Joker: Hollywood’da da TERF’lük para etmiyor artık demek ki
Eskiden rahatlıkla trans kadınlarla dalga geçen bir yönetmenin Twitter’daki 30 milyon insan dediği kitleselliğe bir eleştirel tepki midir Joker filmi? Ruh sağlığı bozulmuş, güçten dışlanmış, yoksul kitlelerin bir de kendileriyle dalga geçildiğinde düştüğü “nihilist” şiddet… Komedi yapamaz hale gelmiş toplumun kara komedisi…
Beren Azizi
Bir film türünün neden öyle çekildiği konusunda malum bir tartışma var. Daha doğrusu Hollywood stüdyolarında o filmleri öyle üretenler kimlerdir? Ya da nedir bunun sebebi? Bu sorunun cevabı tartışmalı. Seyirciye nihai yazarlık atfederek filmin ritüel işlevine işaret eden “Halk bunu seviyor kardeşim!”ci filmin ve üretim süreçlerinin ideolojik açıdan tarafsızlığına ve dolayısıyla masumluğa vurgu yapan yaklaşım bir yanda durur. Öbür yanda da “Ne seyircisi! Milleti manipüle ediyorsunuz! Sistemi ve sömürüyü yeniden üretiyorsunuz!”cu ideolojik amacı ifşa eden yani sermayeyi – Hollywood’u – failleştiren yaklaşım durur. (Rick Altman’ın yürüttüğü bir tartışma: Ritual funciton vs ideological purpose.)
Filmleri kimin veya neyin öyle çektiğini bulursak başka türlü çekilmelerini sağlarız veya en azından sorumlular belli olur da biraz olsun hesap sorarız diye yapılıyordur herhalde bu tartışmalar. Bana soracak olursanız hangisi doğru olursa olsun her iki durumda da bir film türünün nasıl çekileceğini güç ilişkilerimiz belirliyor. Failliği üreticinin elinden alan “Halk bunu seviyor!”cu en masum yaklaşımın doğru olduğu durumda dahi kimin sevgisinin para ettiği veyahut kimin sevgilerini açık etmek konusunda özgür olduğu, kimlerin beğenmemelerinin gözden çıkarılabilir olduğu gibi sanatın üretim süreçlerini belirleyen güç ilişkiler yumağı var. Dolayısıyla mevcut güç ilişkileri değiştikçe filmlerin nasıl çekileceği veya çekilemeyeceği de dönüşüyor. Bazen bu dönüşüm süreçlerinin hızı artar ve bu süreçler bazı türlerde daha yoğun hissedilir. Bu hız ve yoğunluğa kriz de diyebiliriz pekala.
Komedi türü açısından böyle bir “kriz” dönemine girdiğimizi düşünüyorum. Joker filminin de mevcut güç ilişkilerinin değişimine bağlı olarak komedi türü krizinin eleştirisi veya semptomu olması muhtemel.
Şöyle ki, Joker’in yönetmeni Todd Phillips komedi filmlerinin yarı tanınmış bir yönetmeniydi. Yönetmeniydi diyorum; çünkü Joker’den sonra kendisi için yarı tanınmış demek doğru olmaz. Instagram takipçi sayısı yıllardır yüz binlerdeyken bir anda beş yüz binlere fırlamış. Artık ünlü dahası ödüllü-itibarlı bir yönetmenle karşı karşıyayız. Komedi filmleri ise şöhret açısından kendisini ne güldürmüş ne de öldürmüş. Ödül ve itibar açısından ise kendisini seçkin eleştirinin her zaman hedefinde tutmuş. Örneğin yönettiği komedi filmlerinin en bilinenlerinden olan Türkçeye Felekten Bir Gece ve Felekten Bir Gece Daha olarak çevrilen filmleri tipik bir “yanlışlıkla trans kadınla yatan erkek” komedisi filmi. Komik film izlemek isteyen halkın duygularına terfüman (1) olan tipte filmler yani, bıraksanız trans kadınları savunduğunu bile iddia edebilir sözümona görünürlük kazandırdığı savıyla. Bu filmlere o gün de bu gün de gülmeyenler mi? E herkesi memnun edemezseniz. Mevzu “halkın” eğlenmesiyse bazılarının hiç de gülmemesi ve eğlenmemesi terferruattır (2).
Filmler çekileli ortalama on yıl olmuş. Geçirdiğimiz on yılda trans kadınlar açısından çeşitli entelektüel, kültürel, sosyal ve politik dönüşümler yaşandı. Hollywood komedisi uzun süredir zaten feminist eleştirmenlerce mercek altındaydı, buna LGBTİ+ hareketin aktörlüğü de eklendi. Özellikle karikatürize edilen trans kadın ve feminen eşcinsel erkek metaforu dikkatle incelenerek komedinin toplumsal cinsiyet politikası feminist eleştirinin de katkısıyla LGBTİ+ özelinde görülmemiş yoğunlukta hızlandı. Ayrıca sistematik ırkçılığa karşı #StayWoke ve #BlackLivesMatter hareketleri de geçtiğimiz on yıllık süreçte yaşandı. Bu dönüşümler ve hareketler kesişerek bir kültürü de beraberinde getirdi: Farkında olma kültürü. “Ötekiler”; ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi vb. konularda kesişerek birbirlerini farkında olmaya ve kalmaya davet ettiler. Sosyal medya ise neyin neden ırkçı, cinsiyetçi, homofobik olduğunu analiz eden eleştirilerin hızla yayılmasını sağladı öte yandan.
