Kadın emeğinin yenilenen yüzü: Kadın kooperatiflerinin dönüşümü

Kadın kooperatiflerinin en önemli meselelerinden biri geleneksel dayanışma anlayışından kaynaklanan “kermesçi kadın” algısını kırıp, piyasada rekabet gücü olan, kooperatif prensiplerini kullanarak örgütsel özerklikle ekonomik özgürlüğü elde etmeye çalışan “gerçek üreticiler” olarak tanınmak.

Abone ol

Aslıhan Aykaç Yanardağ*

Kooperatifler kapitalist sistem içinde hiçbir zaman hâkim örgütsel model olmamasına rağmen tarihsel olarak alternatif üretim ilişkilerinin en eski ve kalıcı örneklerinden biri. Kooperatifçiliğin temellerini ütopyacı sosyalist alternatif arayışlarına ve farklı komünal yaşam biçimi öğretilerine kadar götürmek mümkün. Bu uzun tarihsel geçmiş süresince kooperatifler farklı politik, ekonomik ve toplumsal işlevlere hizmet eden yapılar olarak varlıklarını sürdürüyor. İspanya’nın Bask bölgesinde yerel kalkınmanın öncüsü olan Mondragon bugün büyüyerek ve dönüşerek varlığını sürdürüyor. Türkiye’de erken cumhuriyet döneminde ulusal kalkınmanın önemli araçlarından biri olsa da kooperatiflere yönelik bakış açısı hükümetlerin liberal ekonomiye yönelik eğilimlerine bağlı olarak değişiyor. Başlangıçta kalkınma aracı olarak görülen kooperatifler 1980 sonrasında komünist icatlar olarak dışlanıyor. Neoliberal küreselleşme sonrasında ise kooperatiflerin üç temel işlevinden söz etmek mümkün. Öncelikle kooperatifler devletin sosyal politika alanındaki gerilemesine karşı dayanışma örgütlenmesinin bir aktörü haline gelmiş durumda. İkinci olarak piyasadaki büyük sermaye hakimiyetine karşı bir ekonomik model olarak yeni üretim modelleri ve üretici ağları kooperatifler sayesinde gelişiyor. Son olarak kooperatifler dezavantajlı grupların kendilerine sosyal ve ekonomik varoluş alanı bir mücadele zemini yaratabilmesi açısından son derece araçsal bir konumda.

NEDEN KADIN KOOPERATİFLERİ?

.

Gelişmekte olan ülkelerde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yapısal seyri uygulanan tüm politikalara ve sivil toplum yaklaşımlarına rağmen büyük değişiklik göstermiyor. Özellikle işgücü piyasası göstergelerine bakıldığında kadınlar dezavantajlı gruplar arasındaki en kırılgan grubu oluşturuyor. İşgücüne katılım oranlarına bakıldığında çalışma yaşındaki nüfusun yüzde 52'si çalışıyor veya iş arıyor durumundayken, bu oran erkekler için yüzde 72, kadınlar içinse yüzde 34. Kayıt dışı çalışan kadınlar bu orana dahil edilmese de dışarıdan sigortasını ödeyen ve ücretsiz aile işçisi olarak çalışan, yani sosyal güvenliği olmayan kadınlar bu orana dahil. Genç işsizliğinde oran yüzde 20 civarında seyrederken, erkekler için oran yüzde 17, kadınlar için ise yüzde 25. Ne eğitimde ne istihdamda ne de yetiştirmede yer alan (NEİY) oranı toplamda yüzde 24, erkekler için aynı oran yüzde 15 kadarken, kadınlar için yüzde 34. Son olarak, eğitimli işgücü rakamlarına baktığımızda yüksek eğitimli işgücü yüzde 80 oranındayken, erkeklerde yüzde 86 ve kadınlarda yüzde 72. Bu rakamları genel olarak değerlendirdiğimizde ise yaş, eğitim ve sektörden bağımsız olarak kadınların işgücü piyasasından dışlandığını söylemek mümkün. Kadınlar arasında genç kadınlar ekonomik katılım açısından en kırılgan grubu temsil ediyor. Ne eğitimde ne de istihdamda yer bulamayan kesim içinde kadınların ortalamanın üstünde bir oranda yer alması, bu grup için ekonomik bağımsızlığın oldukça zor olduğunu gösteriyor. Eğitim durumu erkeklere yakın olsa da kadınlar piyasada yer bulamıyor. Ekonomik göstergelerin dışında toplumsal cinsiyet alanındaki politikaların yetersizliği, kadın istihdamını destekleyen yaklaşımlardan yoksun istihdam paketleri, sürekli olarak anneliği kutsayan ve kadını ailenin içine hapseden, kadınları korunmaya muhtaç varlıklar olarak gösteren politik yaklaşımlar çözüm üretmekten çok sorunu büyütüyor ve derinleştiriyor. Halihazırda ataerkil toplum yapısı ve geleneksel baskılar toplumsal cinsiyet ayrımcılığını körüklerken, politik ve ekonomik dışlama kadınların toplumsal varlığı etrafındaki çemberi iyiden iyiye daraltıyor.

