Kadın oyuncularda 'öğretilmiş umutsuzluk'

Yaşadıkları cinsiyetçi deneyimler yalnızca kadınların hayatlarının huzurlu ve mutlu birer anını çalmıyor, aynı zamanda kariyerlerinde kendi ortaya koydukları yaratıcı emek ve yetenekleri aracılığıyla, kendilerini gerçekleştirerek bir başarı kazanabileceklerine olan inançlarını da ellerinden alıyor.

Abone ol

Yasemin Girgin*

Dizi sektörü günümüzde Türkiye’de yaşayan oyuncular için en önemli geçim ve tanınırlık kaynağını oluşturuyor. Sektördeki kadın oyuncularınsa sıkça karşılaştığı ve bugüne kadar defalarca dillendirilmiş pek çok olumsuzluk var. Bunlar başlıca eşit olmayan ücretler, performans gösterebilecek rol yelpazesinin erkeklere kıyasla bariz bir oranda darlığı ve tanımı erkek tarafından yapılmış bir obje olarak görülme sonucu buna uygun hal ve hareketlerin talep edilmesi üzerinden kurulan, ikinci sınıf muamele barındıran iletişim biçimlerine maruz kalmak olarak nitelendirilebilir.

Bu olumsuzluklar, kendilerine içkin sıkıntıların yanında şekillendirdikleri bakış açıları ve yol açtıkları kararlar bağlamında da kadın oyuncuların kariyer anlamında içinde bulunduğu eşitsiz koşulları derinleştirmede oldukça çarpıcı etkilere sahip. Kadın oyuncular bu sosyal eşitsizliklerin yansımalarını günbegün deneyimleyerek umutsuzlaştırılıyor. Dizi sektörüne dair yapılan sosyolojik araştırma çerçevesinde derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilen kadın oyuncuların açıklamalarından bazı satır başları şöyle:

“Talep edileni karşılayamıyorum. Bu, biraz da benim suçum olabilir. Daha görünür olmak için ilişkileri sağlam tutmak, flört etmek bana ikiyüzlü geliyor, hayal ettiğim çok şey var ama şu anki tercihlerimle hayallerimi gerçekleştirmenin mümkün olduğunu düşünmüyorum.”

“Ana rol veya yan rol fark etmeksizin hep gölgede kalmış kadınları oynadığımı düşünüyorum. Bunun sebebi bence kadın rollerinin Türkiye’de yazılamaması, hep eril tarafın dünyasını anlatıyoruz. Bence bu böyle devam edecek.”

“Beni yeterince güzel bulmuyorlar, hayal ettikleri tipolojiye uymuyorum, kendi menajerim bile “ufak dokunuşlar” adı altında estetik yaptırmamı, sosyal medyaya seksi pozlar koymamı ve 52’den 47 kiloya düşmemi talep ediyor. Bu koşulları sağlamadığımdan kariyerimde hayal ettiğim bir noktaya ulaşabileceğimi düşünmüyorum.”

“Bir erkek yönetmenin sana biçtiği, istediği gibi flörtöz davranabileceği güzel ve uysal kadın profiline uygun davranmak zorundasın çünkü aksi kariyerini mahvedebilir. Bunu bilerek devam etmek çok zor, kadın olarak sektörde kalabilmek mücadele isteyen bir şey.”

“Bir yönetmen bana, audition'ını çok beğendim. Zaten seni oyuncu olarak beğeniyorum ama sen fazlasın diye seni bilerek istemedim; fazla eğitimlisin fazla sorgularsın oysa benim dizide karakterinin söylediklerini ve yaptıklarını sorgulamayacak düz oyuncuya ihtiyacım var, senin gibi bir sürü güzel kız var sorgulamadan söyleneni yapacak, demişti.”

“Dizilerde yapılmaması gereken şeyleri hep kadınlar yapar erkekler toparlar, çözer. Bir şeyden anlamayan, patavatsız kadınları oynamaktan bıktım, daha güçlü bir kadın karakter oynamayı isterdim. Ama mümkün olmadığını düşünüyorum.”

“Artık kariyerime dair bir şey hayal etmiyorum, neyi edeyim? Mesele bir dizide oynayacaksın akşam ilk bölüm yemeği var birileri sana yavşayacak, dizi çok kötü çok cinsiyetçi olacak ama sen alkışlamak zorunda kalacaksın. Hep böyle oluyor. Hayal ettiğimiz şey gerçekten olmasını istediğimiz şey mi bunun ayrımını sorguluyorum artık.”

HAYALPEREST İNSANLARIN MESLEĞİNDE HAYALSİZLEŞTİRİLEN OBJE KADINLAR

Oyunculuk doğası gereği hayalperest insanların başarıyla gerçekleştirebileceği, yaratıcılık talep eden bir meslektir. Oysaki şu anda içerisinde bulunduğumuz düzlemde hayalsizleştirilen, yaratıcılığın temel kaynağı olan öznelikleri ile bağ kurmaları engellenen kadın oyuncular ile karşı karşıyayız. Eğer dizi sektöründe yetenek gösterip kalıcı bir yer edinebilme yarışı başarınızı ve kaşenizi belirleyen bir yarış ise, kadınlar bu yarışta daha en baştan cinsiyetlerine özgü toplumsal normlardan ileri gelen engellere takılıyor.

Kadın oyuncular, sektördeki karar verici pozisyonların büyük çoğunluğuna hâkim olan erkeklere hitap edebilecek yapıda birer kadın olabilmelerinin, kariyerlerinde yükselmeye dair bir ön koşul olduğunu deneyimlediklerini ifade ediyor. Burada iki seçenek karşılarına çıkıyor, birincisi kendilerini erkeklerin bakışı üzerinden tanımlayarak çeşitli “uygun” biçimlerde objeleşmek, ikincisi ise yaratıcı tüm sanatların da talep ettiği şey olan özneliklerini koruyarak kendilerini gerçekleştirmek. Kadın oyuncular yaşadıkları deneyimlerin sonucunda ikinci seçeneği seçerek kariyerlerinde yükselmenin imkânsız olduğuna inanıyor. Dolayısıyla, sektörde kalmaya çalışan kadınlar hayalsizleştirilerek objeye dönüştürülürken, objeleşmeyi reddeden kadınlar da sektörün dışına itiliyor. Bu, mesleği sanat olan insanlara yapılabilecek en büyük kötülük. Yaşadıkları cinsiyetçi deneyimler yalnızca kadınların hayatlarının huzurlu ve mutlu birer anını çalmıyor, aynı zamanda kariyerlerinde kendi ortaya koydukları yaratıcı emek ve yetenekleri aracılığıyla, kendilerini gerçekleştirerek bir başarı kazanabileceklerine olan inançlarını da ellerinden alıyor.

*Yüksek lisans öğrencisi Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümü