Johnny Depp- Amber Heard davasının düşündürdükleri
Toplumun, tacizden şiddete bir aksi örnek bulduğu anda “şeytan kadın” imgesine koşma eğilimi o denli güçlü ki, bu tür davalarda esas dert, kadının da suçlu olabileceğini göz önünde bulundurmaktan hemen çıkıyor. Erkeğin biraz olsun masum olduğunda kadın(lar)a oranla on kat daha masum sayılması gibi tersten bir genelleyici süreç işlemeye başlıyor. Hak savunuculuğu her zaman derin önyargılar ve kışkırtılmaya hazır düşmanlıklarla da cebelleşmek zorunda, perde arkasında…
12 Nisan’dan beri dünyanın en çok ilgi gösterdiği dizi, gerçek hayatta, Amerika’da bir mahkeme salonunda geçiyor. Boşanmış iki ünlü Hollywood yıldızı, Johnny Depp ve Amber Heard arasındaki, iki tarafın da birbirini şiddet uygulamak ve itibara zarar vermekle suçladığı dava, birkaç haftadır basının ve kamuoyunun gözü önünde, sürüyor. Dava, ağır toksik bir ilişkinin tüm “kirli” detaylarını gözler önüne sürmesinin yanı sıra, “kazanan kim olacak” merakına hitap ettiğinden iki tarafın da hayranları tarafından büyük ilgi görüyor. İki yıldızla önceden hayranlık ya da antipati düzeyinde pek bir ilişki kurmamış olanlar da haksız yere suçlanan masum adam/servet avcısı, yalancı, şeytan kadın miti damarından kolayca bağlanıyorlar davaya. Süren duruşmanın bir kısmı da sosyal medya üzerinden yürüyor diyebiliriz. Bütün mecralarda Johnny Depp yarışı önde götürüyor olsa da eğri doğru denkleştirmesiyle muhtemelen bu davanın bildik manada bir galibi olmayacak.
Davanın beni en çok ilgilendiren yanı, içerdiği özel hayat detaylarından çok, güçlü biçimde açığa çıkardığı toplumsal cinsiyet önyargıları ve kadın düşmanlığı. Böyle deyince hemen Amber Heard’ü savunduğum sanılacak, peşinen söyleyeyim: Davanın somut yanına ilişkin olarak iki tarafın da tarafında değilim. Amber Heard’ün ciddi ölçüde problemli bir manipülatör olduğuna da, Me Too’yu kendi çıkarları/ egosu lehine kullandığına da, Johnny Depp’e psikolojik hatta fiziksel şiddet uyguladığına da inanıyorum çünkü niye inanmayayım. Deliller bunları gösteriyor.
Ama kimse beni Johnny Depp’in sütten çıkmış ak kaşık, hakkı yenen masum adam olduğuna da inandıramaz. Buraya ve nedenlerine döneceğim ama önce bilmeyenler için ikili arasında davaya konu olan ilişkiyi ve davayı özetleyelim.
Amber Heard ve Johnny Depp 2009’da, “The Rum Diary” (Bruce Robinson) filminin setinde tanışıyorlar. Tanıştıklarında Johnny Depp 46 yaşında, birkaç kuşağın arzu nesnesi olmuş, şöhretinin ve karizmasının doruğunda, güçlü bir oyuncu. Ayrıca Vanessa Paradis’le evli, iki çocuklu. Amber Heard tam onun yarı yaşında (23), kariyerinin başlangıcında, cinsel tercihleri nedeniyle de (o sırada Tasya van Ree ile beraber) oyuncu olarak geleceği biraz belirsiz bir kadın. Filmle başlayan aşkları Amber’ın imajını biseksüellikten “arzu nesnesi güçlü adamın genç, güzel partneri”ne kaydırarak, kabul edilmiş ölçülere göre, daha kadınsılaştırıyor. Çift 2015’te evlenip 15 ay sonra boşanıyor. Heard, Depp’in ilişkileri süresince içki ve madde etkisindeyken kendisine şiddet uyguladığını söylüyor, yüzünde yaralarla çekilmiş bir resmi People dergisine kapak oluyor, Depp’e karşı uzaklaştırma emri çıkarıyor. Depp suçlamaları reddediyor ama 7 milyon dolar tazminat ödemeyi kabul ediyor, çift anlaşmalı boşanıyor. (Amber Heard parayı ev içi şiddet mağdurları için çalışan bir kuruma bağışlayacağını söylüyor, yanlış bilmiyorsam bağışlamadığı da iddia ediliyor.)