.

Kooperatif örgütlenmeleri içinde kadın kooperatifleri çok önemli bir yer tutuyor. Her ne kadar neoliberal küreselleşme öncesinde de kadın kooperatiflerinden söz edilse de bugün, özellikle Türkiye gibi kadınların kalkınma sürecinden dışlandığı ülkelerde, eskisinden çok daha etkin, çok farklı kesimleri kapsıyor ve çok farklı işlevlere hizmet ediyor. Başlangıçta kadınların hane içindeki işlevlerinden ve hane üretimindeki becerilerinden yola çıkarak örgütlenen kadın kooperatifleri ağırlıklı olarak gıda üretimi, hediyelik eşya ve basit tekstil üretimi ile varlık gösterdi. Gerek ürün çeşitliliğinin azlığı gerekse üretim miktarının pazarlanabilir ölçüde olmaması kadın kooperatiflerine yönelik “kermesçi kadınlar” algısına neden oldu. Bugün piyasaya yönelik üretim yapan, markalaşma aşamasına gelmiş ve ürün çeşitliliğini artırmış birçok kooperatiften söz etmek mümkün. Dolayısıyla kadın kooperatiflerinin en önemli meselelerinden biri geleneksel dayanışma anlayışından kaynaklanan “kermesçi kadın” algısını kırıp, piyasada rekabet gücü olan, kooperatif prensiplerini kullanarak örgütsel özerklikle ekonomik özgürlüğü elde etmeye çalışan “gerçek üreticiler” olarak tanınmak.

Kadın kooperatifleri 61 ilde yirmi binden fazla kadına ulaşarak üretim yapıyor, kadınlara sosyal ve ekonomik etkinliklerini artırmak için alan yaratıyor. Kadın kooperatiflerinin her biri kendi iş planını kuruyor, üretim zincirini yürütüyor, tedarikçileriyle bağlantılarını sürekli kılacak biçimde üretim yapıyor. 2014 yılında Simurg Kadın Kooperatifleri Birliği dayanışmayı ulusal düzeyde örgütlemeye yönelik en önemli girişim, bu girişim bir taraftan kadın kooperatiflerinin işbirliği yapmasına yönelik bir ortak zemin yaratırken diğer taraftan kapasite geliştirmeye yönelik çalışmalar yürütüyor. 1986 yılında kurulan Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı (KEDV), eğitim, mikro finans yoluyla ekonomik destek ve Nahıl Dükkân işletmesi üzerinden kadın kooperatiflerine satış ve pazarlama desteği sunuyor. Sivil toplum alanındaki desteklerin dışında yerel yönetimler kadın kooperatifleri için önemli bir paydaş sayılabilir. Kadın kooperatiflerinin belli ekonomik alanlara odaklandığı ve yerelden kaynaklandığı göz önüne alındığında, yerel yönetimler hem üretime kaynak desteği ile hem de ürün alımı ile kooperatiflere destek olabiliyor. Aşamalı olarak gelişen kurumsal yapı ve artan üretim kapasitesi kadın kooperatiflerinin kermeslerden bu yana kat ettiği mesafenin bir göstergesi sayılabilir.

