Kadın cinayetlerini, kadına yönelik şiddeti İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye bağlayanlar, kadın cinayetlerini rakama indirgeyip, oracıkta öylece çözümsüz bırakanlardır. Yalnızca çözümsüz bırakanlar değil, şiddet faillerine cesaret verenler ve şiddeti artıranlardır.
İstanbul Sözleşmesi ile kadın cinayetlerinin ilişkilendirilmesi zaten fazlasıyla komik. Hepimizin aklına gelmiştir; acaba katiller Sözleşme’ye kininden dolayı mı cinayet işlemeye karar veriyordu? Veya Sözleşme’nin kaldırılmasına sevinip şiddet uygulamaktan mı vazgeçti? Katiyen arasında neden-sonuç ilişkisi kuramayacağımız bir durumu “İşte yalanlar!” diyerek halka lanse ettiler yine. Hiçbir şey yapmadıkları halde kadına yönelik şiddeti önlüyoruz, bakın 9 kadın cinayeti azaldı, bakın genelgeler çıkarıyoruz, bakın 6284 Sayılı Yasa’yı kaldırmıyoruz gibi algılarla haklı öfkeyi bastırmaya ve kendi “aileerkil” seçmenlerini konsolide etmeye çalışıyorlar. Bu esnada elbette kadının özgürleşmesini ve eşit haklara sahip olmasını istemeyen siyasi partilerle de el sıkışıyorlar. Özetle, kadınların hayatını siyasi emellerine alet ediyorlar.
Oysa, her biri insan yaşamı… En az kendileri kadar “can”.
Kadın cinayetlerinin gerçekten azalıp azalmadığı da bana göre muamma. Çünkü biliyorsunuz, “kadın cinayeti” kavramı üzerinde dahi hemfikir değiliz siyasi iktidarla. Bizler kadın cinayetini, “kadın” olması dolayısıyla ayrımcılık neticesinde öldürülme olarak ele alıyoruz. Acaba iktidar yalnızca “aile”den dolayı vakaları mı kadın cinayeti olarak ele alıyor? Bunların hepsinin açıklığa kavuşturulması lazım. Bunun için de açıkladıkları cinayet rakamlarının detayını vermek durumundalar: Öldürülen kim? Hangi şehirde öldürülmüş? Kim tarafından öldürülmüş? Hangi sebeple öldürülmüş? En azından bunların tek tek açıklanması gerekir. Ayrıca, ne şekilde öldürülmüş, kaç yaşındayken öldürülmüş, çocukları var mıymış gibi birçok unsur da var veri kaydı yapılması gereken ama o bile lüks kalıyor şu andan.
Bu devlet, yıllarca söylememize rağmen veri tutmadı kadına yönelik şiddet konusunda. Oysa, İstanbul Sözleşmesi de kamuyu bilgilendirme gereği iç hukukumuz da veri tutma ve kamuyu bilgilendirme yükümlülüğü yükler devlete. Ama şimdi tutasıları geldi. Acaba neden? Bu ikiyüzlülük değil mi açıkça?
Kaldı ki; “şüpheli ölümler” diye bir kavram da var artık. Yani, kadın cinayeti mi değil mi, tespite muhtaç olan vakalar. Şüpheli ölümlerin arttığı apaçık bir gerçek. Çünkü faillere kendilerini savunmayı öğrettiniz iktidarınız boyunca. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre 2020 yılında 170 şüpheli ölüm vakası vardı. Devlet niçin bu istatistiği tutmuyor mesela? Siyasi iktidar, algı yapamaz çünkü o zaman.
Diyelim ki gerçekten de 9 kadın daha az öldürüldü. Yani? Şiddet mi bitti? Ne yapıyorsunuz önleyici tedbir olarak? İstanbul Sözleşmesi’ni mi kaldırıyorsunuz? 6284 Sayılı Yasa’nın uygulamasını daha da berbat hale mi getiriyorsunuz? Bir de üzerine polis teşkilatına “İftiraların karşısındayız!” tweet'i atmaları talimatını vererek kadınları daha da güvensiz mi hissettiriyorsunuz? Ne yapıyorsunuz?
Mesela, koruma altındaki çocukları ifşa eden, insanlar istismar edilen çocuklar için ağlarken Ensar Vakfı’nın kaçak yurt yapmadığını canla başla savunan, adeta trollvari tweetleri olan bir Aile Bakanı mı atıyorsunuz? Ne yapıyorsunuz?
Halkın karnı tok artık algılara. Çünkü halkın hem karnı aç hem de patır patır ölüyor halk. Şiddet dahil, siyasi iktidarın harladığı, beceremediği, üretemediği birçok sebepten dolayı ölüyor. Halk da kadınlar da artık yaşamak istiyor, cesetlerinin sayılmasını değil.