Olay kapanmış gibi görünürken 2018’de Heard’ün The Washington Post için yazdığı bir yazıda, isim kullanmasa da korunup kollanan bir şiddet faili erkek olarak Depp’e dair derin imaları epeyce ses getiriyor. Yazıdan hemen sonra “Karayip Korsanları” devam filminden kovulan Depp, Heard’ün karalamaları, yalanları nedeniyle kariyerinin büyük zarar gördüğünü söyleyerek şu an görülmekte olan iftira davasını açıyor, Heard’den 50 milyon dolar tazminat talep ediyor. Heard de karşı dava açarak hem şiddet hem de karalama iddiasıyla Depp’ten 100 milyon dolar tazminat istiyor. Depp’in iftira davası 12 Nisan’da görülmeye başlıyor ve işte biz de o tarihten beri bu ikili davayı tüm dünyayla birlikte izliyoruz. Bu satırları yazdığım sıralarda da Amber Heard’ü Aquaman 2 kadrosundan attırmaya yönelik bir imza kampanyası 2,7 milyonun üzerinde destek almıştı.
Dava, iki tarafın da, ama özellikle Depp’in PR takımının başarılı çabalarının da katkılarıyla yürüdükçe yürüyor. Sansasyonel tanıklardan ortamlara düşen video, GIF ve şakalar çok ilgi çekiyor. Amber Heard’ün Johnny Depp’ten dayak yemek bir yana adamı dövüyor olduğu bilgisi, Amber’ın erkeklerde görmeye alıştığımız türden bir sayko sakinlikle “Hayır yumruk atmıyordum, sana vuruyordum, yumruğun ne olduğunu bilmiyor olamazsın… Bu kadar bebek olma” türünden dayılanmalarını içeren ses kaydıyla sabitlendi. Bu davada elimde olmadan en çok güldüğüm kısmın, “Gibi” dizisinin bir bölümünden ilhamla yapılan bir şaka olduğunu söylemeliyim. “Dövüyordu… Bu bir süreç, bir kere dövmemiş, bir süre dövmüş. Yani istesek biz de Johnny Depp’i dövebiliriz.”
Amber Heard dövmekle kalmamış, bir ara yatağa da pislemiş üstelik! Kandan gözyaşına türlü beden salgısı üstüne dışkının da rol almasıyla dava psikanalitik açıdan hayli ilgi çekici bir hal aldı. Bu bulgularla beraber Heard’e yönelik “Şeytan kadın! Servet avcısı! Yalancı kahpe!” yorumları da alevlendi. Bunlarla aynı esnada da tahmin edebileceğimiz diğer endişe hortladı/ hortlatıldı. “Bu kadın Me Too’ya dev zarar veriyor!”
Sonuncudan başlayayım çünkü bu olan bitende beni en çok rahatsız eden şeylerden biri bu. İfşanın kendi içinde elbette sorunları var, yalana ve manipülasyona açık olması da bunlardan biri. Ama bu tür davalarda kadının büyük yalan söyleyerek tüm süreci çarpıttığı örnekler o kadar az ki. Ayrıca kadının suçlu olduğu ya da daha suçlu göründüğü bir tek örneğin binlerce kadına şiddet ya da taciz, saldırı davasından daha çok ilgi görüp köpürtülmesine ne demeli? Her an kışkırtılmaya hazır kadın düşmanlığıyla el ele bir Me Too karşıtlığı tetikte bekliyor.
