Kadın dediğin…

Ortalama algıya ve muhafazakar damara hitap edebilmek için hemcinslerine saldırmak türü yancılık, yaygın bir arıza. Tüm bunların özellikle ergenlik çağındaki kızlar üzerindeki etkisini kolaylıkla gözlemek mümkün. Bu etkilerin yeniden üretiminde çok etkin rol oynayanlar da kadın… Dünyanın bize en uzak noktasında 50 masum insan sırf Müslüman oldukları için, nefretten körelmiş sapkın bir zihin tarafından katletildikten sonra kurbanların yakınlarını inanılmaz bir içtenlik, zarafet, saygı ve empatiyle sarıp sarmalayan Yeni Zelanda başbakanı Jacinda Ardern de.

Zehra Çelenk zcelenk@gazeteduvar.com.tr

Sosyal medyada bir süredir özellikle çok genç kadınlar arasında yaygın bir kalıp var ki iticiler iticisi: “… da kendine kadınım demesin.” “Böyle eyeliner çekemeyen de kendine kadınım demesin/ Saçı kısa olan da kendine kadınım demesin… Böyle ayağı, dudağı, kaşı- gözü, poposu... diye sonsuza dek uzayıp giden bir liste. Genellikle büzgü dudak bir selfie ya da ayna fotoğrafı, bahsi geçen ‘iyi parça’yı öne çıkaran bir görsel eşlik ediyor bu gibi paylaşımlara. Kendini övmek isterken nesneleştirmek de bir tür tercih olabilir. Kendini övmek için hemcinslerini yermeye, değersizleştirmeye, nesneleştirmeye çalışmaksa özsaygıda Mariana Çukuru noktası.

Tersi gibi görünüp aynı noktaya çıkan bir başka kalıp da, “bu kadınsa ben neyim/biz neyiz!” kalıbı. Muhteşem fiziğiyle (de) öne çıkan her kadın olabiliyor bu tür paylaşımların nesnesi. Kendi bedenini sürekli pompalanan dönemsel güzellik algısının acımasız süzgecinden geçirip sınıfta kalma hissinin yarı şaka ifadesi gibi görünse de, o kadar zararsız değil. Kendine ve hemcinslerine karşı acımasızlığın bu derecesi, yine aynı çukur noktaya varıyor.

İnternet fenomeninden TV ünlüsüne, aforizma yazarından yaşam koçuna herkes ‘kadın dediğin’in ne olduğunu tanımlama derdinde. Daha entelektüel seviyelerde de bu, mansplaining’den türlü manipülasyona, açık-gizli sindirme çabalarına değin, daha ‘ustaca’ sürdürülen bir tutum halinde seyrediyor. Bunlar yetmezmiş gibi kadınlar da kendilerini ve hemcinslerini aşağılamalara doyamıyor.

Bu durum ünlü kadınlar için de bezdirici. Bir kadın göz önünde olduğu ölçüde yaralanmaya da açık oluyor. Son günlerde dolaşan, Beren Saat’in Instagram paylaşımlarını yorumlayan bir video bu açıdan asap bozucu. Ece Erken ve adını maalesef bilmediğim, öğrenmek için tekrar bakma riskini de göze alamayacağım bir diğer kadın sunucu, oturmuşlar Beren Saat- Kenan Doğulu çiftine dair boşanma söylentilerini güya “vah vah”larken, Beren’e ateş püskürüyorlar. Programın adı, “Demesem Çatlarım” gibi bir şey. (“Söylemezsem Olmaz”mış, tamam, baktım şimdi ona.) Yer tabii Beyaz TV.

Beren Saat son zamanlarda boşanma söylentilerini doğrulayan birtakım ‘gizemli’ paylaşımlarda bulunuyormuş, mesele bu. Tutanaktaki ilk delil, gülmeyen bir fotoğraf.

.

Biliyorsunuz Instagram’da özellikle 30+ kadınlar açısından diş etlerinin görünmediği, pozitif enerjisiyle taymlaynları aydınlatmayan fotoğraf koymamak, sözsüz yasalardan. Aman da “hüzünlü bu, kes-sin kalbi kırılmış, aha yaşlanma korkusu mu o?!” dedirtmemeli, daima buzağı diriliğinde, pazardan yeni alınmış kuzu kulağı tazeliğinde bakışlar atmalısınız. Beren Saat işte bu yasayı, üstelik yaş gününde ihlal edip makyajsız, başı havlulu, gözleri hafif nemli, sıfır gülüş bir fotoğrafını koymuş. Altına da yıllar önce trajik biçimde kaybettiği eski sevgilisinin de adının geçtiği, yer yer biraz hüzünlü, içten bir not yazmış. Yetmemiş. 10 Mart’ta yine alt metin zengini, üstelik İngilizce bir söz paylaşmış Instagram’ında. “Women need more sleep than men, because fighting the patriarchy is exhausting.”

Ece Erken sözün Türkçesini okuyor: “Kadınların erkeklerden daha fazla uykuya ihtiyacı var, diyor, çünkü ata… ataerk… ‘ataerklilikle’ mücadele etmek yorucu.” Kendine biçilen rolü öyle benimsemiş ki, son on yılın belki en çok kullanılan sözcüklerinden birini okumayı zihni reddediyor resmen!

