6 yaşında evlendirilen H.G. için Sevgililer Günü ne ifade ediyor acaba?
Boşandığı kocasının nefesini her an ensesinde hisseden, ölüm tehditleriyle sürekli huzursuz edilen kadınlar için Sevgililer Günü bir olasılık mı?
Eline erkek eli deydi diye ya da ailesinden birinin cinsel saldırısına uğradı diye aile mahkemesi kararıyla intihara sürüklenen ya da öldürülen kız çocukları bir gün Sevgililer Günü’nde kendilerini özel hissedeceklerini hayal etmişler midir hiç?
Kayıt dışı çalıştıkları anlaşılmasın diye tuvalete kilitlenen ve çıkan yangında hayatını kaybeden kadınlar, kendilerini o yangından kurtarmak için beyaz atlı bir prens mi beklediler dersiniz?
Kamyonun arkasına doldurulup tarlaya götürülürken kazada ölen genç kızların gözlerinin önünden film şeridi gibi geçen hayatın hangi karesinde Sevgililer Günü’nü mumlarla, kırmızı güllerle kutlama sahnesi vardı acaba?
Gözaltında cinsel şiddete maruz kalan kadınlar, bu yaralarını Sevgililer Günü kutlamalarıyla mı aşmayı planlıyorlardır?
Kaç tane kadın, şu ekonomik koşullarda “Sevgililer Günü gelse de sevgilim, kocam bana pırlanta alsa” diye bir beklenti içindedir?
Çocuklarını saç kurutma makinesiyle ısıtırken yan odada intihar eden kadına “Sevgililer Günü’nde kocanız size ne alsın istersiniz” diye soran olmuş mudur?
Yazının başlığı “Kaç tane Sevgililer Günü var?” ama aslında Sevgililer Günü yok!
Çünkü Sevgililer Günü, bayram gibi, başka özel günler gibi herkesi birleştiren, kapsayan içi doldurulmuş bir gün değil, bir klişe. Yılda bir kere sevgilinize indirimli, kampanyalı bir mücevher alın, o da kendini özel hissetsin diyen, ilişkiyi, sevgiyi hediyeye indirgeyen, kadını da kendisine alınacak pırlanta yüzüğü bekleyen bir kimliğe büründüren bir klişe.
Bu ülkede kadınlar sevilmez çünkü, alınır, satılır, verilir, görmezden gelinir, öldürülür...
Önce namuslu olmaları için tembihlene tembihlene büyütülürler, sonra da bir koca bulamadıkları için evde kalmakla damgalanırlar.
Erkek evlenmezse bu bir tercihdir ama kadın evlenmezse bu onun suçudur.
Kadın bekler; çıkma teklifi bekler, ideal erkeğini bekler, evlenme teklifi bekler, evde kocasını bekler…
Cinsellik çoğu evli kadın için görevdir, kocalar için haz. Pek çok kadın, aşkın, ilişkinin bu doyumundan mahrum, bitse de gitsek duygusuyla yaşar cinselliği.
Cinselliğini özgürce yaşadığını söyleyen kadınların da bir kısmı en az bir kez nesneleştirilmiş olmanın sızısını taşır.
Erkeklerin “çok seviyordum” deyip cinayet işlediği bir ülkede kadınlar gerçek sevginin ne olup olmadığını çok iyi bilirler.
Sevgi klişeleştirilemeyecek kadar kişiye özeldir. Mesele sevildiğini değil, sevilebilir olduğunu hissetmektir. Kimse bizi sevgilimiz gibi sevemez çünkü. Hiç kimse onun gibi nazımızı çekmez, hiç kimse bizi beğendiğinde onun gibi bakmaz. Sevgili şefkatinde sevgi ve güven kadar arzu da vardır. Sizi büyüten, yetiştiren insanların sevgisi gibi değildir, sevgiliniz sizi sevmeyi seçer. Onca insanın arasından sizinle olmayı tercih eder, sizi görür. Sizi görmek, anlamak, mutlu etmek için bakar. Ruhunuza en çok yaklaşan, sizi hücrelerinize kadar tanıyandır. Bir insanı niye sevmediğinizi madde madde sıralayabilirsiniz ama niye sevdiğinizi açıklayamazsınız. Sadece seversiniz. Suyun akıp yolunu bulması gibidir sevginin kendini ifade etmesi. Herkesin kendi tarihi, öznelliği ile öğrendiği bir yoldur. O nedenle de yaşam koçlarıyla, özel gün listeleriyle kutlanacak, klişeleştirilecek bir şey değil, muhteşem bir yaşam deneyimi olarak kutsanacak bir şeydir.
Bugün pek çok insan maden kazasına duyduğu öfkeyle başlayacak güne. Ateş sadece madencilerin ailelerinin değil, göz göre göre gelen bu felaketin büyüklüğü nedeniyle öfkelenen pek çok insanın yüreğini de yakacak. Altın madeni felaketinin Sevgililer Günü arefesine gelmesi belki, daha çok kâr etmek için doğayı talan eden, insanı umursamayan, enkaz altındaki madencileri birer sayıya indirgeyen zihniyetin, "sevgilinize bir yüzük alın özel hissettirin" sloganlarında somutlaşan tüketim çılgınlığını körüklemesinin nasıl bedellerle gerçekleştiğini görmemiz için de bir fırsattır.