Evet kadınlar da yalan söyleyebilir ve bu da hoş bir şey değildir. Ama kadın hareketinin herhangi bir parçasının bir kadının yalanlarıyla darmadağın olacağına dair bu derin korkunun masum olduğu ne malum? Ayrıca hangi hareket tüm öznelerinin yalansızlığı ya da “mağduriyeti”nin garantisini verebilir? Savunulan, “bütün kadınlar iyidir, bütün erkekler kötü” gibi bir şey de değil ki zaten. Basitçe, şiddet ve tacizin bir güç suistimali konusu olduğu gerçeğinden yola çıkarak kadınların başına çok daha fazla geldiği ve kadınların bu durumlarda ses çıkarmakta zorlandıkları, unutulmaması gereken. “Kadın beyanı esastır”ın anlamı, kadının beyanı her durumda doğrudur değil. Çok zor duyulan bir sesin öncelikle duyulması ve dava konusu olabilmesi gerekliliğine işaret eden bir kural bu.
Toplumun, tacizden şiddete bir aksi örnek bulduğu anda “şeytan kadın” imgesine koşma eğilimi o denli güçlü ki, bu tür davalarda esas dert, kadının da suçlu olabileceğini göz önünde bulundurmaktan hemen çıkıyor. Erkeğin biraz olsun masum olduğunda kadın(lar)a oranla on kat daha masum sayılması gibi tersten bir süreç işlemeye başlıyor. Hak savunuculuğu her zaman derin önyargılar ve türlü nedenle kışkırtılmaya hazır düşmanlıklarla da cebelleşmek zorunda, perde arkasında…
Ben bu davanın somut yanında Amber Heard’ün tarafında değilim ama Johnny Depp’in de sütten çıkma ak kaşık olduğuna hayatta inanmam, demiştim. Fiziki şiddet göstermemiş olabilir ama arkadaşı Paul Bettany’ye attığı, Amber’a dair, “Yakmadan önce boğalım. Öldüğünden emin olmak için de yanmış bedenini s…erim ben onun” türünden mesajlar bile en azından fantezilerinin şiddetle dolu olduğunu gösteriyor. Ayrıca kariyeri boyunca kadınlarda uyandırdığı “tekinsiz ama romantik serseri” imajından beslenmiş, 58 yaşında hala “okulun değişik çocuğu” olmanın ekmeğini yiyen bir adam bu. Gerçek hayattaysa ne o tekinsizliğin duygusal ilişkiler alanı dışında çok istikrarlı bir karşılığı var, ne de hayatta aldığı ciddi bir risk, dünyayla ciddi bir uyumsuzluk söz konusu. Bir öz yıkıcılık eğilimi olduğu kesin gibi ama “benim zararım kendime” diye boyun büktüğünde “yararın da kendine zaten” demek dışında bir his uyandırmıyor bende. Bir de Binnaz Saktanber’in dava ve ilişkinin detaylarını içeren bu güzel yazısında da belirtildiği gibi bu adam bir cinsel saldırı failini, Roman Polanski’yi destekledi, bunu da unutmayalım.
Böyle adamlar beni sinirlendirir. Dünyayı yiyip yutup, bir güç ve konfor alanı inşa edip bir yandan da altı boş bir “dünyaya karşıtlık” imajı çizen ve bunu da en çok yatak odasında, kimseyi ilgilendirmeyen yerde icra edenler yani. Genel olarak beni böyle kadınlar da sinirlendirir ama böyle adam çok daha fazla. Çünkü “karanlık tarafa yakınlık” daha çok erkeklere bir olumlu imaj sağlıyor. Böyle imgelerle beslenen bir kadın, ayağı ilk sürçtüğü yerde şehvetle taşlandığı halde böyle adamlara pek bir şey olmuyor. Varsayılan masumiyetleri bile zedelenmiyor pek. Me Too ve iptal kültürüne atfedilen tüm güce rağmen bir erkeği affetmeye, yanlış anladığımızı varsayıp kucak açmaya, yaralarını sarmaya yönelik toplumsal eğilim her şeyden güçlü. Erkeklerde, suç ortaklığı biçiminde yürüyor bu. Var olan düzenin olduğu gibi sürüp gitmesi, tarihi imtiyazlarından olmamak (buna taciz ve şiddet ‘hürriyeti’ de dahil) çoğu erkeğin işine geldiği için bir erkeği koruyup kollamak çok kolay, masumiyetini gösteren ufacık bir delil de varsa hele, çocuk oyuncağı. Kadınlarda ataerkinin pompaladığı projecilik (diğer kadınlar başaramadı ben başarırım) ve kadınlar arası rekabetle birlikte, her iki cins de kadını suçlamaya daha eğilimli. Dolayısıyla ortada böyle bir dava olduğunda sorun adaletin yanında olup olmamak olmuyor pek.
