Dün gece, 8 Mart vesilesiyle kadınlar “Gündüzleri de geceleri de sokakları da meydanları da terk etmiyoruz” temalı bir yürüyüşle büyük kentlerin ana caddelerini doldurmuşken, iktidar cenahı Erdoğan’ın “İslam’ın güncellenmesi gerekliliği” yönündeki sözlerini tartışıyordu. Gerçi o cenahta meseleler, sözcüğün gerçek anlamıyla bir ‘tartışma’nın konusu olamıyor hiçbir zaman; ama ‘Reis’in dünkü sözleri, “öyle demek istemedi” şeklindeki gönüllü tekzipçilerden, “keşke öyle söylemeseydiniz sayın cumhurbaşkanım” diyen utangaç/ürkek tenkitçilere dek bir dizi tepkiye yol açtı.
Erdoğan’ın, ‘bazı tepkileri’ göze alarak hasta yatağında ziyaret ettiği Kadir Mısıroğlu da sosyal medyadan şöyle yazdı örneğin: “Aklınızdan çıkarmayın. Kimi ‘Put’ yaparsanız cenab-ı Hakk, alem-i esbabda sebepler halk ederek o ‘Put’u kırar. Muhabbette freni olmayanın varacağı yer ‘Put’çuluktur. Sevdiklerinizi itidalli sevin. Aksi halde felaketlerine sebep olursunuz.”
Erdoğan, bu tepkilere yol açan sözleri, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın ‘Dünya Kadınlar Günü Programı'nda söylemişti. Bir süredir, asansörden, ketçaptan, yorgan yastıktan halvet fantezileri üretip bunları zina ve günah olarak işaretleyen bir din hocasının; kadınların dövülebileceğine, dahası nasıl dövülmesi gerektiğine dair Kuran ayetini, biraz ihtiraslı bir gevşeklikle ‘hatırlattığı’ konuşması özellikle kadınları öfkelendiriyordu günlerdir. O ‘hoca’nın “Kadın dayak yiyorsa şükretsin” demesinin yarattığı infial belli ki rahatsız etmişti Erdoğan’ı. Arkasındaki dev ekranda, kendisinin ve siyasal hareketinin kadına bakışı konusunda berrak bir fikir verecek şekilde, “Güçlü Kadın, Güçlü Aile” sloganı yazılıyken şunları söylüyordu:
“Son günlerde bakıyorsunuz din adamı olarak ortaya çıkıp da ne yazık ki kadınla ilgili çok farklı açıklamalarda bulunup, dinimizde kesinlikle yeri olmayan bazı kendine göre içtihatta bulunan kişiler çıkıyor ortaya. Anlamak mümkün değil. Yani bunlar ya bu asırda yaşamıyorlar, çok farklı bir dünyada, farklı bir asırda, zamanda yaşıyorlar. Çünkü İslam'ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar.”
İktidarın o suskun, itirazsız ‘huzur mahallesi’nde bile bir tartışma kıpırtısına yol açan, esasen, “İslam'ın güncellenmesinin gerektiği” yönündeki ifadeydi belki. Ama “adam kadını dövmezse başka yerde deşarj olur” diye çıkışan ve “zaten neresine vurabiliyoruz ki, çok sınırlı” diye gülüşen mümin hocanın sözlerine yönelik itirazları da pek çok taraftarını rahatsız etmiş olmalı. ‘Hoca’ nihayetinde Kuran’ın ortasından konuşuyordu nitekim…
Ancak Erdoğan, gerçek bir siyaset erbabı, güçlü bir nabız ölçeri olarak, bu ve benzer sözlerin, asansör ve ketçap cinselliğinin, kadınlara ve çocuklara yönelik, arkasını dine yaslamış sapkınlıkların yarattığı rahatsızlığı ve bunun muhtemel ‘siyasi sonuçları’nı hesaplayarak, biraz da beklenenin üstünde bir şiddette tepki gösterdi. Bugün yarın bazı sevenlerinin ‘gönlünü alır’, sözlerini biraz düzeltir, İslam’ın güncellenmesini kast etmediğini söyleyebilir belki; ama –her zamanki gibi– pragmatist davranarak kadınların öfkesinin ‘yanında’ görünmeyi tercih ettiği ve bundan sonra da öyle yapacağı gerçeğini değiştirmeyecektir bu.
Çünkü Erdoğan, kendi iktidar yürüyüşünde de çok önemli bir yeri olduğunu defalarca söylediği kadınların siyasal aktivasyonu konusunda haklı bir endişeye sahiptir.
80’ler ve 90’ların sınırlı olanaklarıyla bir ‘muhalefet’ partisi yöneticisiyken de, ‘merkez’ partilerdeki bölünmüşlük sayesinde elde ettiği İstanbul belediye başkanlığındayken de, dinamosunu Refah Partili kadınların oluşturduğu organik bir kitle iletişim ve seçim makinesine sahipti. Bu dinamoyu AKP’ye de taşıdı. Sokak sokak, ev ev gezen, halkın sahici sorunları hakkında bilgiye, görgüye sahip, bunlarla ilgili olarak hem partiye geri besleme yapan hem de kalabalıklara partinin ‘çözüm’ önerilerini telkin eden güçlü bir silahtı bu ‘teşkilat’…
16 yılı geride bırakan iktidar sürecinde olanaklar genişledi; partiyi, esasen de Tayyip Erdoğan isminin etrafında öbekleşen siyasal-sosyal hareketi oluşturan başlıca unsurlar yeni imkanlara sahip oldular. İslamcı-muhafazakar kitle hareketinin bazı soy unsurları orta-üst sınıflara tırmandılar. Bu yükselişte en büyük paya sahip olan kadınlar, hareketin ataerkil karakterinin doğal sonucu olarak hak ettiklerinin çok altında imkana sahip oldular; ama yine de kendi güçlerinin daha çok farkına varmalarını da sağladı tüm bu olanlar. Tıpkı, neredeyse doğal bir içgüdü, bir sezgi olarak varoluşun içinde kımıldayıp duran sınıf bilinci gibi; kadın emeğinin gaspını, sosyal görünümlerinin silikleştirilmesini, liyakatin ayaklar altına alındığını göre göre edindikleri, ham ama hakikatin ışığına yaklaştıran bir kadın bilincine de sahip oldular.
Feminist, sosyalist, demokrat kadınların yarattığı büyük dirençten, toplumsal farkındalıktan elbette etkilendiler. Türkiye’de özellikle AKP iktidarı döneminde, işçi hareketleri de dahil hiçbir hareket kadın hareketi kadar etkili ve sonuç alıcı olamadı. İktidara, en kibirli anlarında dahi geri adım attırmayı başaran kadınlar oldu. İşçilerin, öğrencilerin, köylülerin, çocuklara, doğaya, hayvanlara sahip çıkan toplumsal hareketlerin etkili olabildiği durumlarda hep kadınlar işin içinde, önündeydi. Karadeniz’de Yeşil Yol’a karşı direnişten Kürt halkının barış mücadelesine, Gezi’den 16 Nisan’daki hayır kampanyasına, kadınlara ve çocuklara yönelik fiziksel cinsel suçları kollayan bazı yasaların püskürtülmesinden metal işkolu, Tekel gibi işçi direnişlerine dek, AKP iktidarını gard almak zorunda bırakan, ona geri adım attıran ya da hasar veren her aktivasyonda kadınlar en önde oldu. Kadınlar bir yandan en yoğun saldırılara, açık fiziksel şiddete maruz kalırken ve bu saldırılar düzen tarafından arkalanırken bir yandan da özgüçleriyle güçlü ve kalıcı bir savunma hattı kurdular. Tüm bunlar olurken –ve tabi bunların olması sayesinde– AKP içinde ve çevresindeki kadınlar da güçlendi, etkinlikleri arttı.
Bir tek adam yönetiminin kurumsal altyapısını büyük oranda tamamlamış; yol arkadaşlarını, olası siyasal rakiplerini, muarızlarını çeşitli yollarla elemiş; hükümeti, Meclis grubunu, partiyi çok da işlevli olmayan birer personel dairesine indirgemeyi başarmış Erdoğan’ın ‘gazabından’ korktuğu az sayıda şeyden biridir kadınların bu gücü. Hesap vermekten, sorgulanmaktan, eleştirilmekten, tutarlı ve ilkeli olması gerekliliğinden, neredeyse her şeyden muaf olan ‘lider’, bu muafiyeti İslamcılığa, neredeyse dini tabulara kadar genişletirken, kadınların direnci karşısında duyduğu endişeden ilham almaktadır. İslam’ın güncellenmesinden söz etmeye varacak kadar ‘cüretkar’ bir tutum almak zorunda kaldığı günün akşamı, türlü korkularla zapturapt altına alınmış sokakları siyasal bir gösteriyle binlerce kadının doldurması tesadüf değildir.