2019 ya da öncesinde gerçekleşecek seçimlerde kimlerin kimlerle birlikte olduğu ve kimlerin kimlerle ayrıştığı sadece siyasal seçkinlerin ittifakları bağlamında değil, toplumsal düzeydeki ayrışma ve birleşmelerde de etkili olacak. Bu bağlamda, siyasi muhalefetin en etkili ismi olan ve anayasaya aykırı anayasa değişikliği ile rehin tutulan HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan çağrısı, Türkiye’nin geleceği bakımından kurucu bir önem taşımaktadır. Demirtaş, “Toplumun her kesimi temel demokrasi ilkelerinde yan yana gelmeye hazırken ve bunu meydanlarda bizzat yaparken, siyasi temsil noktasındaki aktörlerin bu konuda gereksiz kaygılarını anlamakta zorlanıyorum doğrusu” ifadeleri ile asıl olarak CHP’ye bir çağrı yöneltmişti. Çağrının sorusu açık: Türkiye Cumhuriyeti’nin kaderini kendi kaderine bağlayarak cumhurî kurumların içini boşaltan, TBMM’nin yasa yapma hakkını ve TBMM ile halkın anayasayı değiştirme gücünü gasp ederek cumhuriyet anayasasını OHAL KHK’leri ile askıya almış olan tek adam rejiminin partisi ile yan yana gelinirken HDP ile neden yan yana gelinmemektedir? Soruyu yalnızca CHP’ye yöneltmek yetmez. Sorunun teorik olarak asıl muhatabı Türkiye’nin geleceğini kurma iddiasını taşıyan “sol”un bütünüdür ve soru HDP ile yan yana gelmekle sınırlı değildir.
TÜRKİYE SİYASİ YELPAZESİNDEN FOTOĞRAFLAR
AKP ve MHP’nin oluşturduğu milliyetçi cephenin kimlerle birlikte olduğu, her gün ortaya serilen fotoğraflarla açıktır. Süleyman Soylu’nun Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesinin ülkenin başkentine gömülmesini engelleyen faşistle verdiği fotoğraftan Abdullah Gül’ün Hulusi Akar ile verdiği fotoğrafa, 90’lara mı dönüyoruzun 90’larının başkahramanı Tansu Çiller’in yeniden fotoğraf karelerine girmesinden Diyanetin yeni başkanının AKP Genel Başkanı ile verdiği fotoğrafa kadar bu cephenin görüntüsü kendi iddialarını doğrulamaktadır. Anayasayı ortadan kaldıran 21 Temmuz darbesinin ardından kadraja kendini ulusalcı olarak adlandıran payandalar da dâhil olmuştur. Perinçek’in başını çektiği bu güruh, başta laiklik ve cumhuriyetçilik olmak üzere Mustafa Kemal imgesinin içinde yer alan bütün cumhuriyetçi idealleri ortadan kaldıran AKP rejimini İslami Kemalizm olarak adlandırmaktadır. Bu güruhun Kemalizm diye tarif ettiği şey tekçi, ırkçı bir modernleşme algısıdır. Kemalizmin özünü Kürtlerin varlığının inkarı olarak gören bu güruh için İslami Kemalizm bir oksimoron olarak görülmez elbette. Ensar, TÜRGEV, AKP, MHP, Perinçek…
2019 öncesinde AKP’nin verdiği fotoğrafta, milliyetçi cephe içinde, kimlerin kimlerle birlikte olduğu işte bu minvaldir. Fotoğrafın vaadi emeğin ve doğanın sömürüsünü körüklemek, hukuk yerine höykürmeyi koymak, hak taleplerine karşı düşman hukuku uygulamaktır. Yazmaya elim varmıyor, ama gözlerimiz gördü, kulaklarımız duydu: son fotoğraf Ankara Gölbaşı’nda bir mezarlıkta çekilmiştir.
Geçmişin ve geleceğin o yorulmak bilmez tanrıçasının her gün kulağımıza fısıldayarak hatırlatacağı bu fotoğrafa karşı çıkmazsak hangi değeri kendimize ait kılıp savunabiliriz? Meral Akşener’in kuracağı milliyetçi muhafazakâr akımdan medet umarak mı? Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu’nun bir çıkış yapmasını bekleyerek mi? AKP’nin alternatifinin AKP olduğu aldatmacasını hiç mücadele ve müdahale etmeden kabul edip Karar Gazetesi okuduğumuzda rahat bir nefes alıp uzun bir iç geçirerek mi?
