Zor zamanlarda yaşarken, hiç gülecek halimiz yokken bu da sorulur mu, diyenler çıkabilir. Öyle ya çözüm sürecinin buzdolabına kaldırılmasından “Kürt sorunu yoktur” resmi ideolojisine gerilemişken. Çatışmalar sürerken. Her gün şehit cenazeleri karşılanır, toprağa verilirken. “Etkisiz hale getirilen teröristler” skor tabelası gibi sayılardan ibaret görülüp, toprağa verilip verilmediği bile sorgulanmazken. Ateş düşen ocakların acısını, yitip giden evladın üniformasıyla isimlendirme yıkıcı zalimliği hortlamışken. Ölü bedenlerden alınan hınç, kadın erkek öldürülen Kürtlerin çıplak bedenlerinin teşhiri zafer(!) olup sunulurken… Sürüp gittikçe bizi de içine çeken Suriye iç savaşı çok uluslu dünya harbine dönüşmüşken. Savaştan kaçan göçmenlere onurlu yaşam şartları sunmak bir yana göçmenler, diplomatik savaş silahına dönüştürülmüşken. Ekonomi alam verip cepleri yakmaya başlamışken. Eril şiddet, parlamentoda gece yarısı önergeleri verecek denli güçlenmiş ve sonrasında çocuk istismarı yasasına sessizce sızıvermişken. Yıllardır yolu gözlenen özgürlükçü anayasa, mini anayasa paketiyle sistem değişikliğine indirgenmişken. Kapalı kapılar ardında iki parti ve birkaç kişinin pazarlığıyla şekillenen değişiklik paketini, şapkadan çıkacak tavşanı beklercesine nefesimizi tutup gözlemekteyken. Cinayet gibi iş kazaları, yurt yangınları, trafik kazaları, erkek şiddeti savaşlara nispet hız kesmeden can almaya devam ederken.
Son günlerde birçok yazarın, farklı gazetelerde ve değişik açılardan toplumsal kutuplaşmayı, birlikte yaşayamaz hale gelişimizi işlemesiydi, mizahı aklıma getiren. Zor zamanlarda kitlelerin birbirine tutunup fırtınayı birlikte atlatışı, bilinen tarihi gerçeklerden… Benzer bir ihtiyaç doğdu belki. Uzun süren kutuplaşmanın yıpratıcılığından kurtulma arzusu belki farklı kesimlerden, farklı köşelerden benzer fikirlerin yayılması. Aynı gemide yol almaktan, gemideki birlikteliğin bedenlerden ibaret kaldığından ve korkularla ayrıştığımızdan söz edildi bu yazılarda. Korkuların ayrıştırdığı kitleleri yakınlaştıracak ortak hayallerden söz edildi. Ancak bir şeyden hiç söz edilmedi. Gülmekten. Aynı şeye birlikte gülebilmekten söz edilmedi. Gülmenin sıcaklığı ve inkar edilemez kaynaştırıcılığından…
Gülebildiğinden artık korkmaz oluşu insanın mühim. Yabanın tanış olmasını sağlayan mizahın asıl gücü elbet giydirilmiş sorunları çıplak gerçekler olarak sunabilmesinde. Misal, AKP iktidarının ilk döneminde kudretli generallerin her sözü bir siyasi kriz olup düşerdi gündemimize. Büyükanıt’ın “sözde değil özde” çıkışıyla ve karşılığında günlerce süren polemikle hop oturup hop kalkmıştık. Sözde değil özde geriliminden bizi kurtaran Cem Yılmaz olmuştu. Minicik bir espriyle sözün sahiplerini ve muhataplarını aynı şekilde güldürüşü, rahatlatmıştı toplumu.
Çatışma çözümü için de mizahın yardımı olacağı kuşkusuz. Kürtlerle Türklerin birlikte yaşama arzusu, ortak gelecek tahayyülü konuşulabilecekse ancak aynı şakalara birlikte gülebildikten sonra konuşulabilecek sanıyorum. Kürt ve Alevi sorunları gibi mevcut kutuplaşma iklimi de siyasi gerilimlerden kaynaklandığı için siyasi mizah, yüz kaslarımız gibi gevşetir önyargılarımızı ve yakınlaştırır. Şüphesiz ifade hürriyetinden eleştiriye tahammüle, yazar-çizerlere açılan tazminat davalarından hapisteki gazetecilere kadar bir dizi engel sıralanabilir, siyasi mizahın önünde. Hatta mevcut mizah dergilerinde zaten siyasi mizahın da yer aldığı dile getirilebilir. Ama televizyon başka… tabi iktidarın eleştiriye, mizaha, siyasi mizaha tahammül geliştirmesini sağlayacak yollar bulunursa…
28 Şubat süreci başlarken yayın hayatına veda eden Başbayan’lı yılları değil ama onun gibi etkili oyunları özlemeyen yoktur sanırım.