'Kafeler, dükkanlar ve sinemalar insanları yarattı'
Juan Emar'ın Türkçeye çevrilen ilk romanı 'Dün', Ketebe Yayınları tarafından yayımlandı.
Asıl adı Álvaro Yáñez Bianchi olan Şilili yazar ve sanatçı Juan Emar, dadaist ve sürrealist biri olarak bilinir. İsmini "Juan Emar" yapması da zaten onun bu tutumunun bir yansımasıdır. (Fransızcada “J’en ai marre”, “sıkıldım, bunaldım” anlamına gelir.) Emar varlıklı, sosyal statüsü yüksek bir aileye mensuptur ama her zaman düzen dışının peşine düşer ve buna yönelik eserler üretir.
İlk romanı olan 'Dün'ü 1935’te yayınlar. Gündelik olanın, sıradan olanın gözlemlenmesi üzerine şekillenen 'Dün', Türkçeye çevrilen ilk kitabıdır. Ketebe Yayınları etiketine sahip olan kitabın çevirmeni ise Zeynep Ergin’dir.
'VAR OLAN HER ŞEYİ YEŞİL OLARAK GÖRECEKSİN'
Romanın anlatıcısı ve karısı, San Agustin de Tango diye bir şehirde gün boyu oradan oraya gezerler. Rasgele bir şekilde gerçekleşen bu gezilerde çeşitli mekanlarla, çeşitli insanlar ve olaylarla karşılaşırlar. Anlatıcı, karşılaştığı olaylar her ne kadar olağanüstü şeyler içerse de, bunları normal bir şey anlatıyormuş gibi yazar. İlerleyen sayfalarda da zaten "normal" ve "normal olmayan", "gerçek" ve "gerçek olmayan" birbirine karışır.
Anlatıcıyla karısının ilk durakları, Rudecindo Malleco’nun giyotinle yapılacak idamıdır. Anlatıcının "görmeyi çok istediği bu gösteri" kalabalık bir meydanda icra edilecekken, bu suçun sebebini okumaya başlarız. Malleco karısına dair cinsel içerikli norm dışı şeyler düşündüğü için altı ay hapsedilip yargılanmış ve sonunda idamın cezasına çarptırılmıştır. Peder, evvela İncil’deki şu ayetleri okur: “Eğer sağ gözün günah işlemene neden olursa, onu çıkar at. Çünkü vücudunun bir üyesinin yok olması, bütün vücudunun cehenneme atılmasından iyidir. Eğer sağ elin günah işlemene neden olursa, onu kes at. Çünkü vücudunun bir üyesinin yok olması, bütün vücudunun cehenneme gitmesinden iyidir.” Buradan yola çıkarak da Malleco’yu günaha sokan organının, yani beyninin kesilip atılmasını önerir.
Malleco’nun beyni giyotinle kesilip ayrıldığında zavallı adam kafatasının kesik parçasını yerine takmaya çalışır bir süre, etrafındakilerle kavga eder vs. Nihayetinde de ölür.
Bir diğer olağanüstü örnek hayvanat bahçesinde gerçekleşir. Burada da bir devekuşunun bir aslanı tek hamlede yuttuğunu görürüz. Bir başka yerde, burjuvaziden nefret eden ve yeşile takıntılı bir ressam vardır. Anlatıcı onunla tartışmaya başlar. Hatta ona şöyle der: “Görürsün dostum, bir gün gelecek ki maviyi yeşil olarak göreceksin, sarıyı yeşil olarak göreceksin… var olan her şeyi yeşil olarak göreceksin. Bu böyle sürmez. Zira bu kadar yeşil görmekten yeşilin kendisini göremez olacaksın.” Ancak tartışmaları bitmez. Ressam, renklerle hayatı o kadar iç içe görür ki, burjuvaların kanlarından yepyeni kırmızılar çıkaracağına dair nefret dolu bir tirat atar.
RÖNTGENCİ GÖZ
'Dün'ün anlatıcısı röntgenci bir göze sahiptir. Karşılaştığı kişi ve olayları uzaktan gözlemlerken, zaman zaman gözlemlemenin kendisi üzerine de çeşitli sorular sorar. Bunun en güzel örneğini "dünyadaki tüm hikayelerde figüranlık yapan koca göbekli adam"la olan karşılaşmasında görürüz.
Anlatıcı, koca göbekli adamı fark edince, "gözlemle onu, sınırlarını çiz onun, tanı onu" emrini verir kendine. Onunla ilgili olumlu olumsuz pek çok hikaye anlatır ve sonra, "Hepsini işte karşımdaki koca göbekli adamla yapabilirim,” der. Ancak onu ne kadar farklı hikayeyle çevrelerse koca göbekli adam o ölçüde “bulanıklaşır, kendini ona mühürler, dış hatlarını kaybeder."
Anlatıcı daha sonra bu bilinmezliğe etraftaki diğer insanları da katar. Böylece insanların, önlerinden geçip durdukları vitrinler tarafından yaratıldıklarına, insanların varoluşunun bu vitrinler olduğuna değinir. Devamında işin içine Tanrı’yı da katar. “Tanrı her şeyden önce kafeleri, dükkânları ve sinemaları yarattı. Daha sonra, kafeler, dükkânlar ve sinemalar insanları yarattı,” diye yazar.
ANLATICI ETKİSİ
'Dün'ün anlatıcısının gözlemi sabit bir akış içinde ilerlemez. Bazen anlattığı şeyde boşluklar bulunur, "sonrasında, hakkında hiçbir şey hatırlamadığım karanlık bir nokta geliyor" der, bazen de öylesine nettir ki, "bakışının %90’ı içe doğruydu, kalan %10’u ise etrafa dökülürken, biraz boş ve müthiş bir iyilikle doluydu” diye yazar.
Bu değişkenlik sadece anlatıcının gözlemlediği kişi, olay ve mekandan kaynaklı da değildir üstelik. Yaratılan paralel gerçeklik, anlatıcının ruh haliyle de ilgilidir ki bu da finale doğru hepten yükselir ve anlatıcı kendi fiziksel bütünlüğünden, sınırlarından dahi şüphe eden bir noktaya varır.
Farklı edebi estetiklere ilgi duyanların, Juan Emar’ın bu kısa romanına bakmalarında fayda var.