Fenerbahçe – Galatasaray derbisi oynanalı neredeyse bir hafta oldu ama tartışmalar her geçen gün, saat saat, dakika dakika büyüyor. En son MHK (Merkez Hakem Kurulu) düzenleyeceği basın toplantısını da iptal etti. Hakem Ali Palabıyık'ın derbide gösterdiği skandal, yönetim mevzusunun patlak vermesine neden oldu. VAR sistemi tartışılıyor. Zaten VAR sistemi uygulamaya alınmadan evvel, daha geçen sezondan tartışmaları başlamıştı. Fenerbahçe'nin İkinci Başkanı Semih Özsoy'un maçın hemen akabinde yaptığı açıklamalar ve ardından yaşananlar malum. Galatasaray yönetiminin sosyal medya üzerinden olsun, yönetici Abdürrahim Albayrak'ın ağzından olsun yaptığı açıklamalar, art arda gelen salvolar, bir haftadır televizyonlarda, köşe yazılarında ve gazetelerin manşetlerinde sürekli yazıldı, çizildi. Biz ise bu olaylar çemberinin dışına çıkalım bence ve resme başka bir yerden bakalım.
Süreci hayretle takip ederken aklıma bir anda Yavuz Turgul'un “Av Mevsimi” filmi geldi. Filmde Şener Şen'in canlandırdığı “Avcı” lakaplı cinayet masası dedektifi Ferman karakterinin replikleri bir anda kulaklarımda çınladı. Gözümde canlanan sahne şu şekilde:
Avcı Ferman "Baktığın yerden işin içinden çıkamıyorsun, çıkmaz sokak. Ne yapacağız?" diye sorar dinleyen genç polislere. İçlerinden biri, Hasan yanıt verir: "Yerimizi değiştiririz. Çıkmaz sokaktan çıkıp başka bir sokağa, önümüzü görebileceğimiz bir yola gireceğiz." der. Bunun üzerine Komiser Ferman, "Doğrudur, yani bakış açımızı değiştireceğiz" der sağ elinin işaret ve orta parmağı ile açı işareti yaparak.
Ben 35 yaşındayım, son 20 yılın 14'ü gazeteci olarak, oynanan tüm derbi maçlarının görgü tanığıyım. Bir hakem skandalının olmadığı, doğru düzgün organize edilmiş ve doğru düzgün yönetilmiş bir tane derbi maçı gelmiyor aklıma. Bilen veya hatırlayan varsa bana mail yoluyla veya Twitter üzerinden dönüş yapabilir. Mesele Fenerbahçe oyuncusu Hasan Ali Kaldırım'ın kırmızı kart mı sarı mı görmesi gerektiği değil. Galatasaray'ın yemiş olduğu golde faul olup olmaması da değil mesele. İşin içinde problem daha derinlerde. İddia ediyorum, tüm spor kamuoyu da zaten bu şekilde düşünüyordur. Gelelim artık işin özüne, soralım o tabu haline getirilmiş yasak soruyu.
Sizce Türk futboluna yabancı hakem uygulaması gelmeli mi? Bu soruyu ben 10 yıl evvel başka bir gazetedeki köşemde de sorup tartışmıştım. Şu anda bakıyorum gazeteci Serdar Ali Çelikler'in dışında kimse bu konuya değinmeye cesaret edemiyor. O yüzden sayın Çelikler'e ayrıca teşekkür ediyorum.
