“Kuzey komşudan” iyice korkan Gürcistan, Kafkasya’ya ABD’yi çekmek için elinden geleni yapmaya devam ediyor. Ne var ki Obama bölgeye pek yüz vermemişti. Trump’ın ilgi odakları da burada değil. Washington açısından fazla önemli olmayan bölgenin bir tek cazibesi var. O da “enerji çoğulculuğu”, yani Rusya’yı by pass edecek boru hatları. Ve de Kafkasya, Çin’in yükseldiği Asya’nın dibine açılan bir kapı. Ne var ki işin içinde Türkiye olmazsa olmaz.
Osmanlı devleti, 16–18'inci yüzyıllarda İran ile, 18 ve 20'nci yüzyılın başında Rusya ile Kafkasya için savaştı. İran’ı halletti ama Rusya’ya yenik düştü. Türk kamuoyunun, hâlâ imparatorluğun kaybettiği toprakların ağrısını çektiği ortada. Haşmet gitti, eski ruh hali sürüyor. Cumhuriyet zamanında iyice “unutulan” bölge SSCB dağıldıktan sonra gündeme alındı. Ancak o zaman “Adriyatik’ten Çin Seddi'ne kadar” uzanacak Türkiye’nin nüfuz alanına girmesi planlanan Kafkasya’da (Orta Asya’da olduğu gibi) yeni kurulan devletlerin çıkarları ve beklentileri ile Türkiye’nin amaçları ve imkânları örtüşmedi. AKP zamanında dış politikada aktivitesi artan Türkiye, 2008 yılı Rus-Gürcü savaşı ardından arabuluculuk üstlenip “Kafkasya’da İstikrar ve İşbirliği Platformu” denilen bir program ortaya koydu. Ne var ki bölge devletleri ile dış güçlerin çıkarları birbirine girince bu girişim fazla ilgi görmedi.
O arada dış güçlere eski aktör katıldı. Azerbaycan’dan fazla Azeri nüfusu barındıran İran’ın Bakü ile ilişkileri hiç de bulutsuz sayılmazdı. 1992’de Azerbaycan’ın Devletbaşkanı Ebülfez Elçibey’in, Azerilerin çoğunlukta olduğu bütün toprakları “Büyük Azerbaycan” sınırları içinde birleştirme çağrısı İran’da unutulmuş değildi. Öte yandan İran Devletbaşkanı Hasan Ruhani’nin deyişiyle “İran ve Ermenistan arasındaki samimi ve dostane ilişkiler dünyada sembol ve örnek oluşturuyor”.
Ankara’nın Kafkaslar politikasının temelinde birkaç faktörü var:
Bir. Türki yani “gardaş” Azerbaycan ile varoluşsal ittifak. Türkiye’nin 300 km’lik Ermenistan sınırını kapatması sadece müttefiki okşamayı amaçlayan bir adım. Bununla birlikte Türk kamuoyu arada sırada hükümetten Yerevan’a karşı daha sert tedbirler almasını istese de, Ankara “kırmızı çizgiyi” geçmiyor. Azeri askerlere eğitim ve silah veren Türkiye, daha çok Azerbaycan lehine açıklamalarda bulunmak ve dünya kamuoyuna propaganda yapmakla yetiniyor.
İki. Yukarıda kısaca bahsettiğimiz enerji projeleri, Türkiye’i yavaş yavaş Avrupa’nın enerji dağıtım merkezi durumuna getiriyor. Bu çerçevede, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı ile Bakü-Tiflis-Erzurum doğalgaz boru hattı faaliyete geçirildi; Trans-Anadolu doğalgaz boru hattı’nın (TANAP) yapımına da devam ediliyor.
Üç. Gürcistan’ın NATO üyelik arzusu iki ülkeyi birbirine itiyor, ekonomik işbirliğine de ivme kazandırıyor. O kadar ki Gürcü kamuoyu “Türkiye’nin ekonomik ve siyasi işgali”nden söz etmeye başladı bile.
Dört. Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan için bir numaralı ticaret partneri durumunda.
Beş. Türkiye’nin, Abhaz, Çerkes, Çeçen, Azeri, Gürcü gibi 8 ila 12 milyon arasında Kafkasyalı vatandaşı var. Onların kurduğu dernekler listesi bile birkaç sayfa alır. Ankara, vatandaşlarının “anayurdu özlemine” bir şekilde karşılık vermek zorunda.
Ne var ki Ermenistan ile ilişkiler normalleştirmeden Türkiye’nin Kafkasya politikası objektif olarak bölgenin kutuplaşmasına ivme kazandıracak, yeni krizlere yol açacak. Başka deyişle iki millet (iki devlet değil!) 1915 olayları üzerine bir uzlaşmaya varmadan Güney Kafkasya’da istikrar olmaz. Uzlaşma mümkün mü? Emin olamayız.
Yazıya, belirli oranda Çin’in finanse ettiği ve Yeni İpek Yolu parçası olarak algılanan Bakü-Tiflis-Kars demiryolu ile başladık. Ne var ki 1 Kasım’da bölgeyi belki de daha çok etkileyecek gelişmeye tanık olduk.
Tahran’da Rusya, İran ve Azerbaycan liderleri bir araya geldi. İran basınının verdiği haberlere göre Ayetullah Ali Hamaney ile Vladimir Putin ikili ve uluslararası ilişkileri sadece iki devlet başkanı olarak değil, iki başkomutan olarak görüşmüş. İlham Aliyev’in de”askeri” toplantıya katılışı birçok spekülasyona yol açtı, ama üç liderin imzaladığı ortak bildiri daha ilginçti.
Putin “görüşmelerimizin ana gündemini ekonomik konular oluşturdu” dese de bildiride güvenlik ve özellikle enerji alanında işbirliği konulu cümlelerden sonra üç lider Hazar Denizi'nin statüsünü ortaklaşa belirlemeye ve bölgede krizlere sadece barışçıl çözüm bulmaya karar verdi.
Burada, Moskova ile Tahran’ın Hazar Denizi statüsüne bakışının TANAP’ı engellediğini, son zamanda silahlanmaya hız veren Bakü’nün de Karabağ meselesini “gerekirse zorla” çözeceğine dair yaptığı açıklamaları hatırlatmakta yarar var. Herhalde Aliyev’in bildiriyi imzalaması kolay olmadı. Özellikle Bakü-Tiflis-Kars demiryolunun görkemli açılışından sadece iki gün sonra. Belki de bu yüzden Azerbaycan Devletbaşkanı Tahran’dan ayrılırken üçlü müzakerelerin yararlı geçtiğini, üç ülke ilişkilerinin daha da geliştirilmesi gerektiğini ve üç ülkenin ortak kültür ve tarihe sahip olduklarını söylemekle yetindi.
Üstelik Ayetullah Ali Hamaney’in Aliyev’e, “güçlü bir inanca sahip Azerbaycan halkı”nın, İran ve Irak halkları gibi ekseriyetle ehl-i beyt toplumuna ait olduğunu hatırlatması ve Putin’in, İran'ın güneyindeki Bender Abbas Limanı'ını Helsinki'ye bağlayacak (Rusya’nın peşinde olduğu ve Yeni İpek Yolu’na rakip olma potansiyeline sahip) kuzey – güney ulaşım koridorunun önemini anlatması manidar.
Bölgede yeni çağın başladığını söylemek için henüz erken ama 2018’de ve sonrasında Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Rusya ve belki de Türkiye’de yapılacak devletbaşkanı seçimlerini dikkate alırsak, mevcut dengeleri değiştirecek hamleler beklenebilir.