Geçen hafta vizyona giren Jojo Rabbit, Amerikan merkezli Nazi
filmlerinden sıkılmadıysanız sinemada keyifli bir politik komedi
izlemek isteyenler için iyi bir tercih. 6 dalda Oscar adayı olan
film, 1944’te Nazilerin çocuk yapılanmasında yer alan Jojo’nun hem
evlerinde saklanan Yahudi kızla hem de hayali en yakın arkadaşı
Hitler'le olan iki uçlu çatışmalı ilişkisini anlatıyor.
Jojo Rabbit; sinematografisiyle, yarattığı atmosferle, başrolden
yan rollere kadar bütün oyuncuların oldukça başarılı
performanslarıyla keyifli bir yapım. Tabii ki Amerikan merkezli bir
Nazi filminde karşımıza çıkacak bütün handikapları da bünyesinde
taşıyor. Kahraman Amerika miti, yok sayılan Sovyet imgesi, hayran
olunan Naziler hemen her Hollywood merkezli 2. Dünya Savaşı
filminde olduğu gibi bu keyifli mizah filminde de yer alıyor.
FAŞİZMİ KENDİ HİKAYESİNDEN İZLEMELİ
Jojo Rabbit bana 1979 yapımı Teneke Trampet filmini hatırlattı.
Kuşkusuz Teneke Trampet’in çocuk kahramanı Oskar, faşizme isyan
etmeyi erkenden öğrenmişti. Jojo’nun faşizmle yüzleşmesi biraz
zaman aldı.
Teneke Trampet, Faşizm döneminde ilk gençliğini geçiren Alman
yazar Gunder Grass’ın aynı isimli filminden Volker Schlöndorff
tarafından uyarlanmıştı. Bu ikilinin politik bilinci Teneke
Trampet’in isyankar ruhlu kahramanı Oskar’a sirayet etmişti. Film
1920’li yıllarda Almanlar'ın, Polonyalılar ve diğer azınlıklarla
birlikte uyum içinde yaşadıkları Danzig‘de geçer. Ailesi, Oskar üç
yaşına bastığı doğum gününde ona teneke bir trampet hediye eder.
Oskar yeni oyuncağı trampetiyle evin bodrumuna gidip önemli bir
karar verir. Artık büyümeyecektir. Büyüklerin yozlaşmış, sevimsiz
dünyalarına girmek istemiyordur. Büyümek yerine trampetiyle
kendisine yanlış gelen her olaya isyan etmek yeni merakı olur.
Alman tarihinin 2. Dünya Savaşı sonuna kadarki döneminin fonunda
yaşanan bütün dönüşümleri büyümeyi reddeden Oskar’ın gözünden
yansıtan film, unutulmaz sahnelerle etkileyici bir yapımdı.
İçinde bulunduğu orta sınıf aile yaşantısına dâhil olmak
istemeyen Oskar, büyümese de hayat dönüşmeye başlamıştır. Artık
radyodan yükselen keyifli melodiler değil kahramanlık marşlarıdır.
Sokaklar gamalı haçlı resmi geçitlerden yürünmez olmuştur. Almanlar
yeni bir kahraman meraklarını kısa boylu, hırslı, sinirli bir
adamda gidermek isterler. Oskar’ın ailesi de artık dönüşüyordur.
Duvarlarındaki Beethoven resmini indirip yerine Hitler’in tablosunu
asmayı uygun bulurlar. Ama Oskar aynı fikirde değildir. Şehirdeki
büyük Nazi etkinliğine gidip oturakların altından onların
marşlarının ritmini bozmayı kendine görev bilir. Oskar’ın kahraman
mitine, disipline, farklılıkları yok eden çoğunluktan olmaya
ihtiyacı yoktur.
Yönetmen Teneke Trampet’le Günter Grass’ın edebiyatta yaptığı
faşizm dönemiyle yüzleşmeyi sinemaya etkileyici bir oyunculukla
adapte ederken, Alman toplumunun savaş dönemi takındığı tavrın
eleştirisini vermekten kaçınmıyor. Faşizmin sıradan insanları nasıl
da birer makineye çevirmesini gözler önüne seriyor.

2000 SONRASI ALMAN SİNEMASINDA NAZİ
FİLMLERİ
Alman sineması pek çok ülke sineması gibi 2000 sonrasında
kendini yenileyen güçlenen bir ülke sineması. Bu dönemde
yönetmenlerin özellikle Almanya’nın kendi tarihi olaylarına daha
fazla eğilmeye başladıklarını söyleyebiliriz. Almanlar henüz
Amerikalılar kadar dönemin mizahını yapacak hale gelemediler.
Hitler’in günümüze geldiğinde yaşadığı şoku anlatan başarılı bir
mizahı olan Hitler Geri Döndü-Er Ist Wieder Da (2015) filmi Alman
merkezli dönem mizahına örnek gösterilebilir. Özelikle 2000
sonrasında çoğalan Alman yapımı Nazi filmlerinde en temel öğe
yüzleşme ve döneminde faşizme teslim olmamış karakterlere
odaklanmak. Belli başlılarını hatırlatmakta fayda var. Jojo
Rabbit’in mizahından sonra bu dönemi Almanların kendilerinden
izlemek isteyenler için son dönem Alman sinemasından Nazi dönemine
odaklanan birkaç yapımdan behis açalım.
