahip olduğu nükleer silahları rejimin bekası için vaz geçilmez bir güvence olarak gören Kuzey Kore, tek taraflı olarak nükleer silahsızlanmayı kabul etmeyeceğini defalarca ve en tehditkar sözlerle açıkladı.

Ortada çok bilinmeyenli, çok aktörlü bir sorun var. Üstelik denklemde Çin’e rol verilmedikçe bu konuda mesafe sağlanması olanaksız. ABD ve Çin her alanda giderek keskinleşen bir çatışma içindeyken Kuzey Kore üzerinde işbirliği yapabilecekler mi? Biden bakalım alışılmış söylemlerin dışına çıkarak, Moon’la görüşmesinde ikna edici bir yol haritası sunabilecek mi?

*Emekli Büyükelçi