Kesif bir duman vardı havada, sigara dumanı. Keskin bir içki kokusu duyuluyordu ve bunlara çarpa çarpa dolaşıyordu meyhanede neşe. Mezarlıktan çıkıp gelmiştik. Kimse ölmemişti, yoksullar yaşıyordu eski mezarlarda. Toplu konutlar gibiydi. Ödemeleri gereken banka kredileri yoktu sadece. Lahdin üstüne yatak yapmışlardı mesela. Sesten duyulamayacağı için elimle işaret ettim garsona, iki bira daha. Mezarda bir yontunun boşluğunda nargile duruyordu ve dualar ayakta tutuyordu bu yoksulluğu ve de televizyon. Antenleri yüzyıllar öncesini, bugüne teyelliyordu.
İspanyol gazeteci ile sarıldık. Biramdan içti, kendisinin zannedip. "Çok mu susadın yine" dedim. Duydu. Şaşırdım ama bir süre sonra duyulabiliyordu her şey. Arap aksanıyla, İngilizce bir aşk şarkısı söylüyordu sahnede kadın. Sahne dediğim, masaların arasında, neşe ve kahkahaların yanında bir yer işte. ‘Daima’ dedi İspanyol gazeteci. En son gördüğümde, çölde Gazze’ye doğru yürüyorduk birlikte. Çok susamıştı. Garson büyük bir maharetle, kalabalıktan sıyrılıp, biralarla geldi. Bakla getirdi küçük bir tabakta, meze. Taze iç bakla ve ben İspanyol gazetecinin birasını içiyormuşum halbuki.
Çok susamıştım…
Beklediğimiz adam geldi. Uzun yıllardır Kahire’de yaşayan bir Filistinliydi. "Tamam, ayarladım" dedi. Bir bira diye işaret ettik garsona. İki yaptı eliyle, çok susamıştı belli. Serap gibiydi garson, dumanların arasında, belki nargile de vardı bilmiyorum, biraz kenar masalarda. Fakat keyif, çöreklenmişti her yere. "Fakat biraz kokacaksınız" dedi. Güldü. "Koyunlarla birlikte geçeceksiniz."
Gazze’ye kaçakçıların kazdığı tünellerden geçmek istiyorduk. Ambargo altındaydı Gazze. Hem İsrail, hem Mısır sınırları kapalıydı. Bu tünellerden besleniyordu şehir. Kaçakçılar, üç katı fiyatına satıyordu bütün yiyecekleri. "Kaç kişiye rüşvet dağıtıyoruz biliyor musunuz" diyorlardı. Tabii ki doğruydu. Her sınır, her yasak kendi ekonomisini doğuruyordu. "Koyunlar sorun olmaz" dedik.
Biraz daha bira geldi sofraya, başka bir kadın, bir caz parçası söylüyordu. Arapçaydı galiba. Güzel gözleri vardı. Bize bakıyor gibi geliyordu. "Yarın ararım sizi" dedi. Kadın değil, adam, ne yazık ki. "Tamam" dedik. Gittiğine pek üzülmedik. Sahne daha iyi görünüyordu. Demiştim, sahne yoktu zaten masaların ortası işte.
"Yalan söylüyor" dedi Mısırlı kadın arkadaş. Onun evinde kalıyorduk Kahire’de. "Para vermedik ki hiç" dedim. Kaçakçılar isterse onlara vereceğiz. Niye yalan söylesin?’ Gazeteciydi. Gece birlikte takılıyorduk. Gündüzse biz eylemlere filan gidiyorduk, ne varsa işte. Anlatacak şeylerle doluydu sokak. Her zaman öyledir, sokaklar.
"Susamıştır" dedi.
Söylemeyi unuttum, mor bir elbise giymişti şarkıcı kadın, çok güzeldi.
Ve susayan herkesin yalan söyleme hakkı vardı bence…