Yazıklar olsun, yazıklar
olsun
Kaderin böylesine, yazıklar olsun
Her şey karanlık, nerde insanlık
Kula kulluk edene yazıklar olsun.
Artık bir pikabım olmadığı için, eski 45’liklerimi çalamıyorum.
Hoş, bir pikap bulsam bile plağın çalışır durumda olduğunu da hiç
sanmıyorum; yine de Orhan Gencebay’ın bu 45’liğini hatıra
kabilinden saklar dururum yıllardır. Bir yüzü “Batsın Bu
Dünya” diğer yüzünde “Sevmenin Zamanı Yok” şarkıları
yer alır. Arabesk müziği oldum olası sevemedim ama benim de sözü,
müziği hâlâ zihnime yer etmiş olan, toplasanız beş-on parçalık bir
“arabesk hit” listem vardır ve Batsın Bu Dünya da o
listede yer alır.
Plak 1975 yılında Kervan Plakçılık tarafından yayınlanmış. Aynı
yıl Orhan Gencebay ve Müjde Ar aynı adla bir film çevirmişler;
Osman F. Seden yönetmiş. (Generation-Z İçin Özel Not:
Eskiden klip diye bir şey yoktu. Bir plak/kaset çıkınca aynı adla
uydur kaydır bir film çekilir yeni kasetteki tüm şarkılar bu
vesileyle bu filmde okunurlardı.)
2012 yılı Ekim’inde Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü
ile Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA)
desteğiyle toplanan İstanbul Küresel Forumu’nda
Adalet, Sanat ve Medya oturumuna konuşmacı olarak katılan
Gencebay, bu etkinlikte Batsın Bu Dünya şarkısını yazıp
besteleme sürecinden bahseder: “Öyle bir ortamımız vardı ki o
dönemlerde [şarkının yazıldığı 1975 yılı kastedilmekte]. Günde
40-50 kişi ölüyor, yaralanıyor ve mağdur oluyordu. Böyle bir
ortamda dayanamadım, ’Batsın bu dünya’ bestesini yaptım.
Bu, ülkemin ağıtıdır. Tarih boyunca her zaman öyle şeyler yaşanmış
ki, her zaman adalet aranmış. Bir şeyler eksik veya yanlış olmuş.
Maalesef bazı insanlar ve ülkeler yalnız kendi refahları
için başka ülkelerin haklarını gasp etmek istemişler. Bunu yaparken
insanlığın temel prensipleri olan iyilik,
doğruluk, güzellik, barış ve paylaşmayı hiç
önemsememişler. Sadece kendi refahını
düşünmüşler. Sanat ise iyiliği, doğruluğu, güzelliği
insana hitap eden ve yaradanın yaratmış olduğu tüm güzellikleri
korumaya yönelik söylemlerdedir.”
Gencebay’ın sözleri o tarihlerde yayınlanan
Posta gazetesinde “'Batsın bu dünya' ülkemin
ağıtıdır” başlığıyla haber olur.
BATSIN BU DÜNYA
Ben ne yaptım, kader
sana
Mahkûm ettin, beni bana
Her nefeste, bin sitem var
Şikâyetim yaradana.
14 Ekim 2022 tarihinde Türkiye Taşkömürü Kurumu Amasra Müessese
Müdürlüğü'ne bağlı maden ocağında bir
“iş-cinayeti” işlenir; o anda yeraltında kazma
sallamakta olan 110 emekçiden 41’i “öldürülür.”
Kaza sonrasında Bartın’da konuşan Cumhurbaşkanı “Birileri bununla dalgasını
geçebilir ama önemli değil, biz kader planına inanmış insanlarız.
Kader planına da inandığımız için bunun ne dünü ne bugünü ne yarını
hiçbir zaman, ne yapmayacaktır, olmayacaktır. Bunlar her zaman
olacaktır. Bunu da bilmemiz lazım.” şeklinde bir açıklama
yapar.
13 Mayıs 2014’te 301 işçinin “öldürüldüğü” Soma Faciası’nı da
"fıtrat" olarak tanımlayan ve o tarihlerdeki
açıklamalarında Soma ile ilgili olarak “Bunlar olağan şeylerdir.
Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında
fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey yok” diye
açıklama yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Amasra’daki facia için de
“kader planı” ifadesini
kullanması, hatta bunlar her zaman olabilir demesi onun söylemi
çerçevesinde oldukça “tutarlı” bir açıklama olarak
değerlendirilebilir. Maden kazaları konusunda Erdoğan
gerçekten “tutarlı”; nitekim Zonguldak’ın Kilimli
beldesindeki Türkiye Taşkömürü Kurumu Karadon işletmesinde 2010
yılında meydana gelen ve 30 kişinin “öldürüldüğü” grizu
patlamasından sonra da “Bu mesleğin, kaderinde maalesef var. Bu
mesleğe giren kardeşlerim de, bu mesleğe girerken içerisinde bu tür
şeylerin olacağını bilerek giriyorlar.” demişti.