Artık “ötekiler” sosyal medyanın da “gücüyle” söylenen bir sözün, dostça bir iltifatın, yapılan masum bir şakanın sofistike bir şekilde söylem analizini ve bu söylemlerin geri planındaki eşitsiz güç ilişkilerinin deşifresini yapabilir hale geliyorlardı. Bu tabii ki çatışma sorunları yarattı. Bunun yanında sofistike olmayan formdaki bir nefretin ise artık hiç şansı kalmamıştı. Örneğin bol “ayol”lu Levent Kırca vari “travesti” mizahı deyim yerindeyse topa tutuluyordu. İşte Todd Phillips de bu açılardan, yani trans kadın düşmanlığı, vulgar homofobi, toksik erkeklik vb. açılardan topa tutulmuş yönetmenlerden biridir. Özellikle trans kadın düşmanı komedi eleştirileri diğer eleştirilere göre hâlâ çok güncel.
Joker’le gelen yüksek şöhreti ve ödüllü itibarından sonra Phillips’le geçtiğimiz günlerde bir röportaj yapıldı. Phillips’e, komediyi neden bıraktığı daha doğrusu neden komedinin siyah tarafına geçtiği sorulduğunda “Bu woke kültürü zamanlarında komik olmayı deneyin de görün… Komediler artık neden Hollywood’da iş yapmaz diye makaleler dolanıyordu ortalıkta. Ben size söyleyeyim neden! Tüm komik adamlar artık aman kimseyi rencide etmeyeyim diyorlar da ondan… Twitter’da 30 milyon insanla uğraşamam. Bu yüzden de komediyi bıraktım.” minvalinde bir cevap veriyor. Joker’in oyuncularından Mark Moran ise bu açıklamayı eleştiren karşı bir açıklamada bulunuyor, özetle komedinin hâlâ gayet yapıldığını, kimseyi dışlamadan da yapılabileceğini vurguluyor. (Başka bir komedi mümkün. Başka bir “woke kültürü” de mümkün tabii.)
Joker’i en ilginç kılan yanlardan biri bu aslında. Yani onu yönetmenin ideolojik amaçlarına hizmet eden bir film olmaktan çıkarması ilginç. Filmin oyuncuları ve seyircisi yönetmeni dinlemiyorlar örneğin. Joker’in diğer ilginç yanı ise sosyal adalet mücadelelerinin, bir film türünü yani komediyi sorun haline getirdikten sonra o sorunlardan alınan ilhamlarla çekilmiş bir film olması. Bu da onu komedi türü ve sosyal adalet ilişkisi arasında geçen krizinin meyvesi bir film yapmış oluyor. Joker komedi türünü daha doğrusu yönetmenin tabiriyle içkin olarak saygısız bir pratik olan komedi türünü sorun olarak masaya yatırıyor. Bu sorunlar bazı soruların etrafından dönüyor, öncelikle Hollywood’da artık komedi türü çalışır mı? Çalışmıyorsa sebebi woke kültürün yarattığı otosansür mü? Yani komedileri bıraksanız hâlâ çalışırlar ama “suni” sebepler yani woke kültürü araya girdi retoriği haklı mı? Yoksa tam tersine Mark Moran’ın da söylediği gibi bugünlerde ortalıkta gayet komik insanlar var ve komedi gayet çalışıyor mu? Irreverent bro humor denilen kaba ırkçı ve cinsiyetçi bro mizahı mevcut güç ilişkilerinin göreli dönüşümü karşısında hiç olmadığı kadar siyasileştirildiği ve dolayısıyla failleştirildiği için toplumu artık eskisi gibi dikine kesemiyor mu? Komedi, bro’cu dar kalıplarından kurtulurken başka bir şekilde kendini yeniden mi kuruyor? Komedi bitiyor mu yoksa bro’cu yönetmenler komedi türünden terf-i diyar (3) mı eyliyorlar?
Açıkça bir komedi krizi dönemindeyiz, bununla bağlantılı olarak bir küfür krizi dönemindeyiz de ve yukarıda sorduğum soruların yanıtını aslında Joker filminde arayabiliriz.
Joker’de hem apolitik mi politik mi olduğu belirsiz bir “deli”nin hem de politik kitlelerin şiddetini ateşleyen unsur kendileriyle dalga geçilmesi. Belediye başkan adayı, metrodaki cinayetler sonrası kitlesel iletişim aracı olan televizyonda resmen yoksullarla palyaço diye dalga geçiyor. Bu yoksul kitlelerin ne halde olduğu ise zaten filmin en başından beri ortaya konuyor. Yalnız belediye başkan adayının televizyondaki dalga geçer tarzdaki açıklamaları kitleleri sokağa döken ateşleyici unsur. “Tetiklenme” anlatısı var. Şu durumda sosyal adaletsizliklerin ve eşitsizliklerin bu kadar yoğun olduğu bir toplumda komedi yapabilir miyiz? Görünen o ki woke kültür varsa işler biraz karmaşıklaşıyor. Yani kimilerinin “mizaha tahammülsüzlük”, “linç”, “şiddet” dediği kimilerin ise “azınlıklarla, güçsüzleştirilmişlerle bu kadar kolay dalga geçemezsin” diyerek mizahın asimetrik meşruluğuna işaret ettiği süreç sosyal medya çağında komediyi ve komedyeni zora sokuyor.