Fenerbahçe'nin Eljif Elmas'la bulduğu golün başlangıcında bir faul var. Hakem Ali Palabıyık, kulaklığında VAR hakemi Bülent Yıldırım'ın uyarısı olmasına rağmen VAR ekranına gidip pozisyonu kontrol etmedi. Daha doğrusu edemedi. Baskı deyin, korku deyin, ne derseniz deyin. İşin ilginç tarafı pozisyondan eminse neden kulaklıktan 1 dakika 56 saniye gibi uzun bir görüşme gerçekleştirdi? "Kısa kesin, verdim golü" deseydi, belki bugün basit şekilde hakemin kararı deyip, “hakem hatası” olarak kapanacaktı konu. Belki de hiç bu kadar tartışılmayacaktı. Keza maçın başka bir pozisyonunda prosedürü normal yürütmüştü denilebilir. Örneğin Hasan Ali'ye verdiği kırmızı kart öncesi oyuncuya sarı kart vermişti. VAR'dan gelen uyarı sonrası ekrana gidip kırmızı kart olarak değiştirdi kararını. Şimdi bunun üstünden neden geçiyoruz? Aslında vermiş olduğu doğru veya yanlış karar değil tartışmalara sebep olan şey. İşin asıl nedeni, prosedürü o anki duruma göre işletmesidir.
Biz gerçekten beceremiyoruz bu işleri. Bu artık kesinleşti. “Aman! Zaten bir adamlarını maçtan attık bir de golünü vermezsek ortalık yıkılır” kaygısıyla yürüyemez bu işler. Yanlış anlaşılmasın, bu Kadıköy'de Ülker Stadı'nda yaşandığı gibi, Vodafone Arena'da ve TT Arena'da da böyle yaşanıyor. Yani hakemlerin yaptığı maç yönetmek değil. Bunun adı bir bakıma “idare-i maslahat”tır. Örneğin Alman hakem Felix Brych olsa umurunda mı? “Düdüğümü astırırlar” diye bir korkusu olur mu? Ya da stattaki olağanüstü homurdanmalar, yuhalamalar? Bu tartışmalar İngiltere'de bile başlamış durumda. Kritik ve tansiyonu yüksek maçlarda yabancı hakem uygulaması gerektiği tartışılıyor şu günlerde. Neden olmasın? Çünkü o ülkenin yerli hakemi bir sonraki sabah gazetede, hakkında yazılacak olası eleştirileri bilmeyecek. Böylelikle o baskıyı hissetmeyecek, daha sağlıklı maç yönetebilecek.
Türkiye'de herhangi bir hakem düşünün. Büyük takımların maçlarını yönetirken kafasında bin türlü soru işaretiyle çıkıyor maçlara zaten. Çünkü Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Trabzon gibi takımların menfaatlerini zedeleyecek olası bir hatalı hakem kararı, hemen ortalığı yangın yerine çevirebiliyor. Geride bıraktığımız son derbiyi düşünün. Bir önceki akşam şampiyonluk yarışındaki en büyük aday Başakşehir, Beşiktaş deplasmanında üç puan kaybediyor, yarışta Başakşehir'i takip eden Galatasaray olarak 65 dakika 10 kişi oynayan Fenerbahçe'yi yenemiyorsun, öyle ya da böyle gol yiyorsun ve maç sonunda herkesi zan altında bırakacak tehlikeli suçlamalarda bulunuyorsun. Öyle ki konu Başakşehir takımına kadar sirayet ediyor.
Yönetici Abdürrahim Albayrak, Başakşehir'in şampiyon yapılmaya çalışıldığına dair aleni söylemlerde bulundu. Öyle ki bu hafta Başakşehir'in rakibi olacak Çaykur Rizespor'un en önemli oyuncularının cezalı duruma bilerek düşürüldüğünü iddia etti. Elinde belgelerin de olduğunu ama zamanı gelince açıklayacağını söyledi. Yani bu ne demek? “Bizi şampiyon yaparsanız bir şey olmaz. Ama olamazsak herkes gerçekleri bilmelidir” mi demek? Başakşehir, zaten başlı başına bir konu. Başka bir yazımızda bunu da ayrıca masaya yatırmamız gerekir. Ama sayın Albayrak gibi düşünen, daha doğrusu düşündürülen bir kesim olduğu da açık. Tam bir şehir efsanesi. Dört yıldır bu söylem var, dört yıldır bu komplo kuruluyor. Tamam da son dört sene içinde Başakşehir neden o zaman şampiyonlukları kıl payı kaçırıyor? Abdürrahim Albayrak'ın açıklamalarına karşılık Başakşehir FK Başkanı Göksel Gümüşdağ hemen meseleye istemeden dahil oldu. Bu işin yargıya net bir şekilde intikal edeceği ve meselenin öyle kolay kolay kapanmayacağı izlenimini de çok net edindik.