Caroline Link’in yönettiği Afrika’nın Hiçbir Yerinde, 2. Dünya
Savaşı sırasında Kenya’ya göç etmek zorunda kalan Yahudi bir
ailenin yaşadıklarını anlatıyordu. Alman sinemasının son kazandığı
Oscar 1979’da Teneke Trampet filmiyle olmuştu. Uzunca bir süre
Oscar, Almanya’ya uğramazken 2002’de yine bir Nazi zulmü hikâyesi
olan Afrika’nın Hiçbir Yerinde, Oscar’ı Almanya’ya getirmişti.
Dalga filmiyle büyük başarı yakalayan Deniz Gansel’in 2004’te
çektiği Napola, Jojo’nun ağabeylerinin gerçekçi bir panoramasıydı.
II. Dünya Savaşı’nda Naziler’in Napola adıyla kurdukları geleceğin
bürokratlarını yetiştirdikleri okullardan birindeki gençlerin
yaşamını konu alıyordu. 17 yaşından itibaren eğitime alınan
gençler, yeni Almanya’nın bürokratik elitleri olarak yetiştirilme
süreçleri ve yurt yaşantıları beyaz perdeye yansıtılmıştı.
2008’de Max Färberböck tarafından çekilen Berlin’de Bir Kadın,
1945’te yaşanmış gerçek bir hikayeden hareketle ortaya çıkmıştı.
Savaş sonrasında bulunan bir günlükte, günlüğün sahibi kadının
yaşadıklarının anlatıldığı yapımda, 1945 baharında Rusya işgali
altındaki Berlin’de geçer. Bombalar altındaki şehirde kalanlar
başlarına gelecek felaketleri bekliyorlardır.
FAŞİZME KARŞI BEYAZ GÜL
1982’de Michael Verhoeven’in çektiği Beyaz Gül filmi, Nazi
döneminin pasif direniş örgütü Beyaz Gül’e odaklanan ilk yapımdı.
Beyaz Gül hareketi, Nazi iktidarına karşı Münih’te örgütlenmiş bir
yapıydı. Duvar yazılamaları yapıp sokak bildirileri dağıtan grup,
felsefe profesörü Kurt Huber, Sophie Scholl, erkek kardeşi Hans
Scholl, Alex Schrommel, Cristoph Probst ve Willi Graf’tan
oluşuyordu. Münih Üniversitesi’nde Stalingrad saldırısını eleştiren
bildirileri dağıtırken yakalanan Sophie ve Hans Scholl kardeşler,
1943’te idam edilmişlerdi. Marc Rothemund’un 2005’te çektiği Sophie
Scholl Son Günler, Beyaz Gül’ün iki kardeş üyesi olan Sophie ve
Hans Scholl’ün Münih Üniversitesi’nde öğrenciyken bildir
dağıttıkları sırada yakalanıp idam edilme süreçlerine odaklanmıştı.
Sophie Schol, giyotine yatırıldığında dahi faşizme karşı mücadele
vermenin haklı gururunu yaşar. Gözü sürekli her sabah hücresini
aydınlatan güneştedir. Umudun simgesi her sabah yeniden doğan
güneştir.
22 yaşında öldürülen Sophie, Alman toplumunun direniş
sembollerinden biri olarak günümüzde birçok eğitim kurumunda ismi
yaşatılan bir kahramana dönüştü. Onun yaşantısını gerçeklerin
ışığında yansıtan film, kurmaca film olduğu kadar bir belgesel
niteliği de taşıyor.
ESTETİK BİR NAZİ YÜZLEŞMESİ
Alman sinemasının başarılı yönetmeni Christian Petzold’un 2014
yapımı filmi Yüzündeki Sır, 2. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasına
odaklanır. Barbara filmiyle Doğu Almanya’dan oldukça başarılı bir
insan hikâyesi sunan yönetmen, aynı başrol oyuncularıyla bu kez
savaş sonrasının yıkıntılarında dolaşıyor.
2015 yapımı Hitler’e Suikast filmi faşizm dönemine eğilen Alman
filmlerinden. Daha önce Çöküş filmiyle çok çarpıcı bir atmosfer
sunan Oliver Hirschbiegel, bu kez Çöküş’ün kahramanı Hitler’e,
suikast düzenleyen sıradan bir marangoz olan Georg Elser’e
odaklanır. Hitler’in Münih’te 8 Kasım 1939 tarihinde konuşma
yapacağı Bürgerbräukeller salonuna bomba yerleştiren Elser’in, 13
dakikalık bir farkla suikast girişimi başarısız olur. Alman
sineması sırayla kenarda köşede kalmış Hitler karşıtı Almanları
sinemasına yansıtmayı sürdürüyor.
2015 Oscar yarışına Almanya, Giulio Ricciarrelli’nin yönettiği
Yalan Labirenti’yle katılmıştı. Film, Naziler’in İkinci Dünya
Savaşı’nda işlediği suçları örtbas etmeye çalışan devlet
kurumlarını gözler önüne seriyor. Filmin kahramanı Johann Radmann,
1950’li yılların Frankfurt’unda yaşayan hırslı, idealist, genç bir
savcıdır. Toplama kampından kurtulan Simon Kirsch’in davasını
incelemeye almasıyla yaşananları anlatıyordu.
Jojo Rabbit, Oscar yarışında varlık gösterecek bir yapım. Mizahı
ve başarılı oyunculuklarıyla da izlenmeyi hak eden bir yapım. Ancak
Nazi dönemini Almanların kendilerinden izlemek isteyenler son dönem
Alman sinemasına bir yolculuğa çıkmalı.
