Kadın matematiği ayrı erkek matematiği ayrı mı?

Karma eğitim, akademik, pedagojik ve sosyolojik nedenlerle eğitim sisteminin vazgeçilmez unsurlarından biridir. Akademik olarak bakıldığında, cinsiyete dayalı bir bilimsel sınıflandırma olamayacağı gibi, aynı bilgiyi ayrışmış cinsiyet gruplarına vermenin katılımcıların analitik ve sentetik becerileri açısından hiçbir katkısı olamaz. Eğer kadın matematiği ve erkek matematiği diye iki ayrı kategori yoksa, matematiği neden ayrı ayrı öğretelim?

Abone ol

Aslıhan Aykaç Yanardağ*

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Kurum Açma, Kapatma ve Ad Verme Yönetmeliği’nde yaptığı değişiklikle karma eğitimle ilgili maddeyi kaldırarak cinsiyet ayrımına dayalı eğitim yapılanmasının yolunu açtı. Bakanlık yetkilileri karma eğitimin kaldırılmasının gündemde olmadığı yönünde açıklama yapsa da Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, karma eğitimin devam ettiğini söylerken, eğitime yönelik seçeneklerin artırılmasının demokratik bir görev olduğunu vurguladı. Keşke aynı demokratik anlayış, cinsiyete dayalı seçeneklerin değil, akademik ve bilimsel anlayışa yönelik seçeneklerin artırılması yönünde de gözetilmiş olsaydı, böylece yeni nesiller doğru zamanda doğru alanlarda uzmanlaşarak çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaya çalışırlardı.

RAKAMLARLA TÜRKİYE'DE CİNSİYET AYRIMCILIĞI

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın yayınladığı 2018 yılı verilerine göre Türkiye, İnsani Gelişme Endeksi’nde 188 ülke içinde 64'üncü olarak yüksek insani gelişme kategorisinde yer aldı, Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi’nde ise 69'uncu sırada yer aldı. Yüksek insani gelişme kategorisi, çok yüksek insani gelişme kategorisinden sonra ikinci ülke grubunu temsil eden bir kategori. Cinsiyete dayalı gelişme endeksi sağlık, eğitim ve yaşam standardı göstergeleri kullanılarak oluşturulmuş bir değerlendirmedir. Sıklıkla dünyanın 17'nci büyük ekonomisi olduğu vurgulanan bir ülke için bu göstergeler çok etkileyici bir performans sayılamaz. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse Yunanistan İnsani Gelişme Endeksinde 31'inci, Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksinde 26'ncı sırada yer almakta, İran ise İnsani Gelişme Endeksinde 60'ıncı, Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksinde 109'uncu sırada yer almakta. Ekonomik büyümeyi kalkınmaya, kalkınmayı kapsayıcı bir insani gelişmeye dönüştürmeden toplumsal ilerlemeden söz etmek mümkün olmuyor.

Biraz daha detaylı olarak eğitim göstergelerine bakıldığında devletin denetiminde olan zorunlu eğitim düzeyinde dahi cinsiyete dayalı bir kopukluk göze çarpmakta. Dünya Bankası’nın 2015 verilerine göre erkek nüfusun yüzde 95’i ilkokul eğitimini tamamlarken, kadınlar için aynı oran yüzde 82 düzeyinde. Orta öğretim düzeyinde erkek nüfusun yüzde 67 kadarı eğitimini tamamlamışken, kadınların yüzde 46 kadarlık kısmı orta öğretim mezunu oluyor.

Türkiye’de cinsiyet ayrımcılığı yalnızca kalkınma ve eğitim alanında ortaya çıkmıyor. En önemli sorunlardan biri kadınların işgücüne katılımında görülüyor. İşgücüne katılım, istihdamın yanı sıra resmi kurumlara başvurarak iş arayan, çalışma eğilimi gösteren kesimi de kapsıyor. 2018 verilerine göre toplamda çalışma yaşındaki nüfusun yüzde 53’ü işgücüne katılmış görünürken, erkek nüfus için bu oran yüzde 72, kadınlar için ise yüzde 34. Üstelik bu yüzde 34’lük kesimin içinde tarımda çalışan ücretsiz aile işçileri, isteğe bağlı sigortalı ev hanımları da yer alıyor. Eğitimdeki eşitsizlik işgücü piyasasında da derinleşerek devam ediyor.

