Gündelik yaşamın ağırlığı giderek artan bir yüke dönüşmüş halde. Taşınması zor, zorlaşan bir yük oldu hayat bu ülkede. Hak ihlalleri, ekonomik kriz küresel salgın ve salgınla yanlış, eksik, kusurlu mücadele yetmezmiş gibi ifşa ve itiraflar yağıyor üstümüze. Benim için hayatı zorlaştıransa bu itiraflardan çok itiraf ve ifşalardan kadın canına değenlerin gündem olmayışı. Sedat Peker’in dokuz videoda açıkladıklarından hiçbirisi tümüyle meçhulümüz değildi. Her birinden haberdardık ama varlığını bildiğimiz usulsüzlüklerin, suçların hukuken araştırılıp, soruşturulup, yargılanmasını sağlayacak gücümüz yoktu. İçeriden birisi itiraf ettiğinde de yargı yolu açılmadı, açılmayacak. Ama çeneler açıldı. Her köşeden yükselen seslerle sürekli konuşuluyor, analizler yapılıyor, sanki şimdiye kadar mafya bozuntusu olan kişi tüm topluma konuşma özgürlüğü bahşetmiş gibi. İtirazım konuşulmasına da değil sadece kadın canı söz konusu olunca yine konuşulmadan geçiştiriliyor oluşuna. Sedat Peker’in açıklamaları arasında geçen Yeldana Kahırman’ın hayatını yine kimse umursamadı. Yeldana, tecavüz şikayetiyle Jandarma karakoluna başvuru yaptığı zaman da öldürüldüğü zaman da sadece kadın gündemi olarak kalmıştı, yine öyle oldu. Milyon dolarlar kadar rahat konuşulmuyor kadınların canı, hele de AKP milletvekillerinin ve yakınlarının ismi karışmış olanlar hem yayın yasağı getirilmesi hem de gerçekten çok kimse tarafından önemsenmemesi nedeniyle sadece kadınların gündemine hapsoluyor -yine öyle oldu. Rabia Naz gibi, Nadira Kadirova gibi Yeldana Kahırman’ın ölümü de acele kapatılan dosyalarla bilinmeze havale edildi. Şimdi de konuşulmadı, çünkü kadın yaşamına milyon dolarlar kadar önem atfeden yok maalesef. Veya toplumsal dokunun bile isteye çürütülmeye çalışılması, kurumların çürümüşlüğü kadar ilgi çekmiyor.
TCK 103’üncü madde kapsamındaki suçlulara af girişimi ve erkek şiddetiyle mücadelenin temel taşı olan İstanbul Sözleşmesi hakkındaki Cumhurbaşkanlığı kararı birer sosyal mühendislik çalışması. Toplumsal dokuda yaşanan dönüşümü durdurup tersine çevirmek yönünde atılan adımlar bunlar ve en az Sedat Peker’in ifşa ettikleri kadar vahim. Para değil içinde geçen can. Kadınların canı ve güvenli yaşam hakkı, kız çocuklarının çocukluğu ellerinden alınırken videoları izleyen milyonların suskunlukla izleyişi dayanılabilecek bir ağırlık değil maalesef. Devlet nedir ki yıkılırsa yine kurulur, kurumlar bozulmuş mu, düzelir illaki bir bir vakit gelir de. İnsanın yok edilmesini, toplumun çürütülmesini, sosyal mühendisliği dert edinmeyenlerin bunca çok olduğu yerde kurumların çürümesini dert etmek niye? Neyse ben işime bakayım ve yine sadece kadınların dert edineceği hayatın, insanın, kadınların ve kız çocuklarının önem vereceği bir konuya dikkat çekeyim. Sosyal mühendislik politikalarının ırkçı ve cinsiyetçi politikaların kesişim yerinden bir veri yayınladı TÜİK ve bu veriler kadın karşıtlığının neden yükseldiğine dair cevaplardan birisini içeriyor.
