Bu yazıda feminizmin bir diğer az bilinen kavramını, “zihinsel çalışma yükümlülüğü”nü açıklamaya çalışacağım. Şahsen de çok muzdarip olduğum bir konu bu. Muzdarip olmayanın çok çok az olduğunu tahmin ettiğim bir konu aynı zamanda. Şimdiden söyleyeyim istisnaları bir kenarda tutarak yazıyorum.
Eşle ya da sevgiliyle aynı çatı altında yaşanan bir evde, erkek ne kadar yardımcı ve iş yükünü paylaşmaya çalışan biri de olsa, evde aksayan/biten/yapılmayan bir şeyin yapılması ya da hatırlatılması kadının görevi olarak görülüyor. Örneğin, bulaşık makinesi mi boşaltılacak? Ya kadın boşaltıyor ya da kadın erkeğe bulaşık makinesini boşaltmasını söylemeden erkek bunu düşünüp yapmıyor. Şampuan mı bitti? Erkek bu eksikliği kafasının köşesine yazmaya yahut listeye eklemeye gerek duymuyor. Çünkü kadın zaten yapar, yapmasa da söyler. Çocuk var diyelim ki; erkek çocuğun okul gömleğinin ütüsünü ya da bebeğin mamasının bittiğini kendiliğinden düşünüp de harekete geçmiyor. İlla kadının söylemesi "şunu yap, bunu et" demesi gerekiyor. İşte kadına yüklenen ve doğal bir görevmiş gibi görünen bu yüke, “zihinsel çalışma yükümlülüğü” diyoruz.
Çalışan kadınlar mesela, bütün gün en az erkek kadar koşuşturuyor, kafa yoruyor, uğraşıyor. Buna rağmen, “akşam ne yesek?” sorusunu çoğunlukla kadın düşünüyor. Eve geliyor, yemeği kadın yaptı, erkek yaptı ya da dışarıdan söylendi, yemek işi bir şekilde çözüldü diyelim. Kadın affedersiniz ama “kıçının üstüne bir türlü oturamıyor”. Bulaşığı hallediveriyor, elini yıkarken kirli havluyu görüp değiştiriyor, biten sabunu not ediyor, çamaşırı atıyor, kuruyanı topluyor, bu esnada çiçekler gözüne çarpıyor onları suluyor, topladığı çamaşırı katlayıp yerleştiriyor, tam oturacak, -sağ olsun erkek masayı toplamada yardım etmiş etmesine de- silinmeyen masa gözüne çarpıyor, hop masayı siliyor. Eh artık kendini koltuğa bıraktığında saat olmuş bilmem kaç…
Çocuk varsa zaten genelde o koltuğa oturulamıyor.
Hani bir ara bir video dolanmıştı; kadın salonda TV izleyen adama “Ben yatıyorum” diyor, adam da “Tamam canım iyi geceler” diyor. Kadın uyumadan önce dişini fırçalarken yukarıda bahsettiğim cinsten bir dolu şeye takılıp bir türlü yatağa gidemezken, adam kumandaya basıp televizyonu kapatarak kadından önce içeri geçip uyuyor.
Maalesef genellikle durum bu.
Bu her şeyi organize etme zorunluluğu aslında çok ağır ve yorucu bir yük. Erkek her ne kadar "yap" denilince yapan biriyse de, insanı asıl yoran zaten işin düşünülüp planlanması. Daha doğrusu o yükü üzerinde hissetmek. Çünkü kadın biliyor ki, kendisi düşünmezse düşünen olmayacak. O şampuan bittiğinde ve kadın bu duruma müdahale etmediğinde, adam banyoda bir bakacak şampuan yok. Sonra diyaloğa bakın:
-Selincim, şampuan bitmiş!
-Evet, bitti.
-E niye almadık?
-Çünkü ben alınması gerektiğini söylemedim.
-E niye söylemedin alırdık?
