KAFA’lardaki imgelerden geleceğe ne kalacak?*
"Fazla” okumuş, “entel”, hayvansever, insan haklarıyla ilgilenen, “duyar kasan”, tüm bunlar sebebiyle kadınsı “letafetini” kaybetmiş, “cinsiyetçiliğe karşı sert bakışlar atan” bu kadın imgesi hiç yeni değil; aksine o kadar klişe ve eskimiş bir imge.
Tuba Sivri
Çocukken televizyonda gördüğüm ve beynime kazınmış iki kadın imgesi var: Duygu Asena ve Panter Emel. İkisi de “marjinal, radikal, uçlarda, çatlak” gibi sıfatlarla ve “yine olay çıkardı” gibi başlık cümlelerle kazındı aklıma. Bir şekilde ikisinden de çekindiğimi, hiç tanımadığım bu kadınların “tehlikeli” olduklarını hissettiğimi hatırlıyorum. 90’larda çocuk olmanın böyle de bir etkisi varmış demek ki.
Geçenlerde annemle kadınlar ve taciz gibi bir konu üzerine tartışıyorduk (bu konularda o kadar sık tartışırız ki içeriği tam hatırlayamıyorum). Bana dedi ki “En uyuz olduğum o kadınlardan oldun: Feminist, erkek düşmanı, cazgır, ben bilirimci”. O anda hatırladım küçükken Duygu Asena’dan korktuğumu. Çünkü bütün bu sıfatlar ben küçükken kafamda onunla birleşmişti. Aşırı karikatürize edilmiş ve odağı bulanıklaştırılmış bir öfke, “cinsellik” gibi tabu meseleler hakkında “sansasyonel” açıklamalar, bağlamından koparılmış ve magazinselleştirilmiş söylemler, yırtıcı bir “feminist” imgesi oluşturmuştu kafamda. Yıllar sonra Duygu Asena’nın Kadının Adı Yok’unu okuyana kadar da o imge canlı kaldı galiba.
Ölü yazarların fotoğraflarını, dijital uygulamalarla illüstrasyona çevirip kapak yapan ve sadece aforizma edebiyatını beslemekle yetinmeyip edebiyatın genelini de aforizmalaştırarak “kitlelere” ulaşmasıyla ünlü popüler edebiyat dergilerinden biri olan KAFA’da yayınlanan, Emirhan Peker’in çizdiği bir karikatür, kafamdaki “o” imgeyi yeniden uyandırdı.
Aslında “fazla” okumuş, “entel”, hayvansever (belki vejetaryen/vegan), insan haklarıyla ilgilenen, “duyar kasan”, tüm bunlar sebebiyle kadınsı “letafetini” kaybetmiş, “cinsiyetçiliğe karşı sert bakışlar atan” bu kadın imgesi hiç yeni değil; aksine o kadar klişe ve eskimiş bir imge ki benim çocukluğuma kadar gidiyor. Bu imgenin söylediği başka şeyler de var tabii: Erkeklerle ilişki kuramamış, bu yüzden “öfkeli”, ama aslında bir erkek tarafından sevilmeyi bekleyen, şişko, çirkin feminist…
Bu saydıklarım ve çok daha fazlası, özellikle sosyal medyada anonim olarak var olan feminist kadınların eminim hepsine çok tanıdık gelecektir. Ekşisözlük’teki feminist düşmanı başlıklardan Twitter’da Avrupalı erkek bir filozofun (mümkünse ölmüş; Aydınlanma çağı filozoflarından olabilir mesela) resmini profil fotoğrafı yapıp her konuda ahkam kesen trol abilerimize kadar dijital çağın tüm eril aktörleri, 90’ların karikatürize feminist imgesini seve seve günümüze taşıdılar.