Nüfus politikaları ile kadın karşıtlığının kesiştiği yerde duran çocuk istismarına af girişimleri, sosyolojik gerçeklere aykırı. Toplumsal gerçeklikle iktidarın sosyal politikaları örtüşmüyor. Kadın haklarını ve çocuk haklarını yok sayan hatta yok etmek isteyen, ırkçı ve cinsiyetçi nüfus politikasının delilini de yine bir devlet kurumundan alıyoruz. TÜİK verileri her ne kadar tartışmaya açık olsa da gerçeği tümüyle gizlemesi mümkün değil. Türkiye İstatistik Kurumu, 2020 Doğum İstatistikleri verisini, 2001 yılı ile karşılaştırmalı olarak yayınladı. Yirmi yıllık verilerin karşılaştırılması bize sadece doğum oranlarını ve nüfus artış hızını göstermekle kalmayıp sosyo-kültürel dönüşümün yönünü ve ivmesini de görmemizi sağlıyor.
Yirmi yılda yaşa özel doğurganlık hızında yaşanan değişim sosyo-kültürel dönüşümün belgesi niteliğinde. İlk doğum yaşı, ortalamasının 25-29 aralığına yükseldiği görülüyor. Toplum genelinde erken evlilik ve genç yaşta çocuk sahibi olma yönündeki kültürün tabii ki birçok etkene bağlı olarak değiştiği açıkça ortada. Basit gözlemle de tespit edebileceğimiz bu gerçek, iktidarın ırkçı nüfus politikaları açısından tersine çevirmek istediği durumlardan birisi. Toplumla savaşa girişmek anlamına gelen ırkçı nüfus politikaları hem doğurganlık hızını yükseltmek hem de kadınları, doğurganlık çağının ilk yıllarından itibaren çocuk sahibi olmaya itecek annelik ve aile kutsaması olarak karşımıza çıkıyor. Ancak 2010’lardan itibaren belirginleşen bu nüfus politikası ve eşlik eden kadın karşıtlığına rağmen, toplumda ilk annelik yaşının, az çok dalgalanmayla birlikte istikrarlı şekilde yükseldiğini görüyoruz. Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde ivmenin artışı, gözden kaçacak gibi değil. Ancak ekonomiyi iyi yönetemeyenler bu gerçeği görmek istemediği için sosyal mühendislik çalışmalarına yöneliyor. Kültürel dönüşümü durdurup tersine çevirmek, sosyal dokuyu değiştirmek için kadın haklarını yok etmeye niyetleniyorlar.
Sosyal politika gibi sundukları sosyal yardımları ki oradaki şaibeler de ayyuka çıktı malum, kadınları eğitimin ve istihdamın dışında tutmak için bir kocaya ve bir aileye mahkûm yaşatmak için kullanıyorlar, yıllardır. Vatandaş olmaktan doğan hakları iktidarın lütfu gibi sunarak siyasi rant elde ederken, aynı zamanda ideolojik arka planını ırkçı politikalarla tahkim etmiş oluyorlar. Hâlâ inanan olabilir düşüncesiyle bir kere daha belirteyim ki ırkçılık ve cinsiyetçilik ikisi birlikte İslam’a aykırı, nüfus politikalarının iddia ettikleri gibi dinle imanla alakası yok. Kadını özerk birey, hukuk öznesi olarak değil erkeğin mütemmim çüzü (tamamlayıcı parçası) sayıyor AKP iktidarı. Bunu da vicdan, merhamet, şefkat gibi soyut kavramlarla bir de dini anlam yüklenerek emanet kavramıyla halka yutturmaya yöneliyor. Yok öyle şey, tümüyle uydurma. Kaldı ki halkın emaneti olan 128 milyar neredeyse erkeğe emanet edilen kadın da orda olurdu ki hiç şüphesizi tam da bu paranın akıbeti nedeniyle Allah da hiçbir kulunu bir başka kulunun merhametine emanet etmez. Kadınlar ve erkekler birbirlerinin velileri olarak sunulur ayetlerde. Yani eşdeğer iki cinsten söz edilir.