Siyasete baktığımızda, 600 milletvekili olan mecliste yalnızca 104 kadın milletvekili yer alıyor, bu sayı oran olarak meclisin yüzde 17’sine tekabül ediyor. Sayı olarak en çok kadın milletvekili AKP’de, oran olarak ise HDP’de yer alıyor. Bu dağılım politika yapımı açısından da belirleyici oluyor. Örneğin Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın kaldırılması, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yeniden yapılandırılarak birleştirilmesi, toplumsal cinsiyet meselesinin siyasi gündemde giderek zemin kaybettiğini gösteriyor.

NEDEN KARMA EĞİTİM?

Karma eğitim, akademik, pedagojik ve sosyolojik nedenlerle eğitim sisteminin vazgeçilmez unsurlarından biridir. Akademik olarak bakıldığında, cinsiyete dayalı bir bilimsel sınıflandırma olamayacağı gibi, aynı bilgiyi ayrışmış cinsiyet gruplarına vermenin katılımcıların analitik ve sentetik becerileri açısından hiçbir katkısı olamaz. Eğer kadın matematiği ve erkek matematiği diye iki ayrı kategori yoksa, matematiği neden ayrı ayrı öğretelim? İkinci olarak, mesleki eğitimin ayrışması, meslek kollarında cinsiyete dayalı bir ayrışmaya yol açar ve bu durum işgücü piyasasının yapısal sorunlarından biri olan cinsiyete dayalı iş bölümünü pekiştirmenin ötesinde bir işe yaramaz. Yıllar önce bu tartışma erkek öğrencilerin hemşirelik bölümlerine alınmasında yaşanmıştı, oysa şimdi bu bölümlerin erkek mezunları da kadınların yaptığı işleri yapabiliyor, kadınlarla çalışabiliyor. Aynı şey, motor meslek lisesi mezunu kadınlar, mühendis kadınlar için de geçerli.

Pedagojik olarak bakıldığında eğitimde cinsiyete dayalı ayrışmanın özellikle ergenlik dönemiyle çakışan ortaöğretim eğitiminde sıkıntılara yol açacağı söylenebilir. Toplumsal cinsiyet biyolojik bir tanım değildir, toplumun biyolojik temele atfettiği değer ve anlamı ifade eder. Lorber’a göre bireyler cinsiyetlerini inşa ederken dört ayrı süreçten etkilenirler (i). İlk olarak cinsiyet rollerini ailede, okulda ve toplumsal ilişkiler içinde öğrenirler. İkinci olarak toplumsal değerlerin aktarımıyla bir eğitim öğretime maruz kalırlar. Eğer okullar kadın ve erkeğin ayrı durmasını öğretirse, toplumsal cinsiyet rolleri buna göre inşa edilir. Eğer ders kitaplarında kadının rolü annelik ve ev işleri olarak anlatılırsa, bunu okuyan kız çocukları mühendislik hayali kurmaz. Burada karikatürize biçimde anlatılan rol inşası, birçok kanaldan beslenerek şekillenir. Üçüncü olarak örnek almak ya da taklit etmek yoluyla bireyler karşı karşıya kaldıkları rol modelleriyle toplumdaki yerlerini belirlerler. Bu anlamda bireyin farklı modellere, yaşam biçimlerine, dünya görüşlerine maruz kalması bir aydınlanmaya yol açar.

Son olarak, toplumsal kurum ve kuralların yaptırımı sonucu bireyler kendilerini belli bir toplumsal cinsiyet kategorisi içinde ifade eder. Sosyal yapının baskınlığı özellikle cinsel yönelimleri farklı olan bireyler açısından zorluklara yol açar. Bu dört süreç de eğitim sisteminde devam eden, eğitim aracılığıyla aktarılan, öğretmenlerin aktif rol oynadığı süreçlerdir. Her bir bireyin kendini toplumdaki cinsiyet rollerine göre ifade edebilmesi gerekir. Toplumda yalnızca kadınlar, yalnızca erkekler halinde yaşamadığımıza göre, bireyi toplumsal hayata ve bir toplumsal işleve hazırlayan eğitimde ayrışmanın nasıl bir gerekçesi olabilir?