Türkiye’de siyasal ayrışma ve birleşmeler uzun zamandır ilk defa klasik sol ve sağ arasında saflaşmıştır. Bir yanda emeğin yarattığı değeri yutarak semiren, hepimize ait olanı sermaye guruplarına peşkeş çeken, pro-faşist grupları kullanarak ırkçılığı teşvik eden yukarıdaki fotoğraftaki sağ vardır. Diğer tarafta, sahi diğer taraf?
ESKİ KADRAJIN DIŞINA ATILANLAR
AKP’nin adım adım ördüğü İslamcı diktatörlüğün her noktasında kadrajda birileri olmuştu, evet. Bugün sosyalizmin güncel sorunları hakkında yazmaya başlayan Murat Belge kadrajın içinde miydi, çevresinde mi, çevresinin çevresinde mi? Cezaevinde ilham verici bir savunma yapan Ahmet Altan, Erdoğan Ergenekon savcısıyken fotoğrafın hangi başında duruyordu? Taraf operasyonel bir aygıtken kimlerle birlikteydi? Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığını akıl ve hukuk almaz bir hukuk kavrayışı ile engellemeye çalışan ulusalcılar fotoğrafın çerçevesini nasıl da parlatıverdiler? Yetmez ama evet, herkes için yetmedi mi?
Yetti. AKP’nin kurumsallaştırdığı dikta rejiminin karşısında sürekli bunları mı geveleyeceğiz? Yoksa solun eğilip bükülmeyen gerçek değerlerini yeni bir ülke imgesi yaratmak için tahkim etmeye mi çalışacağız? İmtiyazlı bir azınlığın, Ayşe Çavdar’ın müthiş yazısına atıfla, mülk edindiği enkazı ortadan kaldırıp yeni bir toplumsal düzen mi inşa edeceğiz yoksa bu enkazın içinde bir gün daha nefes almak için bekleyip birbirimize mi söveceğiz?
YENİ BİR SİYASAL FOTOĞRAF OLUŞTURMAK
Ayrışma açıktır. Bir yanda siyasal özgürlükler, sınırlı hükümet, eşit yurttaşlık, laiklik ve sosyal adalet ilkelerinde birleşen geniş yelpazede tanımlı bir sol vardır. Siyasal bir barışı sağlayabilecek, sürekli ateş üstünde tutulan bir gerginliğin fitilini yok edebilecek bir toplumsal uzlaşma ancak bu genişlikte tanımlanmış bir “sol”da mümkün olabilir. Diğer yanda ise devletin kendisini temellük eden, olabildiğince sığ bir düşünce evreninde, olabildiğince derin ve karanlık bir gayri yasallıkta iş gören; doğa ve emek düşmanlığını her adımında milyonlar aktardığı havuzuyla besleyen açık bir hanedan-sınıf örgütü vardır. Bu örgüt kendi sürekliliğini sağlamak için her ateşi yakabilir, her canı yakabilir durumdadır. Raconun işlediği başka dünyalarda olduğu gibi.
Yeni oluşturulacak fotoğrafın kadrajı bu ancak bu ayrışma bağlamında belirlenebilir, meğerki fotoğraf gerçekten yeni olacaksa. Meral Akşener’in partisine katılması insanların aklına gelebilen İlhan Kesici’nin adını cumhurbaşkanı olarak geçirebilen CHP’nin, düşmanı CHP imiş gibi AKP’yi bırakıp ona saldıran liberallerin, düşmanı liberallermiş gibi “ama yetmez ama evet diyerek AKP’ye payanda oldular” diyen sosyalistlerin, fırsatını buldukça dar grupçu eleştirilere savrulan HDP’nin, demokratik bir cumhuriyet arzularken tereddütlere gark olan Kemalistlerin, barış akademisyenleri olmasa dertsiz tasasız emekçileri savunuyorduk diyen kürsü Marksistlerinin, sınıfın siyasetini bir türlü hegemonik kılamayan Althussercilerin… Demirtaş’ın başta atıf yapılan yazısında vurguladığı gibi kaygılarını bir tarafa itip demokratik bir siyasal topluluğu kurucu perspektifle tahayyül etmeleri gerekir. Bu perspektif ise gerçek anlamda her demokratik kurucu güçte olduğu gibi soldadır.