Sene 1955, tam da bugündü.
İktidarda Demokrat Parti vardı.
Tek Parti’den çok partili sisteme geçen CHP gizli “askeri
üsler” teklifiyle birlikte 11 Mayıs 1950’de
NATO’ya üyelik başvurusu yapmıştı.
ABD, Türkiye’deki genel seçimlerin öncesindeki bu CHP iktidarı
teklifini reddetti.
Neden reddetmişti?
CHP’ye mi güvenmiyordu? Seçim sonuçlarını farklı mı bekliyordu?
Üç gün sonra genel seçimler Türkiye’de iktidarı değiştirdi. Tek
Parti CHP’den ayrılanların kurmuş olduğu Demokrat Parti iktidara
geldi. Hem de “NATO üyeliği” de vaat eden bir seçim
programıyla.
Haziran sonlarında Kore Savaşı patladı.
Bir tarafta Sovyetler ve Çin destekli “komünist” Koreliler.
Bir tarafta ABD ve NATO (hatta Birleşmiş Milletler) destekli
“kapitalist” Koreliler.
2022’de de Kuzey-Güney sürüp giden o bölünmüşlük işte.
Savaş başlar başlamaz ABD birlikleri yola çıktı. ABD
birlikleri yola çıkar çıkmaz DP Hükümeti, hemen Kore’ye asker
göndermeye soyundu.
ABD “Savaşa giren NATO’ya da girer” deyince,
Türkiye’nin asker kafileleri İskenderun’dan yola çıkmaya
başladı.
Kore Savaşı’nda tabip subay olan dayımdan da dinleyecektim sonraki
günleri.
“Koreliler”in, yani Güney Korelilerin vefasını kazanan o hızlı
karar, Türkiye’nin tarihini ve kaderini de değiştirecekti.
Çok sayıda kayıp verildi.
Bir buçuk yıl sonra NATO üyeliği o “şehitler”in ABD için de
akmış kanıyla alındı!
Sonrası zaten “Soğuk Savaş”ın sıcak
Türkiye’si.
Kendi içinde “komünist avı”na çıkan, “Barış” diyeni bile
tutuklayan, CIA’nın, İngiliz gizli servisinin cirit attığı…
Hem DP iktidarının destekçisi hem de bir gün onun da sonunu
getirecek faaliyetler!
9 Mart neydi peki?
9 Mart 1955’de Erzurum’da iki kişi idam
edildi.
İvan Adamidi ve Nikolai Antonov.
1953 Eylül ayında Türkiye’ye girmişlerdi. Tam da Türkiye’nin ABD ve
İngiltere’ye “Sovyet casusları”ndan yakınıp istihbarat desteği
istediği günlerde.
Bir ay sonra da, üç yıl önce tutuklanan ve TKP
bağlantısıyla 1948’de askeri sırları Sovyetler’e sızdırdığı iddia
edilerek Hayati Karaşahin idam edilecekti.
O günler, bugün Ukrayna’ya tehditlerde olduğu gibi, bu kez
Sovyetler’in Türkiye’yi “Topraklarını yabancı kuvvetlere
kullandırttığı için” kınadığı, nazikçe ya da açıkça uyardığı
günlerdi ama bir özür de dileyerek:
“Stalin maalesef Türkiye’yi tehdit ederek büyük yanlış
yapmıştı.”
İlginç olan, bu “sitemler”i de özrü de dile getiren Dışişleri
Bakanı Molotov’un da, Stalin’in en has adamı olarak Hitler ile
anlaşmayı yapan, Finlandiya işgalini, hatta 2. Dünya Savaşı’nı
kısmen hazırlayan olmasıydı. Karısının sürgüne gönderilmesine bile
katlanarak.
Sovyet Devrimi’nden hemen sonra İç Savaş sırasında Ukrayna Komünist
Partisi Genel Sekreteri olan şahıs!
47 yaşındaki Hayati Karaşahin’in şahsında, delil sayılan
sıradan bir askeri strateji kitabında, boynuna geçen ipte, cebinden
çıkan 3 lirada aslında Türkiye’nin kaderi de kederi de
yazılacaktı.
Onu idama gönderen Menderes de bilemezdi, birkaç yıl sonra
idama dair olacakları!
Cenaze masrafı çıksın diye, memur Hayati’nin ağzındaki
altın dişin sökülmesini istediği söylenir.
Dönemin Akis dergisi ise, idamı meşru
göstermek için şöyle yazmıştı:
“Hayati Karaşahin, eski bir Bahriyeli idi. Ordudan ihraç edilmişti.
Çeşitli işlerde bulunmuştu, kendisine edindiği son iş casusluk idi.
Ankara’da Sovyet Elçiliği duvarlarından bazı askerî bilgileri
içeren kitapları atarken polis yakalamıştı. Tetkikler ve takibat bu
işi ne zamandır yaptığını gösteriyordu. Son defa attığı mektupla
sefaretle irtibatı olduğunu ortaya koyuyor, ‘şunları şunları da
atacağım’ diye izahat veriyordu. ‘Şunları, şunları’ sefaret
duvarından atamadı, yakalandı.”
Rahmetli Metin Toker o idamı şöyle
aktarmıştı:
“Cellât işin acemisi idi, bir çingene gelmemişti, ‘Ben hayatımda
tavuk bile boğazlamadım’ diyerek talebi reddetmişti. Sadi adında
bir hademe 150 lira karşılığında Hayati Karaşahin’i ipe geçirmeği
kabul etmişti.
Fakat ip yukarıda, Karaşahin aşağıda kalmıştı, ‘Bana bir iskemle
verin de rahat olsun’ dedi…
…bir buçuk dakika sonra muayene ettiler ölmüştü. Üzerine infaz
yaftasını astılar, ‘Vatana ihanet suçundan…”
Rahmetli Kurthan Fişek Hoca ülkenin boynuna
geçen idam zincirini şöyle hatırlıyordu:
“Hayati Karaşahin'in Ankara Samanpazarı'nda asılışını gördüydüm.
Ankara Ulucanlar'da Talat Aydemir'in çekilişini gören iki
gazeteciden biriydim. Menderes-Polatkan-Zorlu'nun ipe gidişini
gazeteci olarak izlemiştim. Deniz-Yusuf-Hüseyin asılırken,
iktidardakiler zil takıp oynuyordu, ben hapisteydim... Asker
emeklisi, çağdaş ressam Kenan Evren döneminde de epeyce asılan
oldu, ben üniversiteden kovulup ucuz kurtulmuştum.”
Sonra…
Soğuk Savaş da (ara sıcakları da) aslında
bitmedi.
Rusya, Ukrayna, ABD, NATO, Koreler bugünkü kuşaklara da
kaldı.
İncirlik’te NATO denen ABD nükleer başlıkları
kaldı.
İnsansız Hava Aracı havada uçarken bile, İncirlik hep
pusuda kaldı.
Sonra, sehpa da kaldı. Delil önemsiz kaldı. İlmek
boyundan boyuna, oyundan oyuna koştu.
Sonra, idam kalktı ama boynumuzda, aklımızda, kalbimizde,
kaderimizde izleri kaldı, zihniyet kaldı, nefret kaldı, yok etme
histerisi kaldı.
Bazen kalbinizin kaderi vardır…
Kederi vardır bazen kalbinizin.
Ülkeler de öyle:
Kaderine yol aldıkça kederini de yanında taşıyıp
durur.
Coğrafya kaderdir dense de, esasen tarihtir o.