Sosyolojik olarak bakıldığında toplumsal yapının cinsiyet eşitsizliğini sürekli olarak yeniden üretmesinin en önemli unsurlarından biri patriarkadır. Patriarka sistematik olarak sosyal ilişkilere, örgütsel yapılara, iş bölümüne, siyasete katılıma nüfuz eder ve bütün bu alanlarda cinsiyet ayrımcılığının kalıcılığını garanti altına alır. Anneliğin kutsallığından kadın mesleklerine, siyasetin erkek işi olarak algılanmasından cinsiyetle ilgili tüm stereotiplere kadar her yerde patriarkanın işleyişine maruz kalırız. İlkel toplumlarda belli bir ihtiyaç sonucu ortaya çıkan toplumsal cinsiyet rolleri ve cinsiyete dayalı iş bölümü, toplumsal gelişmeyle beraber işlevini yitirse de toplumsal kurum ve kuralların bu değişime uyum sağlamadaki yavaşlıkları patriarkanın devam etmesine neden olur. Karma eğitim en çok da bu nedenle vazgeçilmez bir unsurdur. Kadınlar ve erkekler, yaşamın her aşamasında ve her alanında ortak bir yaşam inşa etmeyi başardıklarında patriarka bir sistem olarak işlevini kaybeder. İlkokuldan üniversiteye kadar ortalama on altı yıl boyunca eğitim alan bir birey, çocukluktan yetişkinliğe kadar geçen bu dönemde yalnızca kendi cinsiyetini değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyete yönelik bakış açısını da inşa eder. Kendinden olmayanı kendiyle denk görebilmenin yolu ancak ve ancak ortak yaşam, paylaşım ve iletişimle mümkün olur.

POZİTİF AYRIMCILIK DA AYRIMCILIKTIR

Yalnızca kadınlar için ayrılan her yapı, her araç, her hizmet kadınlara daha çok imkan, daha fazla seçenek sunar gibi görünse de toplumsal tecridin kurumsallaşması anlamına geliyor. Kadınlar için alışveriş merkezi, kadınlar için tramvay, pembe otobüs gibi uygulamalar kadınların hayatını kolaylaştırmıyor, tam tersine kadınları mekânsal ve işlevsel olarak belli alanlara sıkıştırıyor. Benzer bir tecrit siyasi partilerde de var. Neden siyasi partilerin kadın kolları var? Neden siyasette yer alan kadınların büyük çoğunluğu kadın kollarında yer alıyor? Neden kadın kolları yerine siyasetin merkezinde yer alan kadınlar maskülen kimlikler, söylemler inşa ediyor? Kadınlar aile, sosyal politika bakanlıklarında yer alırken, savunma, maliye, adalet gibi bakanlıklarda kadınları göremiyoruz.

Toplumsal yapının herhangi bir kurumunda cinsiyete dayalı ayrım, kadınların ve erkeklerin mekânsal ve işlevsel bir ayrışmaya tabi tutulması demokratik bir görev olarak tanımlanamaz. Çünkü böyle bir yaklaşım, Türkiye’nin de 1985’ten beri taraf olduğu Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi’ne (CEDAW) aykırıdır (ii). Sözleşmenin 10'uncu maddesi eğitimde kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasına yönelik altyapı düzenlemeleri, kaynak kullanımı, eğitim programlarının nasıl düzenlenmesi gerektiğini detaylandırır. Maddenin (c) bendine göre, “Kadın ve erkeğin rolleriyle ilgili kalıplaşmış kavramların eğitimin her şeklinden ve kademesinden kaldırılması ve bu amaca ulaşılması için karma eğitimin ve diğer eğitim şekillerinin teşvik edilmesi, özellikle ders kitaplarının ve okul programlarının yeniden gözden geçirilmesi ve eğitim metotlarının bu amaca göre düzenlenmesi;” taraf devletlerin sorumluluğundadır.

(i) Judith Lorber, Paradoxes of Gender, Yale UP, 1994.

(ii) https://www.unicef.org/turkey/cedaw/_gi18.html

*Doç, Dr., Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü