Jüri yemekte: Aday mı yaptı annesi mi?
Jüri üyelerinin kendileri de dikkatlerini toplamakta zorlanıyor. Zira sarma enfes, aralarında bunu yapan ellerin kim olduğu tartışılıyor: Aday mı annesi mi? Bir diğeri, kurabiyelerin de çok leziz olduğunu söylüyor. Neyse ki bu husus pek tartışmaya yol açacak cinsten değil, zira kutunun üzerinde pastanenin ismi yazıyor.
Levent Ünsaldı
Yer: Ankara (seçkin bir üniversitemizde yapılan bir doktora tezi savunması): Jüri beş kişiden oluşmakta. Aday tedirgin, jüri üyeleri ise olabildiğince rahat, hatta neşeli. Jüri gelmeden önce aday, toplantı odasını tam anlamıyla “donatmış”. İyi bir pastaneden alınmış tatlılar, tuzlular; ev yapımı olduğu belli leziz börek ve sarmalar. Ayrıca çay servisi de sürekli. Arzu eden için çeşitli soğuk meşrubatlar da mevcut.
Aday sunumuna başladı. Ama halen çok tedirgin, masa üzerinde elini koyacağı yeri bile kestiremiyor. Vücudu sanki o sandalyeyi reddediyor. Gözler kaçamak bir şekilde bakıyor, odada bakışlarını sabitlediği noktalar sanki üzerindeki gerilimi boşaltmak istediği kaçış oyukları. Powerpoint sunumu elbette var, işlevi çoklu: Bir tanesi, hocaların sürekli olarak adaya bakmasını engelleyen bir paravan gibi iş görüyor olması.
Görseller içerik olarak oldukça profesyonel hazırlanmış, grafikler çok muntazam. Ama belki de fazlasıyla muntazam, adayın çalışmasındaki mühim eksiklikleri kapatacak cinsten adeta. Sunum devam ediyor, aday halen gergin. Jüri üyeleri, adayın düşünce hattını kavramakta zorlanıyor. Yalnız bu güçlük, sadece adayın gerginliği ve argümanlarının bütünlük eksikliğinden kaynaklı değil. Jüri üyelerinin kendileri de dikkatlerini toplamakta zorlanıyor. Zira sarma enfes, aralarında bunu yapan ellerin kim olduğu tartışılıyor: Aday mı annesi mi? Bir diğeri, kurabiyelerin de çok leziz olduğunu söylüyor. Neyse ki bu husus pek tartışmaya yol açacak cinsten değil, zira kutunun üzerinde pastanenin ismi yazıyor. Jüri üyelerinden biri, kendisinin de hep oradan aldığını, zira çok temiz ve kaliteli bir işletme olduğunu hatırlatıyor (“hiç bozmadılar!”). Arada çaylar tazeleniyor, bölümün diğer asistanları tarafından; arada aday da sunumuna devam ediyor, aynı gerginlik ve kaçamak bakışlarla. Bu esnada adayın tez danışmanı, çayını adayın tez kopyası üzerine döküyor. “Ziyanı yok” diyor gülümseyerek. Mantıklı bir tepki zira dışarıdan bakıldığı kadarıyla tezin kapağı hiç açılmamış gibi. Sayfalar sanki daha yeni fotokopi makinasından çıkmışçasına bembeyaz, en ufak bir çizik ve kırışıklık bile yok. Sunum başlayalı yaklaşık 45 dakika geçti, ancak sonuna de gelmek üzereyiz. Jüri üyelerinde de bir rehavet, kolay değil tabii, sindirim sitemi tüm hızıyla çalışıyor. En sonunda soru kısmına geçiliyor. Jüri üyelerinden biri söz alıyor. Temel eleştirisi yöntemsel [Not: Tedrisi dünyada bu tür bir jüri savunmalarında, eğer söyleyecek başka hiçbir şeyiniz yoksa ya da çalışmayı tam anlamıyla okumadıysanız, yöntem kısmına şöyle hızlıca göz atıp, “ama burası böyle olmamış”ı bulabilirsiniz].
Sıra diğer bir jüri üyesine geçiyor, meslektaşının eleştirilerine katıldığını söyleyip, adayı ve diğer jüri üyelerini teorik referansa boğuyor; kendini farklı kılmanın ve diğer hocalara ne kadar çok şey biliyorum demenin farklı bir yolu. Tam anlamıyla okunmamış bir tez ve leziz sarma ve böreklerin verdiği “şişkinlik” arasında diğer jüri üyeleri de zihinlerini toplamaya çalışıyor ve benzer ama tali eleştiriler getiriyorlar. Söz sırası tez danışmanına geldiğinde, adayın kendisini yakından ve uzun zamandır tanıdığını (sanki bir bilimsellik garantisiymişçesine), bu zorlu süreçte çok emek harcadığını, tezini defalarca didik didik ettiğini (üzerine çay döküleni değil!) ve kendisini tatmin eden başarılı bir çalışmaya imza attığını söylüyor. Ardından da adaydan karar için dışarıda beklemesini rica ediyor. Adayın çıkmasını müteakip jüri üyelerinin bedenleri adeta boşalıyor; kolay değil, iki saate yakın bir süreden beri “oturuyorlar”. İçlerinden biri, çocukları okuldan alması gerektiğini ve şu ıvır zıvır kâğıt ve imza işlerini hemen halletmek istediğini söylüyor. Adayın taşrada kadrosunun bulunduğu bölümün başkanı, adayı uzun zamandan beri beklediklerini, zira ders yüklerinin çok fazla olduğunu söyledikten sonra, şu “işi” bir an önce bitirmenin faydalı olacağını ima ediyor. Mesajı alan tez danışmanı, vakit kaybetmeksizin “o” işin bitirilmesi için adayı yeniden içeriye buyur ediliyor. Aday giriyor, olan bitenden habersiz, hâlâ çok tedirgin. Bu hikâyedeki kuşkusuz en ciddi oyuncu halen o çünkü akademik dünyanın kendine has evrenine henüz yabancı. Lüzum gereği (çünkü artık şu “işi” “kuralına” göre bitirmeli) tüm ağdalı sembol ve cümleler bir anda işe koşuluyor. Hepimiz ayaktayız, cübbelerimizle, kurumun itibar göstergeleri altında. Ama bir kez daha her şey fazlasıyla etkileyici, kusursuz. İki saat öncesindeki oyunun aktörleri sanki sahneyi bir anda terk etti. Dil, seremoni, sembolik, bir anda bambaşka bir dünya kurdu. Şimdi de tez savunma form ve tutanakları geldi önüme: bilimsel kalite, özgünlük, katkı, vb. Tereddüt etmeksizin imzalıyorum: başarılı, başarılı, başarılı… Tutanak artık tek ve mutlak gerçeklik, geçen iki saati bir anda sildi, yerine başka bir şey “var etti”. Mühür ve mavi tükenmez kalem neredeyse tanrısal bir güç: “Ol” dedi ve “oldu”. Artık kimse sarmaları hatırlamayacak…
Not: Bu yazı Levent Ünsaldı'nın kaleme aldığı Heretik Yayıncılık tarafından yayımlanan Burada Neler Oluyor?- Türkiye’de Etkileşimlerin Ekolojisi Üzerine Bir Deneme, adlı kitabından alınmıştır. (syf. 90-92)