KADIN KOOPERATİFLERİ İÇİN BİR YOL HARİTASI

Kadın kooperatiflerinin gelişim hattı her zaman ilerleme yönünde ve sorunsuz değil. Kooperatiflerin karşılaştığı en önemli sorunlardan biri süreklilik sorunu. Gönüllü üyeliğe dayalı kooperatifler zamanla üyelerin motivasyonlarını kaybetmesi nedeniyle kapanabiliyor. Tepeden inme biçimde kurulan proje temelli kooperatifler yine üyelerin kooperatifçilik değerlerine bağlılığının olmaması nedeniyle süreç içerisinde zayıflıyor ve âtıl duruma düşüyor. Örneğin belediyelerin kuruluş aşamasında öncülük ettiği kooperatifler yalnızca belediye desteğiyle varlıkları sürdürdüklerinde katılımcılık, demokratik yönetim ve özerklik konusunda sıkıntılar yaşıyor. İkinci olarak geleneksel üretim kapasitesini geliştirmeyen kooperatifler bir zaman sonra talep bulmakta zorlanıyor, sarma-börek-baklava-mantı döngüsünü kıramayanlar yerinde sayıyor. Kooperatif üyeleri kısa zamanda sonuç almaya ve özellikle ekonomik kazanca odaklandığında beklenen sosyal sonuçlar ortaya çıkmıyor, getirilerin gecikmesi motivasyonu kırıyor. Başlangıç aşamasında gerekli araştırmayı yapmayan, hedef kitlesini doğru seçmeyen ve daha önce yapılanları tekrar eden kooperatifler mevcut kooperatiflerle rekabete giriyor, kapasite artırmak yerine var olan alanı paylaşmaya çalışıyor. Son olarak, kooperatifi kısa sürede ekonomik kazanç sağlamanın yolu olarak gören yaklaşımlar büyüme, piyasada varlık gösterme ve markalaşma aşamalarına hiç ulaşamıyor.

Kadın kooperatiflerinin odaklanması gereken asıl amaç kadınların dezavantajlı sosyo-ekonomik konumunu dönüştürecek bir düşüncenin kurumsallaşmasıdır; bu nedenle kooperatiflere kendi içinde bir amaç olarak yaklaşmak yerine daha büyük bir toplumsal dönüşümün bir aracı olarak yaklaşmak daha doğru olacaktır. Böyle bir çerçevede hedef kısa vadede gelir kazanmak değil, uzun vadede kadını ekonomi politikalarının, işgücü piyasasının ve karar verme mekanizmalarının değişmez ve etkin bir parçası haline getirmek olmalıdır. Bu yapısal dönüşüm için kooperatifçiliği kitleselleştirmek, katılımcı sayısını artırmak ve katılımı doğrudan, demokratik ve farklı kesimleri temsil edecek şekilde derinleştirmek gerekir. Gönüllülüğe dayalı toplumsal ilişkilerde idealist hedefler için gerçekçi beklentileri göz ardı etmek, olası riskleri hesaba katmamak anlamına gelebilir. Mutlaka yarı yolda vazgeçenler, denese de başarılı olamayanlar olacaktır, ancak riskler ve kayıplar üretim, bölüşüm ve dönüşüm hedeflerini zayıflatmak yerine yeni stratejiler üretmeye zorlar, dolayısıyla kayıplar da gelişimin bir parçası sayılmalıdır.

Bugün dünyada 250 milyondan fazla insana istihdam sağlayan ve iki trilyon dolardan fazla bir ekonomik değeri temsil eden kooperatifler, açık üyelik ve katılımcı, demokratik yönetim anlayışlarıyla kapitalist sistemde hâkim olan şirket örgütlenmesinden ayrılıyor. Bunun yanı sıra, üretimi, bölüşümü ve mülkiyet eşgüdümlü olarak düzenleyerek daha eşitlikçi bir yapı yaratıyor, şirketlerin neden olduğu sosyal ve ekonomik eşitsizliklere alternatif sunuyor. Son olarak, yerel kaynakları ve yerel işgücünü harekete geçirerek sermayenin tahakkümüne meydan okuyor. Bütün bu unsurlar, kooperatifleri neoliberal küreselleşmenin yarattığı toplumsal risklere karşı önemli bir seçenek olarak öne çıkarıyor.

*Prof. Dr., Ege Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü