Şahit olduğu kadına yönelik şiddeti önlemeye çalışan Kadir Şeker soruşturmasında kafa karışıklığı söz konusu. Kadir’in cezalandırılmaması, serbest bırakılması yönünde ciddi bir tepki gelişti. Bunun neticesinde bir kesim de "Hukuk anlık gelişen toplumsal tepkiyle yönlendirilebilecek bir alan değildir" dedi.
Öncelikle belirtmem gerekir ki; bir hukukçu olarak ziyadesiyle ikinci tepkiyi sıklıkla savunurum. En son Nevin Yıldırım davasında benzer bir durum yaşadık. Sistematik cinsel saldırıya maruz bırakılan Nevin Yıldırım saldırganı öldürmüş, sonrasında başını keserek köy meydanına atmıştı. Toplumsal tepki Nevin’in cezalandırılmaması yönündeydi. O vakit oldukça endişelenmiştim, zira gerekçeli kararı araştırdığınızda bulamıyordunuz bile, fakat insanlar Nevin’in beraati yönünde katiydi. Oysa, dosya detayına hakim olmadan dahi söylenebilir ki sistematik cinsel saldırı her ne kadar muhakkak indirim sebebi teşkil etse de ortada meşru müdafaa olup olmadığı tartışmalıydı. "Nevin Yıldırım, öldürme eylemini gerçekleştirmeden evvel her türlü yolu denemiş miydi?", "Eylem saldırı anında mı gerçekleşmişti?" gibi çokça detay soru varken, bu soruların cevabına gerek olmadan dahi söyleyebileceğimiz şey şuydu: Öldürme eylemi meşru müdafaaysa bile kafa kesmek de neyin nesiydi? Bu eylem beraati otomatik olarak saf dışı bırakan “fazla” bir eylemdir.
İşte o vakit kadına yönelik şiddete karşı başarılı mücadelemizde riskli gördüğüm birkaç durumdan biriydi bu. Hukukun “toplumsal tepkiyle yönlendirilecek” noktaya gelmiş olması. Buna “hukukçu olmayan kişilerin ahkam kesmesi” gibi kibirli bir tabir kullanmak istemiyorum, zira halkın vicdanını bu derece sert bir tanımla dışlamak da doğru değil.
Adalet kavramının kökeninde her ne kadar “vicdan” var ise de, hukuk teknik bir alandır. Bir çeşit formüller bütünü gibi. Olayları tarifler, genel kaideyi koyar; şöyle olursa böyle olur gibi çeşitli varsayımlar dahilinde birtakım sonuçlar belirler ve böyle olursa şu olmaz gibi sınırlamalar koyar. Bununla birlikte hukuk objektiftir, taraf tutmaz. Toplumsal düzenin, adaletin ve eşitliğin sağlanması için pozitif ayrımcı tutum ile taraf tutmak arasında önemli ve ince bir fark vardır.
Tabii hayattaki her durum tamı tamına tanımlanamaz. Bu sebeple yasalarda boşluklar da bulunur. Vuku bulan olayın karşılığı yasada boşluğa tekabül etmekteyse kıyasen yorum yapılır, içtihatlar, teamüller oluşur.
Kadir Şeker vakasına gelince; elbette dosyayı incelemeden, deliller tam olarak toparlanmadan hukuki bir çıkarımda bulunmak, yargı üzerinde baskı kurmak doğru değildir. Fakat bilinen kadarı üzerinden insanların hassas olduğu bir konuda fikir beyanında bulunması da engellenemez. Zira hukuk, bir yandan kamunun vicdanını tatmin etmek zorunda olduğu gibi, halkın tepkisiyle de kendini geliştiren bir yapıdır.
Bu noktada esas sorun şu ki; bu ülkede halk ne yazık ki yargıya güvenini yitirmiştir. Haliyle toplum, vicdanını rahatsız eden vakalarda sıklıkla yargıya müdahale etme gereği duymakta, adaleti kendisi tesis etmeye yönelmektedir. Nitekim bu durum yargının itibarını da alt üst eden bir durumdur. Fakat bu konuda halkı suçlayamayız, yargı çuvaldızı kendine batırmak durumundadır.
Yargıya olan güvenin sarsılması, sivil toplum kuruluşlarının görev alanını da belirsizleştirmiş durumda. Ülkede, yargıya olan güvenin azalmasıyla, daha doğrusu yönetenlerin çuvallamasıyla, sivil toplum kuruluşları esas görevlerini bırakıp bir nevi adalet tesis edici gibi davranmak durumunda kalıyor. Bu da geri kalmışlığımızın bir diğer göstergesi.
Kadir Şeker, ‘görüdüğü kadarıyla’ iyi bir insan. Fen lisesi mezunu olup tıp fakültesine hazırlanması suça meyilli biri olmadığının garantisi değilse de insanlar üzerinde olumlu bir önyargı yarattığı kesin. Evet, hem şiddet mağduru kadının hem Kadir’in ifadesinden anlaşıldığı üzere şiddete tepki vermek üzere olaya yöneldi. Fakat sonrası nasıl gelişti bilemiyoruz. Eylemin tam olarak yasadaki karşılığını bulmak için de bunları bilmeye ihtiyacımız var. Örneğin, Kadir olaya müdahale edip şiddet uygulamaya çalışan kişiye engel olmaya çalıştıktan sonra ne oldu? Şiddet uygulayan kişi öfkesini derhal Kadir’e yöneltip onu boğmaya mı çalıştı? Yoksa şiddet uygulayan kişi “Git işine” dedikten sonra Kadir konuyu kişiselleştirip şiddeti önlemeye çalışmanın ötesine geçen davranışlarda bulundu mu? Ya da boğulmaktan kurtulmanın tek yolu o bıçağı saplamak mıydı? Bıçak taşımasının geçerli sebepleri var mıydı, bu sebepler ispat edilebilir mi? Bu ve bunun gibi onlarca sorunun cevabının bulunması lazım. Evet, Kadir dozunda davranışlarla şiddeti önlemeye çalıştıysa, şiddet uygulayan öfkesini derhal Kadir’e yöneltip onu öldürmeye çalıştıysa ve Kadir çaresizlikle bıçağı saplamak durumunda kaldıysa meşru müdafaa gündeme gelebilir ve beraat söz konusu olur. Fakat taksirle insan öldürme de vakada olası durumlardan biridir. Hatta bilinçli taksir veya olası kast da tartışma konusu olabilir. Bunların hepsi olayın oluş biçimine ve çok çok ince detaylara bağlı. Elbette bunları açıklamaya kalkışsak en özet haliyle birkaç sayfa yazmak durumunda kalırız. Kasten insan öldürmenin gündeme gelmesi olayın başlangıç noktası itibariyle pek mümkün değil gibi görünmekte. Meğer ki Ceren Özdemir vakasındaki katil gibi kendisine öldürecek insan arıyor olmasın. Bu noktada, Kadir’in Ceren Özdemir’in ya da Emine Bulut’un katiliyle aynı şekilde yargılanması kamu vicdanını yaralar, “adil” olmaz.
Ve yine tekrarlayalım bütün bunlar oldukça kaba taslak açıklamalar.
Sonuç itibariyle, bazı tehlikeleri dile getirdikten sonra konuya şu eksende bakmak gerek; bu vakada önemli bir kesimin Kadir Şeker’i korumaya çalışması, toplumun kadına yönelik şiddete karşı bir çığlığıdır. Şiddete karşı tepkisizliğe isyanıdır. Şiddet bir gün sokak ortasında benim de başıma gelirse ne yaparım endişesidir. Ülkenin ahvali itibariyle bu olasılığı çok yüksek görmesi ve kendini korumaya alma refleksidir. Konuya bu açıdan bakıp, bu doğrultuda sistemsel ve doğru politikalar geliştirmek, uzun vadede işe yarayan bir tutum olacaktır.