Kadıköy nasıl mahvoldu?

Acıbadem, Koşuyolu, Zühtüpaşa, Feneryolu, Göztepe, Caddebostan, Erenköy, Suadiye, Bostancı, Kozyatağı.... Kadıköy'ün 'demirbaş' mahallelerinin hemen tamamı ya koruluklarla ya da oldukça büyük bahçeli köşkler, yemyeşil arsalar içindeki müstakil evler ile kaplıydı...

Abone ol

Okay Deprem   

Eşsiz güzellikleri ve benzersizliklerinin önemli kısmı tarihe karışan İstanbul’un demirbaş ilçelerinden, binlerce yıl öncesinin nam-ı değer Kalkedon’u, efsanevi “Körler Ülkesi” son birkaç yıldır, tarihinde olmadığı kadar inşaat terörü, yapılaşma kirliliği ve betonlaşma cenderesinin altında ufalanıyor, eziliyor ve adeta tamamen yok oluşa terk ediliyor. Ataşehir bölgesi siyasi alavere-dalavere ile ilçeden ayrılmadan evvel Türkiye’nin en büyük ilçesi unvanını uzun süre koruyan Kadıköy aslında; 'vilayet'in doğası, mimari mirası 1950’lerden beri adım adım katledilen 'kaza'larının önde geleni oldu hep. Boğaz üzerinde yer alan Sarıyer ve Beykoz gibi büyük ve gür ormanlarla kaplı değilse de, enfes bir Boğaziçi peyzajına sahip olmasa da, tabiat bakımından şehrin Marmara Denizi üzerinde yer alan ilçeleri arasında en özeliydi Kadıköy. Dengesiz, aşırı ve çirkin imar tercihleri sonucu bugünkü işin içinden çıkılmaz görünümüne gelmesi sürecinde Kadıköy’ü, pek çok ilçeden ayıran temel özellik; yağma ve rantın devlet ve hükümetler eliyle değil de, daha çok Kadıköylülerin, bölgenin yerli nüfusunun bizzat kendi rıza ve bilinçli tercihleriyle gerçekleşmiş olmasıydı.

ÇEVRESİ KORUNDU AMA...

Kadıköy'de geçmişin ve doğanın yok edilmesi tarihçesinde ilçeyi esas olarak ikiye ayırmak gerekir. Moda, Caferağa, Osmanağa, Yeldeğirmeni ve Hasanpaşa gibi tarihi merkezin mahalleleri ile, bunların dışında yer alan ve nüfusun da ağırlıklı olarak yaşadığı konut semtleri. Ahşap, kâgir ve taş malzemeli bitişik nizam evlerin azımsanmayacak bir kısmı yakılıp yıkılmış dahi olsa; kentsel siluet, yerleşim yapısı ve genel imar planı itibariyle tarihi mahalleler az çok umumi karakterlerini korumuşlardı. Esas ve topyekûn değişim ise kenar-çevre semtlerde yaşandı ve yaşanıyor. 1960 ve özellikle 70’lere kadar çok seyrek iskânın olması sonucu, batı-doğu yönünde Zühtüpaşa’dan Bostancı’ya, güzey-kuzey istikametinde ise denizden Merdivenköy ve Sahrayıcedit’e kadar olan devasa bölgenin son derece bakir tabii yapısı muhafaza edilebilmişti. Uçsuz bucaksız sahil şeridi, sayısız doğal plaj, büyük korular, meyve bahçeleri ve harikulade köşk, konak ve malikâneler ile kaplı onlarca kilometrekarelik bu alanda ilk ciddi değişim 1960’larda ve asıl olarak 70’lerde meydana gelmeye başlayacaktı.

ESKİ EVİ 'MÜTEAHHİT'E VERME DÖNEMİ

Müteahhitler eliyle Kadıköy’ün çevre semtlerinin parsellenip yağmalanması, böylelikle ilçenin geniş çeperinin çehresinin değişim öyküsünün miladı 1950’li yıllardır. O zamanlara değin, Acıbadem, Koşuyolu, Zühtüpaşa, Feneryolu, Fenerbahçe, Göztepe, Caddebostan, Erenköy, Suadiye, Bostancı, Kozyatağı ve Sahrayıcedit gibi demirbaş mahalleleri hemen hemen tamamı ya koruluklarla ya da oldukça büyük bahçeli köşkler, yemyeşil arsalar içindeki müstakil evler ile kaplıydı. Adeta cennetten bir köşe görünümündeki bu muhitlerin görüntüsünün bozulmasına neden olacak bir nüfus baskısından hemen hemen eser yoktu. Ne var ki modern hayatın yavaş yavaş yaygınlaşmasıyla; köhne, kararmış eski ahşap evlerde daha fazla barınamaz olan tarihi yarımadanın Türk kökenli nüfusunun şehir içi göçünün ilk durağı Kadıköy olacaktı. Aynı sıralarda bir başka sosyolojik değişim daha yaşanıyordu.

