Kendi sahanda en önemli rakibine karşı üç farklı bir yenilgi aldıktan sonra yapman gereken tek şey vardır; kazanmak. Fenerbahçe dün akşam bunu başardı. Ama kazanma şekliyle soru işaretlerini gideremedi, bilakis daha da artırdı.
Aslında 8. dakika itibarıyla Fenerbahçe için olabilecek en iyi şey gerçekleşti; rakibin net bir savunma hatasıyla piyango olarak nitelendirilebilecek bir golle maçın başında öne geçmek. Gaziantep FK’nin ligin en sert savunma takımlarından biri olduğu düşünülürse bunun önemi daha da fazlaydı. Nitekim bu erken gol yüzünden ev sahibi takım maç boyunca kapanmaya fırsat bulamadı ve mecburen Fenerbahçe’nin üstüne gelmek zorunda kaldı. Bu ise bilhassa toplu oyunda zaafları bulunan, fakat kontrataklarda etkili bir takım olan Fenerbahçe’nin tam isteyeceği şeydi.
Ama teoriyle pratik uyuşmadı. Fenerbahçe hem Gaziantep tarafından baskı yedi hem de bu baskı karşısında kontrataklarla bir karşılık veremedi. Başka bir deyişle, sarı-lacivertlilerin oyun anlamında ne kadar sorunlu bir dönemin içinde olduğunu net olarak gösteren bir maç oldu.
Dünya Kupası öncesinde 1988-89’daki 103 gollü rekoru bu sezon kırıp kıramayacağı merak edilen takım, şimdi o kadar da güçlü olmadığını fark ediyor. Peki neden böyle oldu?
KAZANAN FORMÜLÜ BIRAKMAK
Uzun vadede başarılı olan antrenörleri diğerlerinden ayıran şey nedir? Sınırsız taktik bilgileri mi? Farklı futbol tarzları mı? Oyuncularıyla kurdukları ilişki mi? Yöneticilik becerileri mi? Hepsi olabilir. Peki onları birleştiren şey nedir? Futbol yazarı Jonathan Wilson’a göre bütün başarılı antrenörlerin ortak bir yanı vardır: Kazanan bir formülü bırakmanın zamanının geldiğini hissedecek vizyon berraklığı ve yeni bir sisteme geçecek cesarete sahip olmak.
Kazanan takımın asla bozulmaması gerektiği, eski bir futbol klişesidir ve hâlâ pek çok futbol yorumcusunun ağzından sıkça duyarız. Ama hayır. Kazanan takım bozulur. Kaybederken herkes bir şeyleri değiştirir. Farkı yaratan ise kazanırken neleri değiştirmek gerektiğine karar verebilmektir.
Jorge Jesus bu kararı veremedi. Bu yüzden birkaç ay öncesine kadar takımına oynattığı atak futbolla göklere çıkarılırken, şimdi birkaç ters sonuçla anlayışı ve yöntemleri tartışılmaya başlandı. Başta yeteneğe olan bakış açısı.
FENERBAHÇE’NİN ARDA’YA NEDEN İHTİYACI VAR?
Teknik direktörlerin maçlara çıkardığı on birlerin tartışılmasını genel olarak saygısızca bulurum. Hafta boyunca yapılan çalışmaları seyredemediğimiz için, seyretsek de teknik bilgimiz yeterli olmadığı için, teknik direktörün bir oyuncuyu neden oynattığını ya da oynatmadığını asla tam olarak bilemeyeceğimizi savunur ve bilmediğimiz konular hakkında da fikir belirtmemek gerektiğini düşünürüm.
Fakat elbette bazı istisnalar vardır. Arda Güler o istisnalardan biri. Elbette Arda’nın sezon başından bu yana bu kadar az süre almasının Jesus açısından teknik bir izahı olabilir. Bunu da birkaç kez açıklamayı denedi. Portekizli teknik direktör, takımının temposu ve yoğunluğu yüksek bir futbol oynamasını istiyor ve Arda’nın fiziksel eksikliklerinin kendilerine bu anlamda sorunlar yaratabileceğini düşünüyor. Haklı da olabilir.
Ama özellikle Dünya Kupası sonrasında, rakiplerin Fenerbahçe’nin oyununa dair çok daha hazırlıklı oldukları bu yeni dönemde, Jesus’un da artık yeni bir karar vermesi gerekiyor. Öyle ki, Arda’nın fiziksel eksikliklerinin Fenerbahçe’nin yüksek yoğunluklu futbolunda yaratabileceği olası zaafların, onun yokluğunda teknik beceri eksikliğinden kaynaklanan zaafların yanında lafı bile edilmez, edilmemeli.
Kaldı ki, oyun anlayışını yoğunluk üzerinden tarif eden teknik direktörlerin takımlarında da teknik beceriye ihtiyaç duyulur. Hatta daha da fazla duyulur. Pres futbolu deyince günümüzde akla ilk gelen teknik direktör kimdir? Elbette Jürgen Klopp. Onun bile Premier Lig’de nasıl dönüştüğünü biliyoruz. Liverpool’daki ilk döneminde her ne kadar merkez orta sahayı fiziksel açıdan güçlü ve mücadeleci bir üçlüden seçse de (Fabinho, Henderson ve Milner), ön üçlüleri teknik becerisi yüksek oyunculardan oluşuyordu (Salah, Mane ve Firmino). Bugün ise orta sahalarında aslen bir Pep Guardiola oyuncusu olan, teknik kalitenin arşa çıktığı futbolculardan Thiago Alcantara’yı görüyoruz.
Fenerbahçe’nin elinde de futbolda nadiren rastlanan bir mücevher var. Topu ayağına her aldığında sahadaki her oyuncudan farklı olduğunu ve birazdan acayip bir şey yapabileceğini hissettiren bir oyuncu. Antonio Cassano’ya, “O bir fenomen, ona âşık oldum. Gerçek ve olağanüstü bir yetenek. Videolarını izlemenizi tavsiye ediyorum. Sizi çıldırtıyor. Stadyumlara bu tip oyuncular için gidiyorsunuz” dedirten biri.
Jesus ise onu sadece bizi keyiflendirmek için değil, aynı zamanda takımının maçları kazanabilmesi için oynatmak zorunda. Arda Güler’e şans verilmesi beklenen herhangi bir genç oyuncu muamelesi yapmak büyük bir saçmalık. O, Fenerbahçe’nin sahip olduğu en iyi futbolcu. Çok fazla sahip olamayacağı da kesin. O yüzden hâlâ buradayken, değerini bilmek ve tadını çıkarmak gerek.