Buradan kavga da çıkar mesela. Kadın ola ki “Niye benim söylemem gerekiyor, sen niye düşünmüyorsun?” dese –ki yeridir- buyurun şenliğe…
Şimdi kiminiz bana kızacak; ne şımarık dertler bunlar, bizimki tabağını bile kaldırmıyor, ne zihinseli ne yükü! diye.. Kızmayın bana; çünkü bunların da konuşulması lazım. Tam eşitliğin sırrı bu tarz detaylarda gizleniyor. Bunları konuşmazsak işin derinine inmemiş oluruz.
Buradan şu sonuç da çıkıyor mesela; erkek istediği kadar eşitlikçi, özgürlükçü olduğunu iddia etsin, ilişkide istediği kadar yardımcı olsun, bu zihinsel yükü paylaşmakta üşengeç davranıyorsa, bu kişilerin bile kodlarında erkek-egemen zihniyetin var olduğu görülmüş oluyor. Yani, bu adam yarın öbür gün sizin başarınızı da kaldıramayabilir yahut "şunu yanlış yapıyorsun şöyle yap", "bu yaptığın çok gereksiz bence yapma" diyerek sizi bol bol “mansplaining”e (bu kavramı da geçmiş yazılarımdan birinde açıkladım) de maruz bırakabilir. Hiç şaşırmayın yani.
Tabii durum böyle iken, risk almak istemeyip zihinsel çalışma yükümlülüğünü paylaşacak derecede gelişmiş bir sevgiliye/eşe denk gelmeyi beklerseniz, daha çok bekleyebilirsiniz.
Mesela bu konuyla ilgili bir atasözümüz bile var: Yuvayı dişi kuş yapar. Ben atasözüne feci sinir oluyorum. Büyüklerimiz bize bunu söyler durur; "aman kızım canım kızım, bak yuvayı dişi kuş yapar, ses etme, idare et, sen kadınsın, erkek tabii yapar" da falan da filan… E hani hayat müşterekti? Bu özlü sözümüze ne oldu? Yuvayı dişi kuşun yapıyor olması, dişi insanın da yapacağı anlamına mı geliyor? Hani biz toplumsal bir varlıktık? Annemizin karnından bulaşık makinesi boşaltma yeteneğine sahip olarak mı doğduk? Bir güdü mü yani çamaşır katlamak?
Bu meselenin bir diğer sonucu da şu; diyelim ki çiftler boşandı, ayrıldılar ya da kadın vefat etti. Tekrar eş bulma konusunda ilk atağa geçen genelde erkek oluyor. Neden? Çünkü kendine bakmakta zorlanıyor. Yemeği yapılacak, çamaşırı yıkanacak, ev toparlanacak, düzenli seks yapılacak ve daha bir sürü şey. Tüm bu evle ilgili şeyler hep kadın görevi çünkü. Aklıma geldi mesela boşanma davalarında dikkat ediyorum, erkek tarafı hep bir “kadınlık görevini yapmıyor” iddiasında. Yani cinsel ilişki evliliklerde bir kadınlık görevi gibi algılanıyor. “Erkeklik görevini yapmıyor” diyen kadına henüz rastlamadım. Vardır elbet de, dillendiremiyordur. Rastlarsam anonim olarak çerçeveletip asacağım ve feminizm adına bir başarı olarak kamuoyuna duyuracağım. Neyse konu geleneksel aile yapısına geldi.
Velhasıl kadın-erkek eşitliğindeki detay gibi görünen fakat bence önemli bir sorun olan zihinsel çalışma yükümlülüğünü ne kadar bilip de ifade edersek o kadar çözüme zemin hazırlamış oluruz. Her konuda olduğu gibi bu konuda da, çocuklarımızı nasıl yetiştirdiğimiz önemli. Eğer çocuklarımızı kadın ve erkeğin tam anlamıyla eşit olduğu bilinciyle yetiştirirsek, ilerde kızımız da daha mutlu olur, oğlumuz da daha az haksızlık eder. Ve dünya uzun bir süreliğine güzelleşir.