Ama ben bu imgenin daha da eski olduğunu düşünüyorum. Hani şu trol abilerimizin profil fotoğraflarında yer alan Aydınlanma çağı filozoflarına kadar götürebilirim bu imgeyi. Rousseau’dan başlayalım mesela. Fransız filozof, “insan” özneden ve bu öznenin özgürlüğünden bahsederken şüphesiz aklındaki özne, beyaz bir erkekti. Ancak bu erkek; vatandaşlık hakkı, insan hakları, millet olmak vs. konusunda tek başına çabalamaya devam edemezdi. Nesillerin devamı “annelerin” elindeydi ve bu yeni “insan özne” felsefeyle aydınlandıkça evdeki anne onu sıkmaya başlamış; dahası “evdeki melek”, gelen yeni nesli de doğru düzgün yetiştirmeyi beceremeyecek kadar cahil kalmıştı. Evet, kadınların eğitilmesi gerekti. Ama sadece iyi birer anne ve eşlerini anlayabilecek düzeyde zevceler olabilmek için. Rousseau, Emilé’de ideal kadını anlatırken bu “eğitim” meselesinin sınırlarını dikkatlice çizer: “Erkeklerin hoşuna gitmek, onlara faydalı olmak, kendilerini onlara sevdirmek ve saydırmak, küçükken büyütmek, büyüyünce onlara bakmak, nasihat vermek, teselli etmek, hayatı zevkli ve sevimli bir hale koymak... İşte kadınların görevleri her zaman bunlar olmuştur. En küçük yaşlardan itibaren kendilerine öğretilmesi gerekenler de bunlardan ibarettir.”(1)
Alman filozof Immanuel Kant, Yüce ve Güzel Üzerine’de “kadın cinsi en az erkek cinsi kadar anlama yetisine sahip olsa da onlarınki, daha farklı -güzel- bir anlama yetisidir” derken Rousseau’yu yankılar: “İnsanı yorgun düşüren öğrenme çabası (…) [veya] acı verici düşünce uğraşı, kadın cinsine uygun erdemlerin mahvolmasına yol açar.”(2)
Kadın cinsine uygun erdemlerin neler olduğunu öğrendik: Erkeklerin hoşuna gitmek, onları besleyip büyütmek, okşayıp pışpışlamak, dünyadaki en değerli biricik kar taneleri olduklarına inanmalarını sağlamak vs…
Bu durumda kadın hem fiziksel çekiciliğini korumalı, hem erkeğin neden bu dünyanın en önemli varlığı olduğunu anlayıp aktarabilecek kadar bilgi ve konuşma becerisine sahip olmalı hem de gereğinden fazla şey bilip erkeği -maazallah- yetersiz falan hissettirebilecek durumlardan kaçınmalıdır.
Kadın felsefeyle çok ilgilenirse ne olur peki? Erkeksileşir tabii ki. Bütün o letafetini kaybeder, erkekle yarışmaya kalkar, güçlü olacağım derken kas yapar, dur şu kitabı okuyayım derken cilt bakımını ihmal eder ve daha neler neler… Peyami Safa böyle kadınların “tehlikelerinden” bahsederken şu ifadeleri kullanıyor: “Erkekle erkek olmak isteyen kalın sesli, elleri ve ayakları şişkin, derisi keçe gibi sert, kıllı çenesi tahakküm iddialarıyla gerilmiş, çaçaron ve kavgacı Lilith’in kızları…”(3) Evet, imge kafamızda belirdi mi?
Peki bunca senedir erkekler neden bu imgeyi ısıtıp ısıtıp önümüze sunmaktan vazgeçmiyorlar? Cevabı belli bir soru bu, evet; kız çocuklarının bu imgeden korkup “öyle bir kadın” olmamak için daha çok çabalamaları, Duygu Asena gibi bir kadının aslında ne dediğini duymamaları; okuyan, düşünen, Boğaziçi’nin çimlerinde uzanıp kedilerle yuvarlanan kadınların cinsiyetçiliğe karşı sert bakışlarındaki “haklı öfke”yi görememeleri ve Rousseau’nun bahsettiği o “erkeklerin hoşuna giden, onlara faydalı olan kadın”ı o genç kızların zihinlerinde daha parlak bir imge haline getirebilmek için.