Bakın çok enteresan, hakem Ali Palabıyık'ın bir pozisyondaki tutumu olayların nerelere sirayet etmesine yol açtı. Aslında bence bunun Ali Palabıyık ile bir alakası yok. Hiçbir hakem ile de yok. Ama günah keçisi ilan edip bu meseleden yola çıkıp provokasyon yapılmasına neden oluyor. Yabancı hakem olursa bu mümkün olmayacak ki. Çünkü sosyal hafıza olmayacak herhangi bir yabancı hakemle ilgili. Sayın Albayrak veya herhangi bir yönetici nereden tanır Alman, İsveçli veya İtalyan hakemi? Ne tür bir önyargısı olabilir ki yöneticilerin veya futbol seyircisinin? Yabancı hakemlerin Türkiye'nin büyük kulüplerine veya camialarına ne gibi şirin gözükme veya eyyam yapma kaygısı olabilir ki?
Büyük kulüplerin yöneticileri, yerli hakemin yapacağı en ufak yanlışta hemen olaya el koyma gereksinimi duyuyorlar. Medya zaten bu işi pompalıyor. Hemen TFF, ardından MHK'ye yapılan çıkartmalarla gelecekteki maçların yönetimi konusunda hakemler baskıya alınıyor. Bir hakemin kariyeri bitirildi. Onlarca örnek sayabiliriz. En son 3-4 yıl evvel bir Galatasaray -Trabzonspor maçını yöneten Deniz Ateş Bitnel'in kariyerinin nasıl bitirildiğini bir düşünün hemen.
Türkiye'de yabancı sporcular, teknik direktörler, yardımcı antrenörler, doktorlar, fizyoterapistler var. Neden yabancı hakem olamaz? Hakem camiasında kanaat öncüleri pozisyonundaki eski hakemler bunun son derece kötü olacağı konusunda bir tutum gösteriyorlar. Dünyanın sonu olabilirmişcesine bir algı oluşturuyorlar. Spor camiasındaki bazı kanaat önderleri uzun yıllar milli takımın başına yabancı hocanın gelmemesi için de benzer bir politika uygulamışlardı. Bogdan Tanjevic, basketbol milli takımını dünya ikincisi yaptığında “Aslan Tanjevic” deyip, milli futbol takımının başında görev yapan Guus Hiddink'in gitmesi için seferberlik ilan etmişlerdi. Aynısı Lucescu'nun milli takım görev süresince de yaşanmıştı. Esasında bunlar çok tehlikeli söylemler. Kısmen “şovenizm” yapmaktır bu bir bakıma. Milli takımın başına Lucescu'nun veya Hiddink'in yanlış hoca tercihi olduğunu savunmak başka bir konudur, milli takımın başına katiyen yabancı bir teknik direktör olmamasını savunmak başka bir konudur.
Bu konuyu katlayıp, cebimize koyalım şimdilik. Peki dernek statüsünde yönetilen bu spor kulüpleri, milyonlarca Euro borç batağında sürünürken “sahiplik” sistemine geçildiğinde ne yaşanacak, ne tür tepkiler oluşacak? O zaman ne denilebilecek? O yüzden Av Mevsimi'nde Avcı Ferman'ın dediği gibi bakış açımızı değiştireceğiz. VAR sistemi normal şartlarda futbola getirilmiş muazzam bir çözüm. Ama baktık bu iş böyle olmayacak. Hakem camiasındaki verasetçi o kozmik gruba rağmen böyle bir çözüme gidilmesi, bir süre sonra şart olarak görülecek. Belki de zorunluluk...