Bana fikrimi sorsalar, “bu davada taraflar aşağı yukarı eşit ölçüde suçlu ya da masum görünüyor, ikisinden de pek hoşlanmıyorum,” derim. Johnny Depp imgesinden bahsettiğim nedenlerle hoşlanmıyorum. Amber Heard’e de bir sempatim yok. Çünkü nedeni ne olursa olsun, kronik yalancı ve manipülatörleri, cinsiyetinden bağımsız, sevmem.
Bir insan bütünlüğü içinde, yetenek, güzellik, farklılık, çalışkanlık, işe duyulan tutku.. değil, temelde ilk fotografik imgesinin uyandırdığı dürtülerle yükseliyorsa, düşüşü de hem ağır hem de sancılı oluyor bir de. Sinema ve televizyon tarihinde güzelliğin narsisistik kırılganlığını ve gücünü, yeteneği ve çabasıyla bir kendilik imgesine dönüştürerek uzun yıllar varlık gösterebilmiş yıldızların sayısı sanıldığından daha az. Kapitalizmin çöplüğü kendisi için biçilen rolü oynadıktan sonra delirmiş ya da delirtilmiş güzellerin hala üzerinde tepinilen “cesetleri”yle dolu. Burada Amber Heard için mahkemede bir psikologun dillendirdiği “borderline/histriyonik kişilik bozukluğu” tanısından bahsetmiyorum. Güzelliğin meta değerinin yaygın delirtme özelliğinden bahsediyorum. Bu da daha çok kadına yüklenen bir imge olduğu için kadın yıldızlarda daha sık rastlanıyor. Kadınlar doğal biçimde yaş alınca “son hali yürekleri burkuyor”, erkekler daha olgun yaşlarda da giderini koruyor. Kırışıklıkları hala çekicilik simgesi olarak algılamaya, erkeklerde kadınlardan daha eğilimliyiz.
İşte bu ağır güzellik, gençlik baskısının, dünyanın güzelliği çiğneyip tükürme arzusunun yıkıcı sonuçları bir kadın oyuncuda Marilyn Monroe örneğindeki gibi “trajik son”la karşılık bulduğunda resim tamamlanıyor çünkü kadını hala çok mağdur durumda görebiliyoruz. Ama biri de Amber gibi çıkıp deli ya da değil, alışılmışın çok dışında bir tavır sergilediğinde, birlikte olduğu erkeği aldatıp üstüne dövüp, yatağına pisledikten sonra bir de sürece dair yalan söylediğinde tüm bunları yapan bir erkek failden on kat daha suçlu görünüyor. Yıktığı, aynı zamanda makbul ve mağdur kadın imgesi oluyor çünkü.
Bu değerlendirmemde ahlaki bir yargılama yok. Makbul ve mağdur kadın imgesini yıkmanın her durumda devrimci bir hareket olduğunu falan da düşünmüyorum. Yalancı yalancıdır. Ama bir cinsin eline her türlü gücü verip diğerinin elinden “makbul olmama”, “istendiği kadar sempatik olmama” hakkını bile aldığınızda, bunun sonuçları daima erk lehine işler. Anna Karenina’nın yasak aşktan sonra trenin altına atlamasını, Marilyn Monroe’nun şüpheli intiharını kucakladığımız trajik yere Amber Heard gibi “edepsizler”i ucundan kıyısından bile layık görmememizin tek nedeni, doğruluk ve yalansızlığa duyduğumuz keskin inanç değil. (Öyle olsaydı keşke.) Kadına melek ya da şeytan olmak dışında pek bir gri alan bırakmak istemeyen toplumsal cinsiyet eşitsizliği.
Bu davanın bir tarafı değilim. Herhangi bir davanın sonuçlarının yaygın kadın düşmanlığını köpürtme malzemesi yapılmasının, yalan söyleyen bir kadının Me Too’yu çökertmesi riskinden çok daha büyük bir tehlike olduğunu düşünüyorum sadece.