Erdoğan bu konuda sadece “tutarlı” değil söyleminde
“ısrarcı” da. Soma’da yaşananın bir
“fıtrat/kader” değil bir “cinayet” olduğunu
haykıran madenci Erdal Kocabıyık’ı tekmeleyerek cezalandıran
dönemin Özel Kalem Müdür Yardımcısı Yusuf Yerkel’i de daha sonra
(2022) Frankfurt Başkonsolosluğu’na ticari ateşe olarak tayin
ederek ödüllendirmekte bile bir beis görmedi.
Ne Erdoğan’ın söyleminin “tutarlı” olması, ne de bu
tutarlılıkta “ısrarcı” olması ne yazık ki, onun
“haklı” olduğu anlamına da gelmiyor. Mehmet Akif
Ersoy’a şöyle bir kulak kabartmak bile, Erdoğan’ın haksız olduğunu,
bir “iş-cinayeti”ne kader boyası sürmeye çalıştığını
ayan beyan ortaya serecektir. Nazım’ın da “inanmış adam, büyük
şair” diye andığı Ersoy der ki, “Vâiz Kürsüde”sinde "Kadermiş! Öyle
mi? Hâşâ, bu söz değil doğru: Belânı istedin, Allah da verdi...
Doğrusu bu. Talep nasılsa, tabîî, netîce öyle çıkar, Meşiyyetin
sana zulmetmek ihtimâli mi var? 'Çalış!' dedikçe Şeriat,
çalışmadın, durdun, Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun! Sonunda
bir de 'Tevekkül' sokuşturup araya, Zavallı dîni çevirdin onunla
maskaraya!”
KULA KULLUK EDENE YAZIKLAR OLSUN
Şaşıran sen mi yoksa ben miyim
bilemedim
Öyle bir dert verdin ki, kendime gelemedim
Çıkmaz bir sokaktayım, yolumu bulamadım
Amasra’da (Bartın) o gün o saate olan bitene bir
“iş-cinayeti” mi demeli, yoksa “kaza” ya da
“Uydum hazır olan imama!” deyip The Reis’i takiben “kader”
mi?
Kaza kelimesi hükmetmek, emretmek, yerine getirmek
anlamındadır. Köken itibariyle ilâhî hükmün (kader) tecelli etmesi,
kaderin hükmü, tanrısal yargı anlamında da kaza kelimesi
kullanılır. Ancak günlük dilde kullandığımız ile İslâmî
terminolojideki anlamları pek üst üste oturmaz. Kelime günlük dilde
“Kimsenin kastı olmadan ortaya çıkan, zarara veya can kaybına sebep
olabilen hâdise” anlamına sahiptir. Etimoloji sözlükleri geç-14. yy
Latincesinde kazanın (accidentem) tesadüfen, kötü talih eseri
cereyan eden olay anlamında kullanıldığını yazmakta. Daha somut
olarak “önceden kestirilemeyen, önlenemeyen” durumlar için
“kaza” lafını kullandığımızı not edeyim. “Kaza”
gerçek anlamda önceden kestirilemeyen, düşünülemeyen,
planlanamayan… bir olayın neticesi ise ona “kader”
diyebilir miyiz? Deriz, niye demeyelim. Lakin, ya gerçekleşen olay
hiç de önceden kestirilemeyen, planlanamayan, önceden düşünülmesi
ve önlem alınması mümkün olmayan bir olay değilse?
İşte o zaman o olaya “kaza” ya da “kader”
demekle bir “cinayetin üzerini örtmek” arasındaki fark da
muğlaklaşır. Çünkü ortada planlanması, düşünülmesi
“imkânsız” bir olay yoktur. Alınması gerektiği halde
alınmayan tedbirler varsa, ihmal varsa, daha fazla kâr etmek için
insan hayatını umursamazlık varsa ya da Sayıştay TTK 2019 Yılı
Denetim Raporu'nda, Amasra Müessese Müdürlüğü’ne bağlı madende
patlamanın yaşandığı derinlikte ani gaz degajı ve grizu patlama
riskinin arttığı konusunda bir uyarı varsa artık bir
“kaza” değil, bir “cinayet” vardır; olsa olsa bir
cinayete “ilâhî bir kılıf” uydurulmaya çalışılıyordur.
Erdoğan’ın “kader” dediğine Ersoy “maskaralık”
diyordu. Son söz Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın yine bir maden ocağı
cinayeti sonrasında yazdığı Zonguldak Ağıdı şiirinin olsun.
Maden cinayetleri kader değildir; çünkü:
Zonguldak ölü iki gecede gecede diri bir,
Zonguldak bir Türkiye, bir aç Türkiye değil midir?
Tanrı yeryüzünündür, bir pay düşmez sana,
Sen yer altındasın, Tanrısızsın, anlasana.