Üstüne suçlamalar gırla. “Ne yani, Kenan çok otoriter bir erkek mi ki? / Ay hiç sanmaam…/ Nedir yani bu paylaşımlar, bilmece gibisin Beren!” diye nasıl köpürüyorlar… Beren Saat mahsus onlardan bilgiyi esirgiyor, eveliyor geveliyor! Daha sözlükte ataerkilliğe kadar gelinememiş ama derdini açık açık yazsa on seanslık ilişki çözümlemesini oracıkta yapıverecekler. Ahmet Hakan da kızmışmış zaten aynı paylaşımlara… “sen Demet Akalın mısın ki yanlış yorumlanabilecek atarlı giderli postlar atıyorsun” minvalinde tepkisini belirtmişmiş. Hey Allah’ım ya…

.

Buralarda söylenmek istenip de söylenemeyen şu tabii: “Bulmuşsun gül gibi zengin, ünlü, romantik kocayı bu devirde… Adaklar adayıp gizli muskalar diktireceğine bunalımlara giriyorsun, ilişkine tırnak geçirip ‘ohhh, kıskananlar çatlasın’ diyeceğine bi imalı imalı paylaşımlar bi’ şeyler…” Düz haset demeyeyim de, böyle diyeyim, neyse. Bu türden öfkeli yorumların altında yatan esas duygular, bunlar. “Ne olmuş yani, göz çıkmamış, kol kopmamış”a ramak sözler… Tuğba Ekinci’nin Ahmet Kural şiddetini ifşa eden Sıla’ya dair incilerindendi bu da. Böyle değişik renk, ebat ve isimlerde Tuğba Ekincilerle dolu çamur ekranlar da, günlük hayat ve sosyal medya da…

Dünya değişiyor, yer sarsılıyor, memleket kadına şiddet olaylarından geçilmiyor, dünyanın bir yerlerinde katliamlar oluyor… Bu insanların çarpık gündemlerinin vazgeçilmez maddesi, ‘kaderine razı gelmeyen kadın.’ Herkesler çatır çatır boşanırken boşanmak sanki olağanüstü bir olaymış gibi… Beren Saat üstelik gündemi şahsi dertlerinden ibaret olmayan az sayıda çok ünlü isimden biri… Toplumsal meselelere dair fikirlerini belirtmekten çekinmedi defalarca. “Feminizmden korkmayın,” dedi. Kendi liginde çok az oyuncunun sergileyebildiği bir duruşla bugüne kadar geldi. Bu da ayrıca batıyor herhalde.

Mevzu magazinel bir dert değil, göründüğünden epey ciddi. Bu sadece bir örnek. Ortalama algıya ve muhafazakar damara hitap edebilmek için hemcinslerine saldırmak türü yancılık, yaygın bir arıza. Tüm bunların özellikle ergenlik çağındaki kızlar üzerindeki etkisini kolaylıkla gözlemek mümkün.

Ergen dediğin kendini çok beğenmekle kendinden nefret etmek, ruj sürüp “büyüdüm ben!” diye dışarı fırlamakla 18’ini devirene kadar yorganın altından çıkmama arzusu tarzında zıt duygular arasında savrulup durur, normaldir. Ama dayatılan güzellik standartları ve bu türden acımasız yargılar bugünün ergenlerinde bu gel-gitleri aşan, çok daha sert bir beden algısına neden oluyor. Bir kilo alınca bunalıma girenler, daha tam şekillenmemiş yüzünün ‘zayıf’ noktalarını kırk yıllık makyöz maharetiyle sıralayıp gidermeye çalışanlar, çocukluğun son demlerinin bir kısmını Gratis kuyruklarında harcayanlar… O yaşta ilişki taktiği, stratejisi peşinde koşanlar… İnsan üzülmeden edemiyor.

Bu etkilerin yeniden üretiminde çok etkin rol oynayanlar da kadın… Dünyanın bize en uzak noktasında 50 masum insan sırf Müslüman oldukları için, nefretten körelmiş sapkın bir zihin tarafından katletildikten sonra kurbanların yakınlarını inanılmaz bir içtenlik, zarafet, saygı ve empatiyle sarıp sarmalayan Yeni Zelanda başbakanı Jacinda Ardern de. Bir yanda dünya herkes için güzelleşsin diye çırpınıp mücadele eden, gerekirse bunun için hayatlarını ortaya koyan kadınlar var… Öte yanda da bu ‘ataerkli’ düzen böyle sürüp gitsin diye değirmene su taşıyanlar...

.

Kadın olmak bir başına hiçbir şeyin garantisi değil. Ne şefkatin, ne empatinin, ne de adaletin. İnsanlık için bir nebze gelecek umudunu yeşerten Ardern’i Ardern yapan şey, sadece kadın olması değil. Dünyayı acılara boğan katliamların, acıların, şiddetin arkasında erkeklerin yanı sıra hegemonik erzihinli kadın liderler, yöneticiler de var. Ancak gücün şefkat ve empatiyi dışlamadığının, esas gücün burada yattığının farkında olan, sırf sezgisiyle değil bilinci ve birikimiyle de bunu bilen bir kadın lider, bunu başarabilir. Varsa insanın geleceğine dair umut da, burada. O zaman kadınlar için kullanılıp duran o sevimsiz kalıpları bir kez de kadın lehine kullanalım, fırsat varken: Böyle sarıp sarmalayamayan da kendine liderim demesin…

Tüm yazılarını göster