- Meydan okuyorsunuz, kabul!
Böyle dedi kadınlar, böyle diyorlar.
Renkleri sildiler, ışığı kararttılar. Olabildiğince doğal,
olabildiğinde gündelik hayat görüntülerini paylaşarak selamlaşıp
haberleştiler. Birbirlerine ve cümle aleme seslendiler:
- Birbirimizin yakasına takılan siyah beyaz fotoğraflar gibi
olmak istemiyoruz.
Kadına yönelik ayrımcılığı, şiddeti önleme amacıyla 2011’de
imzalanan, 1 Ağustos 2014’de resmen yürürlüğe girse de fiilen
hiçbir hükmü olmayan İstanbul Sözleşmesi artık resmen, hukuksal -
siyasal olarak silinip atılsın diyenler, meydan okumaktaydı.
Neden ve neye meydan okuyorlardı?
Bir dönemin MÜSİAD Başkanı Erol Yarar’a bakılırsa bu“ ‘kadın
erkek eşitliği’ gibi güzel bir sözün arkasına sığınarak,
değerlerimizi hiçe sayan ve hatta “kökünden kazımak” tabiri dahil
her türlü batı merkezli hayat biçimini ülkemiz insanına dayatan bir
sözleşme”di.
Toplumsal cinsiyet, kadın – erkek eşitliği gibi “güzel sözler”,
değerlerimize olduğu gibi fıtrata da aykırıdır.
“Fıtrata müdahale etmemek gerek. Tavuğa horozluk yaptıramazsın”
buyurmaktaydı bıyıklı bir iktidar vekili. Sosyal medyada bir ara
Yeliz kod adıyla yayın yapan aynı bıyıklı vekil, kendi adıyla
konuştuğunda, “Kadın erkek eşit değildir, eşitlik koca bir
tantanadır” diyerek meydan okuyordu kadınlara ve İstanbul
Sözleşmesi’ne.
Kendilerini “Ümmetin Buluşma Noktası” olarak tanımlayıp
konumlayan Türkiye Düşünce Platformu, önceden seferber olup
hazırladığı raporu aylar önce Cumhurbaşkanı’na sunmasa, fıtrat -
tantana meydan okuyuşu yükselir miydi, bilinmez.
İstanbul Sözleşmesine Yönelik Hukuki ve Psikososyal
Değerlendirme Raporu, Mayıs 2020’de makama arz edilmiş. Raporu
bizlerle paylaşan Murat Yetkin, onu hazırlayan anlı şanlı
kalem-kelam sahiplerinin cinsiyete kafayı taktıklarını saptıyor:
Toplam on üç sayfada otuz sekiz kez “cinsiyet” sözü geçtiğini
kaydediyor.
Örnekleri sayısız çoğaltılabilecek bu takıntı ve korkuyla ortaya
çıkan kadınlara saldırının, meydan okuyuşun son hamlesi,
Platform’un öncülerinden, kıdemlilerinden Dilipak’ın kaleminde
alenen küfür halini aldı.
Aynı süreçte fiziksel saldırı ve imha da son hızla devam
etmekteydi.
Mayıs 2020’de 21 kadın cinayetle can verdi. Ve 18 şüpheli ölüm.
Haziran’da cinayet sayısı 27’ye, şüpheli ölüm 23’e çıktı. Temmuz’un
sadece son on günündeki kadın cinayeti sayısı 13… İstanbul
Sözleşmesi’ne savumaya, taciz - tecavüz - cinayetleri protestoya
yönelik her girişim şiddetle karşılık buluyor.
Ve bu böyle giderken sanal alemden seslendi kadınlar.
- Meydan okuyorsunuz, kabul!
KADİM KORKU
Her geçen gün yeni boyutlar alan, her anlamıyla örgütlü saldırı
boyutunu alan kadın korkusu, yazılı olarak ilk ifadesini,
Osmanlı’nın değişim döneminde, Tanzimat’ta bulur.
Bugün “değerler” adına kadın - erkek eşitliğine karşı çıkanlar,
malum, Tanzimat’ı da değerlerden uzaklaşmanın, bozulmanın, hatta
ihanetin başlangıcı olarak görürler. Ama ilginçtir ki Tanzimat, tam
da onların bugünkü korkularıyla biçimlenmiştir.