Arazi rantı, bedava-havadan para, spekülatif kazanç gibi kavramlarla ilk tanışan kuşak, şehrin ve doğanın korunmasında çok farklı kültür ve değerleri temsil eden ebeveyn ve dedelerinden taşınmaz mülklerinin tasarruf inisiyatifini aldıkça; öncelikle 50’lerde ailelerinin köşk ve tek veya iki katlı müstakil taş evlerini, 'müteahhit' denilen fırsatçı takıma vererek, aynı ufak evlerin yıkılması suretiyle yerlerinde ve bulundukları arazide seyrek aralıklı 2-3 katlı ve daha hacimli betonarme binaların inşa edilmesine yol açtılar. Bu sayede; daha ziyade Rum, Ermeni ve Levanten nüfusun ağırlıklı olarak ikamet ettiği Pera, Şişli ve çevresinin pahalı olması ve her şeye karşın yeterince geniş ve ferah yeni tipteki hayata imkân vermemesinden dolayı, dünün sur içi ahalisi bünyesinden Kadıköy’e yerleşmeye soyunan on binlerce kişi bu ilk dönem beton konutlarda “medeni hayat”larına adım attılar.

SONUN BAŞLANGICI: KAT MÜLKİYETİ KANUNU

Kadıköy’ün resmi ölüm fermanı anlamına gelen ve ilçenin baştan aşağı parselizasyonunun önünü açan 1965’teki Kat Mülkiyeti Kanunu’nun çıkarılmasıyla konut tipinde ve bayındırlıktaki üçüncü dönem resmen başlamış oldu. Bu tarihten itibaren, yağma ve işgal iki boyutlu sürmeye devam etti. İlk dönem betonarme evlerin arsalarının mülkiyetini halen ellerinde bulunduran eski sahipleri veya iskâna açılan arsaların yeni sahipleri, öncekilerin yıkılıp yerlerine 3-4 katlı ilk nesil apartmanların yükselmesine yeşil ışık yaktılar. Ne de olsa yeni yapılacak binalardaki daire sayısı (10 ile 15 arasında) katlanacak, artık belirli bir sermaye birikimi edinmeye başlayan müteahhit sürüsünün nakit parasıyla bir anda, düne kadar tahayyül dahi edemeyecekleri bir sıcak paraya konacaklardı. Kendileri görünüşte ve teorik olarak vakt-i zamanın varsılları arasında sayılsalar da, gerek eski dönem evlerinin gerekse de üzerinde yer aldıkları arsaların değişim değeri neredeyse olmadığından, nakit-sıcak para anlamında zengin sayılmazlardı. Yoksul ve geri kalmış bir ülkenin şartlarında; çalıştıkları işlerden aldıkları mütevazı maaşlar veya düşük dükkân-ev kirası gelirleri, onlara ne çocuklarını iyi okullarda okutabilme, araba sahibi olma, ne üst seviyede satın alma gücüne ulaşmaya, ne de doğru dürüst seyahat etmelerine olanak veriyordu. Böylelikle, eski Kadıköylülerin çocukları, “maddi hayallerinin, yaşamsal beklenti ve ümitlerinin” en azından belli bir kısmını; daha fazla çalışarak veya mesleki bilgilerini, eğitimlerini daha yaratıcı şekilde kullanarak değil de; dede yadigârı tarihi evlerini, asırlık ağaçlar ile enva-i çeşit çiçek ve meyvelerle dolu bahçelerini, kısacası bir bütün olarak geçmişlerini ve tüm maddi değer ve kalıtlarını toptan satışa çıkartarak, yakıp yıktırarak, tam anlamıyla “peşkeş çektirerek” ulaşmayı deneyeceklerdi.

İLÇENİN CENAZE NAMAZI...

'Kadının köyü' için bir sonraki darbe, 1972’deki kent imar planında 3 olan kat sınırlamasının kaldırılarak çok katlı yapılaşmaya izin verilmesiyle ve hemen sonraki yıllarda ilk ucube köprü ve çevre yolunun devreye girip bu yakaya göçü tetiklemesiyle oldu. Bunu takip eden 70’lerin ortaları ve ikinci yarısında önce 5 ile 10, seksenlerde ise 10 ile 15 kat arasında ve her katı çok daireli kocaman apartmanlar mantar gibi baş göstermeye başladı. Bunların bir bölümü, geride kalan boş arsalara kondurularak, halen dokunulmamış son koru arazilerinin ortadan kaldırılmasıyla, diğer bölümü ise 3-4 katlı evlerin de imha edilmesi yoluyla bina edilebildi. Dönüşümün bugün de süren nihai kulvarında; arsa ve binaların yeni sahiplerinin önemli ölçüde değişmiş olması; Kadıköy’ün kimliği, geçmişi, geleneği ve değerleriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan tebaa üzerinden sürecin çok daha kolay yürütülmesini sağlıyor…