Bir hocamız geçen gün muhabbet esnasından kadınların mağduriyeti için çok güzel bir ifade kullandı, izniyle belirteyim; kadınlar “çifte proleter” dedi.
Tekirdağ-Çerkezköy’de Prettl Fabrikası’nda toplu iş sözleşmeleri esnasında kadınların direncini kırmak için haklı bir sebep olmaksızın işten çıkarılan 20 kadın işçinin haberini okurken, “çifte proleter” ifadesinin meseleye cuk oturduğunu düşündüm.
Her ne kadar kadın hareketi çerçevesinde şu “mağduriyet” kelimesini kullanmamaya özen göstersem de, yaşanan mağduriyeti en iyi şekilde sosyal medya üzerinden yine işten çıkarılan kadınlardan biri anlatmış: “Ben Prettl Fabrikası’nda çalışan bir kadın işçiyim ve 19 arkadaşımla birlikte bugün işten çıkarıldım. Kadın olduğumu özellikle belirtiyorum, çünkü bu da en az işçi olmak kadar büyük bir parçası hayatımın.”
Kadın olmanın yaşamın her alanında getirdiği zorluk, haksız şekilde işten çıkarılan bir kadın işçinin bu son derece “süssüz” cümlesi kadar gerçek.
Kadın olmanın en az işçi olmak kadar hayatının bir parçası olması…
Daha iyi ifade edilemezdi. İşte “çifte proleterlik”.
Kadın bu çifte proleterlik durumunu devamında kurduğu şu cümlelerle belki de bilmeden açıyor:
“Gece vardiyasına gitmeden sütümü sağıyorum ben çocuğum için. Ve sabah dönüp kahvaltı hazırlıyorum. Uyuyup kalkıp evi toplayıp çamaşır yıkayıp yemek yapıyorum. Çalışıyorum ben ekmek param için ve 10 seneden uzun süredir çalıştığım fabrikam ile toplu iş sözleşmesi görüşmeleri sürerken sırf sendikam ile birlikte hareket ettiğim için beni işten çıkardı bugün.”
Ardından işverene –anlayana dünyanın en ağır sözleridir- şu sözlerle sitem ediyor demeyeceğim, aslında meydan okuyor:
“Benimle birlikte 20 haneye ateş düşürdü Genel Müdürümüz Çetin Çetin. Bu vicdansızlıktır, anayasal hakkımıza tecavüzdür. Senelerdir senin için ter döken 20 kişiyi bu şekilde silip atmak vefasızlıktır.
Sen de bir çalışansın Çetin Bey. Gerçek olan insanlıktır, onurdur. Ben yıllardır alın terimle ekmeğimi kazandım. Emeğimin karşılığını almak için onurlu şekilde durmaya da devam edeceğim.
Peki ya sen?”
Genel müdürün adı gibi “çifte çetin bir çelişki”si var. O da bir çalışan fakat gözünü kırpmadan 20 kadın işçinin ocağına ateş düşürmekten çekinmiyor. Neden? Çünkü “birilerinin” menfaatini kollamak zorunda hissediyor kendini. Kadın işçiler emeklerinin, kadın olmakla iki kez sömürüldüğünü dile getirebilecek ve bu duruma isyan edecek kadar meselenin “farkında”. “Çetin Çelişki” ise değil. Ne kendisinin de bir sömürülen olduğunun ne de kadınların ocağına ateş düşürmekle demir ökçeyi bir kez daha bilediğinin farkında. Belki de farkında ama kadınlar kadar cesur değil. Bu da Çetin’i kraldan çok kralcı yapan, acınası bir durum.
Kadın işçi sonunda sormuş ya hani “Peki sen?” diye. Bu bir soru değil, bu bir gerçeği yüze çarpma fiili. "Çetin Çelişki" elbette kaçacak. Kaçmak için daha da sertleşecek hatta. Sert olan her şey kırılır. Nitekim, 200 kadın anayasal haklarını kullanarak kendilerini fabrikaya kapatıp üretimi durdurmuş. Cesur, kararlı, dirençli kadınlar…
Bizler de kadınların bu direnişini desteklemekle yükümlüyüz.
Kadınlar bu çifte proleterlik halinin gerçekliğini tüm sertliğiyle yaşarken, kendi yayın araçlarında boy boy “Kadın istihdamı arttı” haberleri geçiyor iktidar. Geçen gün metrobüste gördüm örneğin ve çok öfkelendim. Öfkelendim; çünkü haberin arkasındaki gerçeklik bu değil. Haberin arkasında yatan gerçeklik; ülkedeki yoksulluğun artması. Yoksulluk arttığı için kadınların en ağır işlerde, uzun saatler boyunca, fabrikaların o korkunç şartlarında, asgari ücretin de altında, iskelet sistemleri bozulana dek çalışmak zorunda kalmaları. Gerçek tüm çıplaklığıyla ve acılığıyla bu.
Ayrıca merak ediyoruz; şevkle kadın istihdamının arttığından bahseden iktidar, kadın işçi ölümlerinin de arttığından niçin bahsetmiyor? İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) rakamlarına göre, son beş yılda en az 580 kadın işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Kadınlar tarlaya çalışmaya gitmek üzere istiflendikleri kasalarda geçirdikleri trafik kazasında, ev işçisi olduğu evin camını silerken düşerek, bir aracın altında ezilerek ya da işyerini basan bir erkek tarafından vurularak yaşamını yitirdi. İş cinayetine kurban giden kadınların yüzde 90’ından fazlası sendikasızdı ve yüzde 75’i kayıt dışı çalışmaktaydı.
Kadın emeği bu kadar ucuzken, kadınlar canları pahasına bu derece sömürülürken, ne istihdamı ne artması, siz kimi kandırıyorsunuz?
Bu durumun düzelmesi için politika üretmek ve uygulamak, siyasi partilerin en temel görevlerindendir. Bu politikalar da, öyle bilinmeyen, ulaşılamaz, uygulanamaz şeyler değildir. Dünyanın çok önce keşfettiği ve birçok yerde tıkır tıkır işleyen politikalardır. Kadın sağlığına ve istihdamına yönelik bu politikaları hayata geçirmek, kadınlar için bir lütuf değil, müreffeh bir ülke için zorunluluktur. Eğer yapmıyorsanız, biz kadınlar burada haklı olarak bir kasıt ararız. Hiçbir şey yapmaksızın “Dünyayı kadınlar kurtaracak” demeniz bizi hiç mi hiç etkilemiyor bilesiniz.