En yetkin kalemlerinin ifadesiyle Tanzimat, “Garb’ın bikr-i
fikri ile Şark’ın akl-ı piranesini izdivaç eyleme” çabası,
rüyasıdır.
Mecburi olduğu kadar imkansız izdivaç diyebilirsiniz buna. Ya da
korkulu rüya...
İfadeye bakarsanız “arzu nesnesi” olan “bakir fikir”in sahibi
Garp – Avrupa, cazibeyi olduğu kadar gençliği, diriliği de
taşımaktadır bünyesinde. Akıl, deneyim, bilgelik sahibi Doğu ise,
yaşlılığı, olgunluğu, görüp geçirmişliği temsil eder. Haliyle,
güçten düşmüştür.
Doğu – Batı ilişki ve konumlaması, nihai hedef olan izdivaç
sözüyle de perçinlenen “cinsiyet”lendirmeyi ve “cinsel” kodlamayı
taşımaktadır. Bekaret, doğrudan kadını işaret eder. Piranelik ise
erkeği.
Formülün ilk sahibi İbrahim Şinasi Efendi (1826 – 1871).
Osmanlı’da gazeteciliğin öncüsü. İlk Türkçe gazete Tercüman-ı
Ahval’i Agah Efendi’yle birlikte yayımladı. Ardından Tasvir-i
Efkar’ı çıkardı. Devlet - bürokrasi dili Osmanlıcanın “kitle
iletişimi” düzleminde ilk kullanımı nedeniyle, noktalama
işaretlerini bu dile taşıyıp uygulamaya öncülük etti. Tefrika
yayınını, abonelik sistemini başlattı. Metne dayalı ilk tiyatro
ürününü, meşhur Şair Evlenmesi’ni kaleme aldı. Dikkat, yine bir
izdivaç!
Şinasi, Sokakların Tenviri’ni; ışıklandırıp aydınlatılmasını
konu ettiği gazete yazısında kullanır Avrupa’nın “bikr-i fikri”
Asya’nın “akl-ı piranesi”ni izdivaç eyleme formülünü. Sokakları
aydınlatmak, “asrileşme, medenileşme” işaretidir, o da izdivaçtan
geçmektedir.
***
Namık Kemal ise, formülü bir “edebiyat projesi” olarak öne
sürecektir.
1876’da yayımlanın, Osmanlı - Türk romanın ilk yapıtlarından
İntibah’ın önsözünde, o dönem “yeni hikaye” olarak anılan Batı
tarsi anlatının, romanın, ahlaka yararlı mı – zararlı mı olduğu
tartışmaları bağlamında aynı izdivaç kodları ve konumlamalarını,
çabasını yineler. Başka bir deyişle, modern edebiyat, roman,
“değerlerimize uygun” mudur tartışmasıdır 1876'da yaşanan. Şimdiki
İstanbul Sözleşmesi…
Türkçe karşılığı “Uyanış” olan İntibah –Sergüzeşti Ali Bey’i
Namık Kemal, sürgündeyken kaleme almıştır. Sansür heyeti romanın
asıl adı Son Pişmanlık’ı sakıncalı bulmuş! Fettan bir kadının
cazibesine kapılan efendi, acemi gencin yoldan çıkarak helak oluşu
anlatılır. Bir tür Kamelyalı Kadın uyarlaması. Ve bir cinayetle
noktalanır.
Hasılı, “kadın”ı keşfetme, modernliğin keşfidir Osmanlı’da.
İster sokak ışıklandırması olsun mesele, ister roman… Bu hem bir
arzudur, gereksinimdir hem de korku. İktidarını yitirme
korkusu.
KADIN VE İSTANBUL
Tanzimat ve romanının, hayatının ana yurdu İstanbul’dur. Adı
konsun, konmasın, ister nesneleştirilsin, ister ikincil konuma
itilsin, Tanzimat’tan beri süregelen korkulu imkansız izdivaç
girişimi, kadın üzerinden yürümektedir.
Onun bugünkü adı İstanbul Sözleşmesi’dir.
Yol bir kez daha kesişmektedir. Her tür metaphor, yazı - söz
aşınıp aşılmakta, gerçek olanca çıplaklığı, şiddetiyle kadınlarca
dillendirilmektedir:
- İstanbul Sözleşmesi yaşatır.
Ve ötesini sağlar: Kadim korkulardan kurtulmayı, mesela.