Tabii başka bir neden de tüm tacizlere, mobbinglere, “buraya ait değilsiniz” altmetinli saldırılara rağmen akademide varlığını koruyan kadınların saygınlığını azaltmak; onları ait olmadıkları bir yere zorla tutunmaya çalışan marjinal tipler olarak kodlayıp akademinin/düşünce dünyasının/felsefenin dışına “yeniden” hapsedebilmek.
Maalesef bu acınası çaba, tüm bu aşağılamalar, sözüm ona “mizah konusu edilmeler”; “erkeğe laf yetiştiren çaçaron” feministlerin ne güçlenmelerini ne kalabalıklaşmalarını ne de akademideki konumları için çok daha sesli, çok daha özgüvenli savaşmalarını engelledi. Bu feministler, kampüslerde cinsiyetçiliğe karşı sert bakışlar atarak #BaşkaBirAkademiMümkün (4) dediler ve tarihin akışındaki aktif rollerinin, yükselen medeniyetteki tüm emeklerinin görünür olması için mücadele etmeye devam ettiler, ediyorlar.
KAFA’ya geri dönecek olursak; genel olarak popüler kültürün, özelde popüler edebiyat dergilerinin toplumu dönüştürücü gücünü yok saymamakla beraber, popüler olabilmenin temel koşullarından biri olan “stereotipler” üretme ve mevcut ayrımcı tipleri yeniden üretme özelliğinin, ister istemez cinsiyetçi, ırkçı, ayrımcı söylemleri sahiplenmeye vardığını biliyoruz. Bu yüzden hızlı internet çağında anında tüketilebilen “çerez” içerikler üretip edebiyatı sosyal medyada alıntılanabilir bir “paylaşım” (terimi sadece sosyal medya bağlamında kullanıyorum) materyali haline getiren popüler edebiyat dergileri için “kadın dediğin/erkek dediğin”le başlayan klişe kalıplar ve toplumda zaten kabul gören cinsiyetçi, kadın düşmanı imgeler/söylemler tabii ki kullanışlı olacaktır. Ancak burada sanırım sorulması gereken şu: Bu kullanışlılık tuzağına düşüp hızla tüketildikten sonra feminist hareket tarafından tarihin kirli kutusuna gönderilecek acınası, klişe, hiçbir zeka ve yaratıcılık unsuru taşımayan ürünlerle anılmayı mı tercih edecekler; yoksa haiz oldukları gücü mevcut sistemi eleştirebilen, toplumu düşünmeye sevk edebilen, gerçekten yaratıcı, entelektüel çaba gerektiren ürünlere sayfalarında yer vererek gelmekte olan female future’ın (5) kalıcı bir parçası mı olacaklar? Sanırım biraz Kafa’yı çalıştıran doğru tarafı bulacaktır.
[1] Rousseau, J. J. (2007). Emile (Bir Çocuk Büyüyor), İstanbul, Selis Kitaplar:13, Çocuk Eğitimi:2 s:220
[2] Akt. Genevieve Lloyd, Erkek Akıl: Batı Felsefesinde ‘Erkek’ ve ‘Kadın’, Ayrıntı, İstanbul, 2015 s: 109
[3] Peyami Safa. Objektif 5: Kadın, Aşk ve Aile. Ötüken, İstanbul. 1999 s:37
[4] Cinsiyetçi Kültüre Karşı Başka Bir Akademi Mümkün
[5] Türkçe’ye “Gelecek Dişildir/Kadındır” şeklinde çevirebileceğimiz “The Future is Female” sloganı, 21. yüzyıl feminizminin gayri resmi sloganı haline gelmiştir diyebiliriz.
*Bu yazı ilk olarak bianet'te yayınlanmıştır.