En iyi ihtimalle mizah demokratikleşiyordur. En kötü ihtimalle komedi gerçekten de bitiyordur. Henüz bilmiyoruz. Eskiden rahatlıkla trans kadınlarla dalga geçen bir yönetmenin Twitter’daki 30 milyon insan dediği kitleselliğe bir eleştirel tepki midir Joker filmi? Ruh sağlığı bozulmuş, güçten dışlanmış, yoksul kitlelerin bir de kendileriyle dalga geçildiğinde düştüğü “nihilist” şiddet… Komedi yapamaz hale gelmiş toplumun kara komedisi… Yönetmenin niyetini bilemiyorum; ama velev ki niyeti buysa bile seyircinin bundan hiç haberi yok veyahut bununla ilgilenmiyor dahi. Seyircinin en azından dalga geçilme özelinde beklenmedik empati süreçleri şimdiden ortaya çıkmış durumda, yani katerfis (4) . Yani filmdeki sansür kültürü veya woke kültürü eleştirileri tam tersi bir etkiyle seyirci tarafından alımlanıyor gibi görünüyor.
Yönetmen açısından ise durum ikircikli. Seyircinin filmle kurduğu ilişki kendisini şimdiden “ucuz” Hollywood komedisi filmleri yönetmenliğinden sofistike toplumsal ve belki “sanat” filmi yönetmenliğine transfer etmiş durumda. 2010’lu yıllarda yaşanan toplumsal hareketlere hiç değilse bu sebeple bir teşekkür borçlu, “woke kültürü, cıs, öcü” diyerek bu ihtimalleri hesaba katmayı elinin terfiyle itmemeli (5).
Son olarak bildiğimiz gibi sınıf, ırk, etnisite ve cinsiyet her şeyden evvel güç ilişkileri ve bunun sonucu çeşitli oranlarda ve özelleşmiş biçimlerde değişen sömürüler olarak biliniyor. Ayrımcılık, tek tipleştirme ve önyargılar ise bu güç ilişkilerinin ve sömürülerin normalleştirildiği sosyal düzenin kendisi neredeyse.
İnsan ilişkilerimizi ve faaliyetlerimizi de bunların belirlediğini söylemek kötü dünya sendromu yaratmak veyahut ayrılmaz mağdur-kimlik bütünlüğü yaratmak anlamına gelmiyor ya da gelmemeli veyahut gelmemesi için de çabalamalıyız. Gene de durum biraz böyle ve böyle bir sosyal düzende ne zaman eşitlenmeye doğru bir ivme olsa en dirençli alanlardan biri mizah oluyor. Mizah düşünce ve ifade özgürlüğünün en kutsal rabıtası. Güç ilişkilerinden muaf ve zararsız görülüyor, öyle olması umuluyor. Direnç bu sebeple. Halbuki bir yandan da sosyal dışlamanın da kurucu unsurlarından. Kimin güzel kimin çirkin kimin gülünç/ucube kimin istenilen olduğunu bir çırpıda açık eden bir ayrıcalık kaçamağı. Hal böyleyken dalga geçilen “öteki”nin en ufak itirazı hatta alternatif mizah önerisi veya anlayışlı müdahalesi dahi dalga geçende dayanılmaz ızdıraplar yaratıyor. Bu filmde de bir yandan komedi türünü üretenlerin çektiği ızdırap sonucu güya artık şaka yapılamayan toplumu yaratan günah keçisi woke kültürü eleştirisi olabileceği gibi öte yandan bu suçlanan kültürün (6) bir türü ve yönetmeni öyle ya da böyle dönüştürdüğünün ispatı da olabilir a.k.a. terf-refleksif (7).
(1) Duygulara terfüman olmak: Siyasi pozisyonunu acıma, hayırseverlik, başa kakma, kibir ve narsisizm dışında; sanatsal pozisyonunu karikatürize etme dışında kuramamak.
(2) Terferruat: 'Asıl' mesele sayılmayan, teferruat sayılan eşitsiz ilişkiler, var olma biçimleri.
(3) Terf-i diyar: Bir alanı ayrıcalığı sorgulandığı için sözde mağdur olarak terk etmek.
(4) Katerfis: Sistematik eşitsizliğe maruz bırakılan ötekiyle alay etmekten arınma.
(5) Elinin terfiyle itmek: Beyazlık siyasetini aşındırabilecek imkanları reddetmek.
(6) En son Barack Obama da woke için böyle aktivizm olmaz dedi.
(7) Terf-refleksif: İçindeki terf’le mücadele eden, kendini bu konuda gözleyen.