Neyse iktidarın ırkçı nüfus politikası için tercih ettiği tanım olan bu tamamlayıcı parçanın en önemli işlevi doğurmak, olabildiğince çok sayıda doğurmak ve mümkün olduğunca masrafsız yöntemle, sezaryen olmadan doğurmak yönünde zorlanıyor kadınlar. Kadınlara ve kız çocuklarına kuluçka makinası gözüyle bakılmakta ve öyle olmaktan vazgeçtikleri için de sosyal mühendislik yapılmak istenmekte. Yasal kürtajın, kamu hastanelerinde yasakmış gibi kabul edilmesi de doğum kontrol yöntemlerinin sosyal güvence dışına çıkarılması da nüfus artış hızını yükseltmek için uygulanan politikalardan. Ancak tüm bunlara rağmen toplum genelinde doğurganlık yaşı yükseliyor ve 2016’dan itibaren AKP’li politikacıların çıldırmış gibi çocuk istismarına evlilik kılıfıyla af getirme çabaları, iktidarın ırkçı nüfus politikasının tezahürü.
Olabildiğince erken yaşta başlatılacak evlilik ve doğurganlıkla nüfusu arttırmak için kız çocuklarının tüm haklarını gasp etmek niyetindeler. Kendi çocukları için asla istemedikleri, kesinlikle uygun görmedikleri yaşlarda anne olmaya zorladıkları kızlar tabii ki yoksul ailelerin çocukları. Tıpkı şehitlerin yoksul aile çocukları oluşu gibi… Hangi politikacının, hangi seçkinin oğlu şehit oldu bugüne kadar ki, hangi orta ve üst sınıf ailesinin kızı çocuk yaşta evlilik adıyla istismara ve anneliğe mahkûm edilsin? Terörle mücadele adı altında güvenlik politikalarıyla yoksul ailelerin oğullarını şehit olarak toprağa vermesini bekledikleri gibi bu ailelerin kızlarını da daha çok “asker” doğurmaya mahkûm edecek nüfus politikası için sosyal mühendislik yapıyorlar. Yukarıda ikinci tabloda görülen Adölesan Doğurganlık Hızı, sosyo-kültürel dönüşümün de ne kadara büyük bir hızla yaşandığını gösteriyor. Çağın şartlarına uygun bu dönüşüm ve TÜİK verilerine de yansıması kaçınılmaz. Adölesan doğurganlık yani 15-19 yaş aralığındaki doğumlar bu tabloda 2001 yılında binde 49 iken 2020 yılında binde 15’e düşmüş olarak görülüyor.
Sosyolojik dokuda yaşanan dönüşümü durdurmak ve tersine çevirmek için buldukları sosyal mühendislik yöntemi de çocuk tecavüzünü evlilik şartına bağlayarak suç olmaktan çıkaracak girişimler. Tabloda görüleceği gibi ergen yaşlarda anne olan çocukların sayısında düşüş ivmesinin hız kazandığı 2015-16 yıllarından itibaren TCK 103 af girişimlerinin sürekli tekrarlanması, sosyal mühendislik iddiasını doğrular nitelikte. Parlamentoda iki ayrı komisyonda tekrar gündeme getirildiği günlerle eş zamanlı olarak yayınlanan TÜİK 2020 Doğurganlık İstatistiklerinin bana düşündürdüğü en önemli şey de devleti ve kurumları çürütenlerin, toplumsal dokuyu çürütmek için de çalışıyor oldukları gerçeği. Fakat yazıya başlarken belirttiğim gibi, en az iktidarın sosyal mühendislik niyetiyle kız çocuklarını kurban edişi kadar; okuyup, yazıp, düşünen insanların bu konuyu yeteri kadar önemsemeyişi de can yakıcı. Onca konuşulan milyar dolarlar bir şekilde yerine gelir bir ihtimal ama ne katledilen kadınların ne de kız çocuklarının gasp edilen çocukluğunun geri gelme ihtimali var.